Dolar

34,8722

Euro

36,7408

Altın

3.039,21

Bist

10.058,47

Batı'nın zor sınavı: Recep Tayyip Erdoğan...

Anlaşılıyor ki, dışarıdaki ve içerideki Batıcılar için AK Parti bir nevi vadeli hareket olarak görülmüş veya yol üzerinde yaşanan gelişmelerle bu noktaya gelinmişti. Temel neden, standart sapması yüksek bir lider olan Erdoğan'ın öngörülen sınırları ihlal etmesi, program dışına çıkması oldu.

12 Yıl Önce Güncellendi

2014-03-26 15:10:39

Batı'nın zor sınavı: Recep Tayyip Erdoğan...

Birey, toplum ve siyaset, dengesini bulmuş sosyo-politik bir düzlemde kendi zihni yapısı ve tarihi üzerinde düşünmeye ihtiyaç hissetmez. İnsan, hayatı anlamlı kılma zorunluluğu içindedir ve her ideoloji bu ihtiyaca cevap verdiği oranda meşruiyet kazanır. Esas olan toplumun ikna edilmesidir. Bu ikna, her zaman rızayı esas almaz. Otoriterlik ve şiddet eşliğinde de bir zihniyet kendisine yer açabilir. İster rıza gösterilsin, ister şiddet uygulansın, toplum kendisi ve tarihi üzerinde düşünmeyi unuttukça rejim normalleşir.

Ancak hiçbir şey sabit ve değişmez değildir. Toplumun zihniyeti, en totaliter devlet düzenlerinde dahi esastır ve tepeyi hep tehdit eder konumda bulunur. Toplumsal ihtiyaçlara, eşitliğe ve özgürlüğe dayalı olmayan sistemler, doğal olmayanı her ne kadar doğal olarak meşrulaştırmaya çalışsa da, toplumda bulunan değişim ve yaşam bilgisi ile çatışmalı halde bulunur. Bu gerilim, değişimin ana motorudur ve tarihin daha iyiye gitmesinin formülünü de ima eder.

Çünkü insanlar iyi yaşamak isterler ve kendilerini hedef alan adaletsizliklerden hoşlanmazlar. Modernizm, rızaya dayalı ataerkil dünyadan itaate dayalı otoriter dünyaya geçerken, dış gerçeklikle kurduğu rölativist ilişki ile 'eski' dünyanın çaresiz kalacağı geniş bir zihniyet alanı yaratmıştır. Bir yandan Avrupalı tüccarların kar etmeye yönelik vahşi iştahları, öte yandan dış gerçekliğin Tanrı olmadan da kavranabileceğine dair materyalist yansımacı açılım (dış dünya gerçekliğinin insan zihnine olduğu gibi düştüğü, bu nedenle en çok bilgiye sahip olan en üst hiyerarşideki kesimin otoriterlik hakkını kendinde gördüğü model), bu yansımanın dış dünya yasalarında icatlarla, keşiflerle ispatlandığına dair kanıtlar modernizmi mutlak kılmıştır. Bir şekilde, Tanrı ile maddeye dayalı paradigmanın yeri değişmiştir. Böylelikle, modernizmin nihai bir son durak olduğu kabulünü Doğu dahil tüm coğrafyalarda tartışma dışı bırakmıştır.

BATI HEGEMONYASININ SAVRULUŞU!


Oysa modernizmin demokrasi tanımı tek gerçeklik değildir. Olsa olsa gerçekliklerden sadece bir tanesidir. Modelleri bizim zihniyetlerimiz kurar ve ancak zihniyetimiz kadar mükemmeldir. Pozitivizmin 1. ve 2. Dünya Savaşları'nda ortaya çıkardığı cehennemden faşizmin devlet bazında 'yenilmesi' ve sosyal refah devletine geçişle çıktığını varsayan modern demokrasi, dünyanın geri kalanını Stanilizme ve bölgesel soykırımlara, açlığa teslim ettiğini yok saymıştır. Göçmenlerle kendi içine de giren Doğu'ya reva gördüğü antidemokratik uygulamalarla uzlaşarak çelişkisini büyütmüştür. Modern demokrasinin temeli sayılan vatandaşlık kurumu, gittikçe bir ötekileştirme ve eleme sistemine dönüşür. Avrupa'nın varoşlarında, Müslümanlar ve diğer göçmenlere dayatılan alt vatandaşlık önerisi, kimliksel dışlayıcılık ve alt-üst kültür ayrımlarıyla, Doğu'nun Batı'yı sadece İslam'ın değil, bizatihi modernin içinden eleştirmesinin yolunu açar.

Böylelikle dokunulmazlığını gittikçe yitirir. Küreselleşmenin Batı değerlerini ve tek tip bir modern demokrasiyi tüm dünyaya dayatması, modern demokrasinin eşit, refah ve özgür toplum iddiasının, kendisi, hatta sadece kendi elitleri ile sınırlı olduğunu daha görünür hale getirdi. Tahrir Devrimi'ni modern demokrasinin usullerine göre gerçekleştiren Mısır halkı, Batı dünyasından övgü ve destek almak yerine, tehdit olarak görüldüğünü fark etti. General Sisi'nin Batı desteğinde Mursi'yi devirmesiyle, katliamlar yapmasıyla ahlaki üstünlüğünü kaybetti. Bu zihniyetin kendi önerdiği ahlakı ve iç tutarlılığını yitirmesi, modern demokrasinin tartışılmaya açılmasını sağladı. Doğu, Batı zihniyetini reddetmekle de, onun demokrasi modelini uygulamakla da Batı nezdinde eşit olamayacağını anladı.

Bu ahlak yitimi Batı için yeni bir şey değildi ama küreselleşme ve enformasyon devrimi ile gittikçe daha katlanılmaz hale geliyordu. Birleşmiş Milletlerin, hiçbir zaman işlevsel olmamış dünya barışını ve mazlumlarını koruma misyonunun Suriye içsavaşı ile bir kez daha çökmesi gibi... Modern demokrasinin Batı üstünlüğü ve hegemonyasını konsolide amaçlı savruluşu ve Batı'nın kendi içinde eleştirel düşünce üretiminin sorun üretme hızına yetişmemesi ile modern ötesinin tahayyülü zorunlu hale geldi. İdeoloji ve paradigmaları kendilerini hissettirmedikleri müddetçe içinde yaşadığımız tek dünyaymış gibi algılanır. Ama artık insanların ihtiyaçlarına cevap vermedikleri, hatta yük olmaya başladıklarında, toplumun dikkatini çekerler ve insanlar bu zihniyetle yabancılaşmaya başlar. Bir şeye yabancılaşma, insanın kendisini dört bir yandan kavrayan zihniyetin dışına çıkma veya ona daha objektif bakmak anlamına gelir.

KEMALİST TOTALİTER ZİHNİYET!


Türkiye bağlamında ise, pozitivist modernizmin yerli şubesi olan Kemalist aydınlanmacılığın aynı kadere daha erken maruz kaldığını görürüz. Topluma şiddet eşliğinde dayatılan Kemalizm, totaliter laiklik ve buna münasip tek yaşam biçimi diktatörlüğü erozyona uğradı. Totaliter mantığı itibarıyla –şeyi o şey yapan ana mantıktaki arızanın çıplak hale gelmesi– ahlak yitimi kaçınılmazdı. Kemalizm, modernizm gibi birçok ideolojinin –liberalizm, sosyalizm vd– derinleşmesinden neşet eden bir zihniyet değil, taklitten ibaret bir iktidar kullanma biçimiydi. Bu nedenle çöküşü daha erken oluyordu. Çöküşün ilanı sadece belli bir konjonktürü beklemekteydi.

O konjonktür, Batı demokrasisini çıplak bırakan SSCB'nin çöküşü ve Soğuk Savaş'ın bitişiyle zuhur etti. Kemalist totaliter zihniyet, son bir hamleyle Kürt sorunu üzerinden 90'lı yılların gazabıyla kendisini konsolide etmeye çalıştı ama bu hem Kürtlerin, hem de dindarların mobilize olmasını hızlandırdı. Kürtlere yönelik artan zulüm, 28 Şubat'la ikinci büyük bloku, yani dindarları devlete yabancılaştırdı.

Yeni Türkiye'yi bu iki ana gövdenin kuracak olması bu nedenleydi. 3 Kasım 2002'de başlayan değişim hareketinin 2007 yılını atlattıktan sonra yavaş yavaş AB, ABD ve ülke içindeki totaliter batıcılarla girdiği çatışma bir rastlantı değil. Doğu ve Türkiye'ye kategorik bakmayan demokrat Batılılar ise, modernin dışında düşünemedikleri için yaşananları doğru değerlendiremiyor, ilk grubun kucağına düşüyorlar. Dıştaki ve içteki totaliter laik Batı bloku bu ayrışmayı 'demokrasiden uzaklaşma' olarak okuyor ve kendilerince haklılar. Ama bu hangi demokrasi? Tabii ki tekliğine inanılan ve mükemmellik atfettikleri modern demokrasiden bahsediyorlar. Peki ya başka türlü bir demokrasi de mümkünse? Ya modern demokrasi, demokrasi iddiasında küreselleşememiş, işlevini kaybetmiş veya en azından artık duraksamaya girmişse? Ve ya Türkiye çelişkileriyle de olsa, kendi özgün demokrasi modelini yaratmaya dönük olumlu bir süreç yaşıyorsa?

AK Parti'ye Kemalist totaliterlere karşı verilen destek şartlıydı. Batı'nın totaliter laik paşalara sırtını dönmesi, bir zihniyet uyuşmazlığından çok, ülkeyi yönetme ehliyetlerini kaybetmelerinden kaynaklanıyordu. Çünkü bu zaaf vesayetin tehdit altında olması demekti. (200 yıllık modernleşme tarihimiz, özgün olmadığı için Batı vesayetini kabullenme sürecidir aynı zamanda.) Vesayeti çağa uygun hale getirememiş, gözden düşürmüşlerdi. AK Parti ile yine özde Batıcı olacak bir düzenin konsolidasyonu hem rasyonel, hem de sahaya uygundu. Batı'nın tercihlerine uygun olarak kontrol edilecek bir dindar parti ile onun kitlesi, Batı için İslam coğrafyası için de işlevseldi. Ama aslolarak Batı ve Türkiye arasındaki ana aksı ihlal etmemeliydi. Yani Türkiye'de Batı vesayeti çağa uygun hale getirilmeli, vicdanları daha az rahatsız edici halde sürdürülmeliydi. Bize yüzleşme ve derin devletle hesaplaşma olarak gösterilen, yüksek ihtimal, bu davalarla vesayetin bir cemaat üzerinden el değiştirmesiydi.

Bu şartlı destek, o dönem Erdoğan'ı destekleyen liberal ve özgürlükçü sol çevreler için de geçerliydi. İşi eline yüzüne bulaştırmış, çağa uyumsuz hale gelmiş paşaların tasfiye edilmesi, ancak toplumsal meşruiyet ile mümkündü ve bu meşruiyet ancak iki ana gövde olan dindarlar ve Kürtlerin kazanılmasıyla mümkündü, AK Parti, hem dindarlar hem de Kürtler arasında birinci partiydi ve bu bulunmaz bir imkândı.

TABAN SÜRECİN DEĞERİNİ BİLİYOR!

Anlaşılıyor ki, dışarıdaki ve içerideki Batıcılar için AK Parti bir nevi vadeli hareket olarak görülmüş veya yol üzerinde yaşanan gelişmelerle bu noktaya gelinmişti. Temel neden, standart sapması yüksek bir lider olan Erdoğan'ın öngörülen sınırları ihlal etmesi, program dışına çıkması oldu. 'One minute' ile İsrail ile çizgilerin aşılmasına cüret etmek, AB'ye üyelik sürecinde çifte standarda karşı çıkış, NATO vesayetinden çıkarak Çin'den füze almaya kalkmak, milli silah sanayiinde yapılan atılımlar, BM için 'Dünya beşten büyüktür' kampanyası yapmak, Brezilya ile birlikte İran'a yaptırımlara karşı çıkmak, Ortadoğu'da en etkin siyasi güç haline gelmek, milli para politikası oluşturmak, kredi derecelendirme kuruluşlarının tekelini kırmaya çalışmak gibi birçok sınır ihlali mevcuttu.

Bu hamlelerin ve Erdoğan'ın neye tekabül ettiğini AK Parti'nin bile anlayabildiğini zannetmiyorum. Ama taban, yaşam bilgisinden yola çıkarak bu kritik sürecin değerini bilmekte.

İşte ABD'nin neo-conlarını, İsrail'i, AB'yi, ülke içindeki ulusalcıları, seçkin aydınları ve Gülen cemaatini aynı dalga boyunda birleştiren zihni birliktelik buydu. Gülen cemaatinin karşı bloka geçmesi, Fethullah Gülen'in uzun süre ABD'de olmasıyla, Batı'nın gücünü içselleştirmesi, bu büyük gücün asla yenilemeyeceğine, dolayısıyla Erdoğan'ın ülkeyi mahva sürüklediğine, en iyisinin bu güçlerin tercihlerine uygun davranmak olduğuna inanması ile açıklanabilir. 'Bir adamı feda ederek' kendilerince vatanseverlik yapıyorlar, ama bunu yanlış bilgi, yanlış güdüler ve güç zehirlenmesi ile gerçekleştiriyorlar.

YENİ BİR ZİHNİYET!


Erdoğan'ın siyasete atıldığı günden veya 3 Kasım 2002'den beri bu kavramsal çerçevenin bilincinde olarak hareket ettiğini iddia edemeyiz. Ama hangimiz için böyle bir iddiada bulunabiliriz ki? İçimizde ham halde bulunan itirazlar ve değiştirmek istediğimiz bir dünya var. Bu çabalarımız yolda yaşadıklarımızla dönüşüyor, olgunlaşıyor ve hayatta bir karşılık bularak kendi kuramsal çerçevesini oluşturuyor. Erdoğan, 'One minute' veya 'Dünya beşten büyüktür' derken, aslında modern ötesi bir dünyanın mümkün olduğunu el yordamıyla hissediyor, bu ihtiyacı görüyordu. Bizler de ancak şimdi ortaya çıkan bilgilerle bu analizleri yapabiliyoruz.

Erdoğan çoğumuz gibi ataerkil bir zihniyet yapısından geliyor. Çünkü Osmanlı ataerkil, ama heterojen bir zihniyet dünyasına sahip. Rızayı önemseyen ataerkillik, İslam'ın evrenselliği ve heterojen toplum anlayışı, homojen Batı tipi otoriterlik ile temel bir karşıtlık içinde. Erdoğan, modern dünya ile çatışmaya düştüğünde, ya yeni hamleler yapıyor ve tarz üretiyor, ya da bunda sıkıştığında modernizmle zihniyet farkı olan Osmanlılığa geri sıçrayarak nefes alıyor. AK Parti'deki Osmanlılık eğiliminin ana nedeni 'yeni bir zihniyete' ihtiyaç olduğunun hissedilmesi ama yeninin henüz inşa aşamasında olması, yani kuramsal çerçeve eksikliği.

Bu arada Erdoğan'ın temeldeki bu tavrına demokrat zihniyeti aşıladığını da görmek lazım. Bir tür melezleşme bu… Yani, esas olan demokrat zihniyet ise, bu zihniyete homojen toplumu öngören otoriterlikten çok, ataerkil, dindar bir heterojenlikten varmak daha kolay. Varılan yer, ne Osmanlılık, ne de modernizm olacak. Lakin Erdoğan'ın demokratlığı da hepimiz gibi sorunlu ve deneyerek, sonuçlarını görerek edinilen bir birikimi ima ediyor. Mesela Çözüm Süreci, tam da ataerkilliğin, dini imkânların ve demokratlığın bir karışımından neşet ediyor ve bunun toplumsal bir karşılığı var. Çözüm Süreci'nin bu kadar tehdit görülmesi sadece reel politik ile açıklanamaz. Ülkedeki ulusalcıların ve batıcı koloni aydınlarının bu melez çözüme olan nefretleri, sürecin yeni bir paradigma yaratma ve Batı vesayetini sona erdirme potansiyeli olduğunun hissedilmesinden.

Varlıklarını tek bir zihniyete bağlayanların, ideolojinin sonu ile kendi sonlarını özdeşleştirmeleri doğal. Zihinsel darlığı ve paniği yaratan da bu yanılgı. Oysa modern Batı demokrasisi bir son nokta değil, geçici, tekamül eden, dönüşen ve değişen insani bir üretim. Her üretim gibi bir vadesi var.

ZİHNİYET DÜNYASI!

Batı, Mısır, Türkiye ve Ukrayna'da olan bitene verdiği tepkilerden anlaşıldığı üzere, hiçbir özeleştiri yapmadan eskinin aynen devam etmesini istiyor. Oysa Doğu'nun yerini almasıyla, modern ötesi farklı bir demokrasi zihniyeti yaratılabilir. Batı, ya eşitliği reddederek ilk yöntemi denemeye devam edecek ve gittikçe kendisi ile çelişerek bir bunalıma saplanacak, ya da mutlak üstünlük iddiasından vazgeçerek en önemli arızasından kurtulacak ve bu ona bir hayat öpücüğü olacak. Bu durum, beden (Batı) ve ruh (Doğu) olarak ikiye parçalanmış insanı (dünyayı) birleştirme ve farklı zihniyet kalıplarını birbirine açma anlamına gelecek.

Tabii ki her şey zihniyette başlayarak zihniyette bitiyor. Zihniyetler gücü ele geçirdiğinde iktidarı kendi zümresi hesabına kullanıyor ve değişim bu imtiyazların kaybedilmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla, değişim, karşılıklı bir fikir alışverişi süreci ile değil, bir gücün diğerini yenmesi ile mümkün olabiliyor. Türkiye'de 30 Mart öncesi yaşadığımız bunca akıl almaz düşkünlük, zihniyete dair çürümeyi ima ediyor. Oysa başka türlü bir dünya, başka türlü bir paylaşım da mümkün.


SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara