Türkiye'de dün yargıda şiddetli bir deprem yaşandı. Daha önce benzeri yaşanmayan bu depremin merkez üssü, Ergenekon davasına bakan özel yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi oldu.
Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Veli Küçük, Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Sedat Peker, Mustafa Levent Göktaş'ın da aralarında olduğu Ergenekon davası sanığı 35 kişinin tahliye taleplerini oybirliğiyle reddetti. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, gerekçe yazısında; özel yetkili mahkemelerin TBMM tarafından kaldırılmasının Anayasa'ya aykırı olduğunu, mahkemelerin kapatılmasının HSYK'nın yetkisinde olduğunu, çıkarılan son yasanın anayasaya aykırılığı nedeniyle iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurduklarını söyledi. Bu açıklamaya ilk tepki HSYK'dan geldi. Mahkemenin yetki gaspı yaptığını belirten HSYK 'Mahkeme kurma-kaldırma yetkisi TBMM'dedir' dedi. HSYK, mahkemenin kanun iptali için AYM'ye başvurma yetkisine sahip olmadığını da açıkladı. Bir açıklama yapan Anayasa mahkemesi ise, mahkemeden kendilerine herhangi bir başvurunun gelmediğini belirtti. Konuyla ilgili bir başka gelişme daha yaşandı. Ergenekon sanıklarından Tuncay Özkan, Levent Göktaş ve Sedat Peker'in talebini görüşen İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesi üç sanığa da tahliye kararı verdi. Dolayısıyla bu üç sanık için aynı gün aksi yönde bir karar üst mahkemeden gelmiş oldu. Kararla ilgili bir açıklama yapan mahkeme üyesi Keskin Karakurt, Ergenekon davasına bakan mahkeme heyetini eleştirerek, 'Yetkili biziz. Yedi aydır karar yazmadınız, daha ne kadar tutacaksınız!' dedi. Adalet Bakanı mahkeme heyetini eleştirerek, kapatılmuış bir mahkemenin tahliye taleplerini görüşmesinin yok hükmünde olduğunu belirtti. Bakan HSYK'yı da bu girişim ve diğer açıklamaları nedeniyle heyet hakkında inceleme başlatmaya çağırdı. Bu şok gelişmeler sonrası HSYK harekete geçti ve Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti hakkında inceleme başlatma kararı aldı. HSYK'nın heyeti davadan alabileceği de belirtiliyor.
6 Mart 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak resmi gazetede yayınlanmasıyla yürürlüğe giren yeni yasa gereği özel yetkili mahkemeler kaldırıldı. Yasaya göre bu mahkemeler yeni bir karar alma durumunda olmayıp, sadece eğer tamamlamadılarsa gerekçeli kararı yazmayı tamamlayabileceklerdi. Süren ya da gerekçeli kararın yazımı biten dava dosyaları ise ağır ceza mahkemelerine ya da Yargıtay'a devredilecek.
Balyoz davasında yargıtay süreci de tamamlanıp sanıklar hakkında verilen ceza hükümleri kesinleştiği için o davada söz konusu olmadı ama Eregenekon davasında büyük bir hareketlilik yaşandı. Gerekçeli karar 7 aydır tamamlanmış değil. 6 Mart'ta uygulamaya başlayan yeni yasa gereği 5 yıllık tutukluluk süresini tamamlayan Ergenekon sanıklarının tahliye talepleri nöbetçi ağır ceza mahkemeleri tarafından değerlendirildi. Bir kaç gündür süren yoğun trafikte çok sayıda nöbetçi mahkeme tahliye taleplerini değerlendirdi. Büyük oranda tahliye kararı verilirken bazı sanıkların talepleri ise reddedildi.
Sanıkların, tutuklulukta 5 yılı doldurmuş ve başka bir suçtan da kesinleşmiş hapis cezası almamış olmaları tahliye kararlarındaki iki etken oldu. Bu şartlardan en az birini yerine getirmeyenlerin tahliye talepleri ise reddedildi.
SANIKLAR GEÇİCİ SÜREYLE DIŞARIYA ÇIKTI
Tahliye kararları özellikle dün içerisinde yoğunlaştı. Onlarca tutuklu Ergenekon sanığı tahliye edildi. Bu hareketlilikte önemli bir ayrıntı ise dikkatleri çekti. Tahliyeler medyada, sanıklar sanki beraat etmiş, işledikleri iddia edilen suçlar ise hiç olmamış gibi gösterildi. Tahliye sonrası sanıkların cezaevi çıkışında yaptıkları açıklamalar aktarıldı. Kendilerini içeri atanlardan hesap soracaklarını açıklayan sanıklar, bir kısım medyada adeta kahramanlar ve masum melekler gibi gösterildi.
Oysa bu doğru değil. Muhtemelen kasten yapılan bu yanlış yansıtma, sanıklara, yakınlarına ve kamuoyuna karşı büyük bir haksızlık teşkil ediyor. Bu ve benzer detaylar tartışılabilir. Ancak bunların esasa taalluk etmediğini de görmek gerekir. Uzun tutukluluk gerekçesiyle tahliye edilen sanıklar beraat etmiş değillerdir. Bu insanlar hakkında mahkeme suçlamaları sabit görüp ağır cezalar verdi. Bu bir gerçek. Ve Ergenekon davasında gerekçeli karar önümüzdeki günlerde ya da haftalarda -velev ki HSYK tarafından değiştirilen başka bir mahkeme heyeti ile bile olsa- tamamlandığı ve dava Yargıtay'a temyiz için gidip şayet cezalar Balyoz davasında olduğu gibi orada da onaylandığı taktirde şu an tahliye edilen sanıkların tekrar cezaevine girmek durumunda kalacağı unutulmamalı.
DAVALARA PARALEL GÖLGE DÜŞTÜ
Ancak söylenebilecek başka şeyler de var. Şöyle ki, devletin içinde ayrı bir devlet gibi hareket eden, görev talimatlarını amirlerinden değil cemaat abilerinden alan paralel yapılanmanın varlığı somut çok sayıda bulgu ile ortaya çıktı. Örneğin örgüt kapsamına sokarak binlerce insanın uzun sürelerle mahkeme kararı olmadan savcılarca çeşitli soruşturmalarda dinlenmiş olması dahi tek başına bu şüpheyi ortaya koymaya yeterlidir.
Bu şüpheyi doğuran somut bulgular o kadar çok ki saymak zorlaşıyor.. Bunu bir deneyecek olursak; yerel seçimler öncesinde bir çok ilde ve birbirinden bağımsız yolsuzluk soruşturmasının peşpeşe başlatılmış olması.. Belli ki birileri atağa geçti. Amaç yolsuzlukların üzerine gitmek değil, seçim kampanyası yürütmek.. Bunu CHP ve Ergenekon çevrelerinden vicdan sahibi kişiler dahi itiraf ediyor.
İlgili yolsuzluk soruşturmalarını yürüten savcılar hakkında ortaya çıkan şok edici bazı bilgiler.. TIR soruşturmalarında yaşanan hukuksuzluklar.. Bir kaç yıl önce başlayarak sayısı yüzbinlere ulaşan kişinin bir kaç hafta öncesine kadar savcılarca mahkeme kararı olmaksızın dinlenmesi.. Yasal dinlemelerin merkezi TİB'de tespit edilen yasadışı binlerce dinleme ve yabancı uydulara dönük çanak antenin varlığının tespit edilmesi.. Tüm bu girişimlerle paralel olarak siyasetçilere yönelik ses ve görüntü kayıtlarının internete sızdırılmakta oluşu ve bunun anlaşılıyor ki seçimin hemen öncesine kadar sürdürülecek olması.. Fethullah Gülen'in bir fahişe ile buluşmaya giden bir bürokratı şantaja uğramaması için ABD'den gece yarısı telefon ederek uyardığını ve buna benzer 10 tane daha olay sayabileceğini açıklamış olması.. Gülen'in beddua videosu ile Cumhurbaşkanı Gül'e gönderdiği ortaya çıkan mektubunda emniyetteki atamalara tepki göstermesi.. Cemaate bağlı bazı gazetecilerin, devletin ve emniyetin en üst yöneticilerinin dahi bilmediği 17 Aralık soruşturmasındaki bazı detayları 4 ay öncesinden bildiklerini gösteren şok bilgiler.. Yine cemaate bağlı bu gazetecilerin çok gizli bir MGK belgesini medyada yayınladıktan sonra "Bu daha bir şey değil, bavulda daha başkaları da var" diyerek hükümeti dersaneleri kapatma kararından dönmek için tehdit etmesi.. İHH ile devletin terörist gibi gösterileceği ihbarlarının TIR baskınları ile adeta göstere göstere gelmesi.. Fethullah Gülen ve diğer bazı kişilere ait şok içerikli ses kayıtlarıyla paralel yapılanmanın varlığının görülmesi.. Türkiye'deki gelişmeler üzerine soruşturma başlatan Azerbaycan devlet yetkililerinin Azerbaycan'daki bir cemaat yetkilisinin Fethullah Gülen'e yazılmış şok içerikli bir mektubu ortaya çıkarması ve paralel yapının Türkiye gibi orada da yapılanmaya çalıştığının görülmesi, Azerbaycan'lı üst düzey bir yetkilinin bunu açıkça dile getirmesi ve o ülkedeki cemaat okullarının kamuya devredilmesi..
CEMAATLE HİZMET PARALELLİĞİ = CHP
Bu arada CHP'deki çok ilginç bazı gelişmelerin paralel yapılanma ile örtüşmesi de bu kapsamda sayılabilir. Şöyle ki; CHP eski liderinin bir kaset skandalıyla devrilip yerine başkasının gelmesi.. Devrilen eski liderin bu olayla ilgili ilk anda okyanus ötesini işaret etmiş olması.. Paralel yapılanmayla ilgili bir kaç yıl önce dedikleri ilk anda paranoyakça görülen ve adeta lince tabi tutulan eski emniyet müdürü Hanefi Avcı'nın da kaset olayının cemaatin işi olduğunu o günlerde açıklamış olması.. Kaset olayı sonrası CHP liderliğine gelen yeni kişinin okyanus ötesi ile uyumlu politikaları.. Onur Öymen gibi bazı CHP'li yetkililerin kaset olayı ile eski liderin devrilmesinin bir ABD projesi olduğunu o günlerde dile getirmiş olması.. Yeni liderin geçtiğimiz günlerde Başbakan ve oğlunun telefon konuşmasını şok eden bir tavırla parti oturumunda herkese dinletmesi.. Bu ses kaydının kurgulanmış bir montaj olduğunun ortaya çıkması, bunun teknik uzmanlar ve Ergenekon çevrelerinde dahi dile getirilmesi.. Bu kayıtların 17 Aralık soruşturma dosyasında olmadığının ve yasadışı şekilde yapıldığının bizzat yeni başsavcının açıklamasıyla ortaya çıkması.. Partiden meşhur bir yolsuzluk dosyası nedeniyle önceki yıllarda atılmış olan Mustafa Sarıgül'ün CHP'ye üye yapılması töreninde, bu yolsuzluk dosyasının gündeme gelmesi durumunda nasıl tavır göstereceği sorulan yeni CHP liderinin, seçim öncesinde bunun gündeme getirilmesini asla kabul etmeyeceklerini söylemesi, bu açıklamayı 17 Aralık'tan kısa süre önce yapmış olmasına karşın 17 Aralık ve sonrasındaki yolsuzluk soruşturmalarına ise hararetle destek çıkması, hatta parti meclisinde yasadışı kaydedilmiş bir ses kaydını dinleterek açıkça yasadışı bir eylemi yapmaktan, bir suçu işlemekten kaçınmaması.. Sarıgül'ün CHP'ye girmesi için ABD büyükelçisinin de aynı günlerde devreye girdiği iddiası.. Paralel yapının, inanç yapısına tamamen aykırı olmasına ve manevi liderleri saydığı Saidi Nursi'ye CHP tarafından tarihte yapılmış onca zulme karşın örneğin MHP'yi değil de seçimlerde CHP'yi destekleme kararı alması. Tabanında büyük tepkiler ortaya çıkmasına karşın bu kararında ısrar etmesi..
İşte bu bulgular, CHP ile bu yapılanmanın paralel hareket ettiğini ve bunun da son günlere mahsus olmadığını gösteriyor. Kaset skandalıyla da görüldüğü gibi bu paralel işbirliğinin daha önceye dayandığı, en üstte ABD tarafından yürütülen bir planın söz konusu olduğu şüphesi ortaya çıkmış bulunuyor.
Buna cezaevinde şüpheli şekilde hayatını kaybeden eski MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu'nun, AK Parti'ye karşı Kılıçdaroğlu'nun Alman istihbaratınca desteklendiği iddialarını da eklemek gerekir.
44 YILDA ÖRÜLEN HIRKA
Kopan paralel fırtınada hergün yeni örnekler ortaya çıkıyor.. Görünüşte siyasetten uzak durduğu mesajı veren paralel yapının aslında siyasetin en katısını devletin kritik kurumları içerisinde 44 yılda oluşturdukları cemaat tabanına dayalı paralel bir devlet yapılanması ile yaptığı anlaşılıyor.
CIA-MOSSAD TEHDİT ETTİ
Geçtiğimiz haftalarda paralel savcı ve hakimlere dinletildiği ileri sürülen şok bir ses kaydı gündem oldu. Yaşanan olayları anlaşılır kılması nedeniyle oldukça değerli olan ses kaydında şöyle deniliyordu:
“150 devlet içinde hizmet hareketimiz ve müesseselerimiz var. MOSSAD, CIA ve diğerleri Uzun'u götürmek istiyor. Bize de onun akılsız davranışları yüzünden '159 ülkedeki okullarınızı kapatırız ya da RTE'yi götürürsünüz' diyorlar. Hizmetimizin selameti için 1 kişi veya ülke gitse ne olur. Bu hizmetin bekaası için gerekirse Türkiye feda edilir. Türkiye'deki mücadelede ABD'nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız. Ok yaydan çıktı bir kere. Bu safhadan sonra geri dönüş 'yok olmamız' anlamına gelir. Onun için tüm imkanlar kullanılarak taarruz tek yoldur. Önümüze kim çıkarsa ezip geçeceğiz. Seçimlerde yüzde 65 ile bile gelseler, dosyalarla götürmek zorundayız. 44 yılda ördüğümüz hırkayı 'buyrun siz giyin' diyecek değiliz. Büyük bir fayda için küçük kötülük yapılabilir.”
Yaptıkları yasadışı eylemleri hukuk ve basın özgürlüğü kılıfına sokmaya çalışan, 2012 MİT krizi ve 17 Aralık soruşturmalarıyla aslında bir darbe girişiminde bulunduğu hükümet tarafından farkedilip önlemler alınmaya başlandığında ise tüm gücüyle saldırıya geçen bir yapılanma söz konusu.
P2 MASON LOCASI BENZERLİĞİ
Kanaatimizce bu yapı bir yönden Ergenekon ve Balyoz darbecilerinden daha tehlikeli ve sinsi.. Daha önceki bir haberimizde dile getirmiştik. ABD ve onun istihbarat teşkilatı CIA'nın kontrolünde olduğu her geçen gün ortaya çıkan somut bulgularla anlaşılan bu yapı, tıpkı 1990 sonunda İtalya'da ortaya çıkarılan Gladio teşkilatının daha üst yapılanması olan "P2 Mason Locası" isimli paralel devlet yapılanmasına benziyor. Hayret verici bir benzerlik söz konusu. Bu benzerlik belki tesadüftür belki de değildir..
PARALEL'E DE ERGENEKON'A DA HAYIR!
Ancak daha tehlikeli ve sinsi de olsa, paralel yapılanmanın varlığı Ergenekon ve benzer yapılanmaların varlığını yok kabul etmeyi gerektirmez. Kontrgerilla ve Ergenekon yapılanmalarının varlığı apaçık belgelerle, ses kayıtlarıyla, silahlarla ortaya çıkmış bulunuyor. Belki bazı delillerin tartışılmasının yeniden yapılması gerekebilir. Kamuoyunun vicdanının rahat etmesi için bu bizce de gereklidir. Ancak bunlar davaların esasını etkilemeyecek delillerdir. “Delil tartışmaları” bölümümüzde bu tartışmaları ayrıntılı olarak yapmıştık. Yapmaya da devam ediyoruz. Hiç bir yerde olmadığı kadar geniş bilgi yer alıyor burada. Kimseye haksızlık yapmak istemiyoruz. Kimseyi karalamak istemiyoruz. Kişilerin şeref ve haysiyeti herşeyin üstündedir. Bu yapının varlığı, davalar üzerinde de bir şüphe doğurmuş bulunuyor. Kanaatimizce davalar ya tümden ya da hiç olmazsa tartışılan bazı deliller açısından yeniden görülmeli. Ama bu süreçte, hiç bir tartışma yaşanmayan delillerin varlığı, ses kayıtları ve örgütsel faaliyet sonucu hayatını kaybetmiş insanların varlığı da, esasa taalluk etmeyen bazı itirazlar nedeniyle gözden kaçırılmamalı. Ayrıca tahliye edilen insanlar da sanki beraat etmiş masum melekler gibi gösterilmemeli. Aksi halde Ergenekon örgütünün yaptığı konusunda kamuoyunda şüphe bulunmayan Danıştay’a yapılan saldırıda öldürülen hakim Mustafa Yücel Özbilgin'in oğlu bir kez daha baba acısıyla yıkılır.
KATLEDİLEN HAKİMİN OĞLU: BEN DE BABAMI İSTİYORUM
Babasını öldüren sanık Alparslan Arslan'ın dünkü tahliyesine tepki gösteren oğul Gökhan Özbilgin şunları söylüyor: “Babam yargı eliyle yine şehit oldu. Dünya üzerinde bir yüksek mahkemeyi basıp da böyle bir şey yapan hiç kimseye 8 yıl tutuklu demezler. Hangi vicdan kabul eder bunu… Demek ki kabul eden vicdanlar varmış. İki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve 90 yıl hapis cezası almış birisi tahliye ediliyor. Şimdi madalya takarak karşılasınlar. Mutlu olanlar da vardır bu karardan. Peki mağdurların haklarını kim koruyacak. Danıştay saldırısı dünyanın gözü önünde oldu. Hangi vicdan, hangi hukuk bunu kabul eder biri bana anlatsın. Madem böyle bir karar verilebiliyorsa ben de babamı istiyorum.”
BİRİ EMRETMİŞ, BİRİ PLANLAMIŞ, BİRİ VURMUŞ, BİRİ KARARTMIŞ, BİRİ DE ÖRTMÜŞ
Oğul Özbilgin'in acısına katılmamak mümkün mü?.. Ancak olayı sadece tetikçi Arslan'ın üzerine yıkmak da bir haksızlık.. Hoşa gitmeyecek bir benzetme olabilir. Şöyle ki, nasıl bir maçta herkes koşar, katkı yapar ancak golü atan eller üstünde tutulursa, tersi de doğru. Danıştay saldırısını tetikçi Arslan'ın tek başına yaptığı bir eylem olarak görmek mümkün değil. Özellikle kameraların karartıldığının ortaya çıkması, Sıhhiye orduevi kameralarının da ne tesadüfse o günlerde kameralarının kayıt yapmaması, tetikçi Arslan'ın diğer sanıklarla ortaya çıkan bağlantıları ve daha sayılabilecek bir çok delil Ergenekon davası sürecinde ortaya çıktı. Bunu Ergenekon çevreleri de kabul ediyor. Danıştay saldırısının planlamasından örtülmesine kadar birbiriyle uyumlu gerçekleşen gelişmeler, “Biri emretmiş, biri planlamış, biri vurmuş, biri karartmış, biri de örtmüş..” deyişine neden oldu. Mahkeme de haklı olarak bunu gördü ve hükmünü verdi. Ne yani kameraları mahkeme heyeti mi kararttı?.. Önceki mahkeme saldırıya uğrayan diğer hakimlerin ifadesini almak gibi en temel yargılama şartını yerine getirmemişken sonraki getirmişse yanlış mı yaptı?.. Önceki mahkeme dinci kalkışma deyip davayı kısa sürede sonuçlandırmışken sonraki, tetikçi Arslan'ın dincilikle alakasının olmadığını ortaya çıkardıysa yanlış mı yaptı?.. Önceki mahkeme Arslan'ın diğer Ergenekon sanıklarıyla bağlantısı kendisine daha yargılama bitmemişken Ergenekon savcısı tarafından bir mektupla bildirilmesine rağmen hiç dikkate almadıysa, sonraki mahkeme ise bunu ortaya çıkardıysa yanlış mı yaptı?.. Yargıtay Ceza Kurulu somut gerekçelerle Danıştay davasını bozup davayı Ergenekon davasıyla birleştirdiyse yanlış mı yaptı?..
Sadece Arslan'ın tahliyesini eleştirip o saldırıda rol alan diğerlerine ses çıkarmayanlar, hatta onları kahramanlar ve masum melekler gibi göstermeye çalışanlar oğul Özbilgin'in yüzüne nasıl bakacaklar?..
TAHLİYELER BERAAT DEĞİL
Tahliye edilen sanıklar beraat etmiş değiller. Ergenekon çevrelerince muhtemelen kasten yapılan bu yanlış yansıtma, örgütün saldırılarında hayatını kaybedenlerin yakınlarına, sanıklara, sanık yakınlarına ve kamuoyuna karşı büyük bir haksızlık teşkil ediyor. Bu durum, onları yargılayan hakim ve savcılara karşı da büyük bir haksızlık oluşturuyor. Ergenekon davasında yargılama çok şeffaf ve kanaatimizce adil oldu. Elbette tartışılan yönler olabilir. Özellikle gerekçenin bu kadar uzun süredir yazılmamış olması kamuoyu vicdanında bir yara haline geldi. Dava dosyasının büyüklüğü gecikmeyi haklı gösterebilir. Ancak aksini söyleyen hukukçular da var.
Bu ve benzer detaylar tartışılabilir. Ancak bunlar esasa taalluk etmez. Uzun tutukluluk gerekçesiyle tahliye edilen sanıklar beraat etmiş değillerdir. Bu insanlar hakkında mahkeme suçlamaları sabit görüp ağır cezalar verdi. Bu bir gerçek. Ve Ergenekon davasında gerekçeli karar önümüzdeki günlerde ya da haftalarda -velev ki HSYK tarafından değiştirilen başka bir mahkeme heyeti ile bile olsa- tamamlandığı ve dava Yargıtay'a temyiz için gidip şayet cezalar Balyoz davasında olduğu gibi orada da onaylandığı taktirde şu an tahliye edilen sanıkların tekrar cezaevine girmek durumunda kalacağı unutulmamalı. Cemaat tabanlı paralel yapılanmaya hayır derken kısa süre öncesine kadar peşpeşe yaşadığımız darbe girişimlerini de hatırlamalı.. Sadece cemaat paralel yapılanmasına değil Kontrgerilla ve Ergenekon gibi diğer paralel devlet yapılanmalarına da hayır demeli..
(Abdullah Harun / kontrgerilla.com)