Hayrettin Karaman'dan Ahmet Hakan'a cevap
Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman bugün köşesinden Ahmet Hakan'ın sorularına cevap verdi. Hayrettin Karaman, günahların gizlenip gizlenemeyeceği konusunda verdiği fetvalara 'Başbakan da dahil mi?'sorusuna 'babamın oğluna da farklı davranmam' dedi.
12 Yıl Önce Güncellendi
2014-03-14 13:13:22
TIMETURK / HABER MERKEZİ
Hayrettin Karaman'ın işte o yazı dizileri;
İki yazara cevap
Medyada çıkan benimle ilgili her yazı üzerine bir yazı yazacak olsam başka konuları yazamam. Ama bazı yazılar var ki, onlara cevap vermek zorunlu oluyor. Son zamanlarda böyle iki yazı gözüme ilişti: Sayın N. Akman ve Sayın A.H. Coşkun'un yazıları. Bunlara bir iki yazıda kısa da olsa cevap vereceğim. Maksadım savunma, tartışma, kavga, gürültü değil, yalnızca meramımı anlatmaktır. Ne dediğim, maksadıma uygun olarak anlaşıldıktan sonra onu herkesin kabul etmesini bekleyemem, elbette farklı görüşler olacaktır; ancak din konusunda yazan ve tartışanların doğru ve yeterli bilgiye sahip olmaları da ayrı bir gerekliliktir.
Sayın Nuriye Akman'ın soruları çok; ayrıca bu sorular, görünüşte soru olsa da aslında her biri bir hüküm, bir görüş, bir kanaati ifade ediyor. Onun yazdıklarını tırnak içinde verecek, hemen altına da açıklamamı yazacağım:
'…Karaman hoca, 'Dinde çoğulculuk değil, hürriyet' başlıklı son yazısında İslam'ın tek hak din olması sebebiyle, Müslüman bir ülkede her inanca ve hayat tarzına eşit mesafede durulamayacağını, hoşgörülü olunamayacağını, dinin yasakladığı hususların sistemin elverdiği ölçüde engelleneceğini ve bu yapılamadığı takdirde istemeyerek tahammül edileceğini söylüyor.'
Evet, tam da böyle söylüyorum. Birçok yazımda bir yandan 'bir İslam devletinde hüküm ve çözüm' ile 'mesela laik demokrasilerde hüküm ve çözümü' ayrı ayrı yazıyorum. Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekiyor. Bir mümin fıkıh hocası olarak benim vazifem, bir yandan sahih ve kamil İslam'ı anlatmak, diğer yandan müsait olmayan durum ve şartlarda müminlerin nasıl davranacakları konusunda yol göstermektir.
'Dinin 'hak' olması, ona inandığını söyleyen kişilere din adına karar verme hakkı doğurur mu?'
Elbette doğurur; asırlar boyu dini anlatanlar, mahkemelerde karar verenler bunu yapmadılar mı?
'İnananların sayısının, inanmayanlardan çok olması bir ülkeyi İslam toplumu yapsa bile İslam devleti yapar mı?'
Hayır, İslam devleti yapmaz, İslam devleti 'düzeni İslamî, temel referansı İslam' olan devlettir.
'Tarih boyunca hangi 'İslam devletinde' din Kur'an'ın istediği saflıkta uygulanabilmiştir?'
Müminin amacı ve niyeti dini, kamil manada yaşamak ve yaşatmaktır; bu konuda eksiklerin bulunması, tam ve iyi olanın yolunda olmaya mani değildir.
'Hz. Adem'den bu yana
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
İki yazara cevap (2)
'Farklı inanç sahiplerine ve yaşam tarzlarına, ilk fırsatta engellenmesi gereken, şimdilik tahammül edilen insanlar gözüyle bakmak, toplumsal barışa hizmet eder mi?'
Bu soru yanlış anlamaya değil, saptırmaya dayanıyor ve bu sebeple biraz ayıp kaçıyor. Ben nerede ve ne zaman 'farklı inanç sahiplerine ve yaşam tarzlarına, ilk fırsatta engellenmesi gereken, şimdilik tahammül edilen durum' nazarıyla baktım veya bakılması gerektiğini yazdım. İslam'ın müdahale edilmesini, bu yapılamıyorsa kalben benimsenmeyip tavır alınmasını' istediği davranışlar, farklı inançların gereği olan davranışlar değil, kimden gelirse gelsin dine ve ahlaka aykırı olduğu halde açıkta icra edilen davranışlardır. Laik düzende, bunlara müdahale etmek yasaklanıyorsa bu takdirde müdahale edilmez, birlik ve dirlik de bozulmaz.
'Diğer dinlerle İslam arasındaki ortak noktaların varlığı, farklı noktaların önem ve işlerliğini ortadan kaldırmaz' şeklindeki yaklaşım acaba ortak noktaların sulha ve sükûna dair potansiyel gücünü heba etmek anlamına gelmez mi?'
Hayır, bir yandan ortak noktalar sayesinde sulha ve sükuna birlikte katkı sağlanır, bir yandan da farklılıklar muhafaza edilir; eğer farklılıklar muhafaza edilmezse dini ve milli değerler yok olur; din, kültür ve medeniyet değişime uğrar. Biz ise dinimizin, kültür ve medeniyetimizin üzerine titreriz.
'Birbirine tamamen benzeyen iki nesne, iki durum, iki insan, iki algı bile yokken kim zaten 'dinler, vahye dayalı ve tevhid temelli olsa da, böyle olmasa da hakikat ve değer olarak eşittirler' gibi bir cümle kurabilir ki? Hakikatin tekeli insanlarda değil sadece Hakk'da iken, böylesi vehimlerin anlamı var mıdır?'
Dini, ahlaki, felsefi çoğulculukla ilgili biraz okuma yaparsanız 'bu eşittir'den maksadımın ne olduğunu da, bunu diyenlerin bulunup bulunmadığını da anlarsınız. 'Hakikatin tekeli sadece Hak'ta'dır, bu hakikate insanların bilgi ve idrak kapasiteleriyle kısmen de olsa ulaşmalarının mümkün olup olmadığı tartışılmıştır; ancak ulaşsa da sağlama kaynağı ilâhî beyan (açıklama)dır. Allah hakikati açıklamasaydı, kullarının isabetli ve hatalı idrak kabiliyetlerine bıraksaydı kimse 'hakikat budur' diyemezdi, dese de bu izafi olurdu. Ama Allah peygamberler göndererek hakikati, dini, neyi sevip neyi sevmediğini, neyi isteyip neyi istemediğini -sorumlu olduğumuz her alanda- açık ve kesin olarak ortaya koymuştur. İşte mümin, bu açıklamalara bakarak 'şu haktır, doğrudur, iyidir', 'şu da batıldır, yanlıştır, kötüdür' diyebilir.
'Müslümanların bile öte dünyadaki hallerinden emin olmaları mümkün değilken, kimin 'insanlar İslam'a aykırı bir dini ve İslam ahlakına aykırı bir ahlakı benimsemiş olsalar da Allah katında eşittirler ve tamamı kurtuluşa ererler' diyebileceğini varsayıyorsunuz? Allah'ın hükümranlığına ve muradına sınır koymak mümkün mü? Allah, İslam dairesinde görünmeyen birini, sırf güzel ahlakı için çok sevip bağışlayamaz mı?'
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
İki yazara cevap (3)
Sayın Ahmet H. Coşkun'un sorularına cevap vermeden önce atıf yaptığı yazıyı (bu bir köşe yazısıdır, fetva değildir) tekrar aşağıda veriyorum:
İnsanların halktan gizleyerek özel mekanlarda işledikleri günahlar ve ayıpları görenler ne yapacaklar?
İslam ahlakına göre 'ayıp ve günahlarını gizleyenleri teşhir etmek, bunları örtmek yerine açmak ve haberini yaymak' makbul bir davranış değildir. Ama bunun manası ayıba ve günaha müdahale etmemek de değildir. Çünkü müminlerin bir de 'iyiyi yayma ve yaşatma, kötüyü engelleme ve düzeltme' vazifeleri vardır.
Şöyle bir misal verilir:
Bir mümini meyhanenin sokağına girerken görürsen 'orada meşru bir işi vardır' de; meyhaneye girerken görürsen 'orada birini arıyordur' de, masaya oturup içmeye başladığını görürsen 'eyvah, kardeşim günaha girdi, onu bundan nasıl vazgeçirebilirim' diye düşünmeye başla, ıslahı için dua et ve elinden gelen başka ıslah tedbirlerine de başvur.
Eğer ayıp ve günahını gizleyerek işleyen bir mümin kamu görevlisi veya kamu görevine talip biri ise bu takdirde 'halkı onun zararından koruma' vazifesi, ayıbı örtme vazifesinin önüne geçer ve ilgililere durum açıklanır; yani bu durumda ayıp ve günah gizlenemez.
Kamu görevi dışında iki kişi arasındaki bazı ilişkiler de ayıp ve günahın açıklanmasını gerekli kılabilir. Mesela dindar bir ailenin kızına talip olan, kendini de dindar gösteren, halbuki gizli gizli günah işleyen birini düşünelim; bunu bilen kimseye sorulduğunda durumu açıklamazsa soranların güvenlerini kötüye kullanmış, onları yanlış yola sevk etmiş olur. Bu misalde günahın ve ayıbın açıklanması daha dar bir sınır içinde kalır.
Kanunların izinsiz dinleme ve görüntüleri kaydetmeyi yasaklaması durumunda -aksine bir zaruret bulunmadıkça- bu yasağa uymak gerekir. İslam ahlakına göre de insanların gizledikleri davranışlarını bilmek ve görmek için teşebbüste bulunmak (tecessüs) menedilmiştir. Ama gizlenen kusur ve günah kamuyu ilgilendiriyor ve bilinmemesi kamuya zarar veriyorsa devreye 'zaruret' girer ve zaruri olarak tespit ve gerektiği kadar teşhir edilir.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
SON VİDEO HABER
Haber Ara