Vural, ziyaretlerde bulunmak üzere geldiği Artvin'de bir restoranda sivil toplum kuruluşu temsilcileri, iş adamları ve gazetecilerle kahvaltıda bir araya geldi.
Vural, burada yaptığı konuşmada, 30 Mart seçimlerinin çok önemli bir dönemeçte yapıldığını belirtti.
Yerel seçimlerinin ardından ilk defa milletin oyu ile Cumhurbaşkanlığı, ardından da genel seçimlerin yapılacağını anımsatan Vural, "Türkiye Cumhuriyeti devleti Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde modern bir devlet olarak kuruldu. Biz bir tebanın, birilerinin kulu olmak yerine vatandaş olmayı seçtik. Demokrasi içinde kendi kimliğimizle, irademizle devletimizi yönetebileceğimizi ve bugüne kadar da hep böyle yönettiğimizi ortaya koyduk. 30 Mart seçimleri öncesinde bugün yapacağımız muhakeme, Türkiye nereye gidiyor, bugünkü zihniyetin yeni Türkiye olarak adlandırdığı Türkiye, yeni bir Türkiye midir, yoksa geriye giden Türkiye midir" ifadelerini kullandı.
MHP olarak bu seçimlerin siyasi bir anlamının olduğunu düşündüklerini dile getiren Vural, şöyle devam etti:
"Türkiye'nin önündeki olayları bir düşünelim. Türkiye çözüm ve barış süreci adı altında bir sürece girdi. Şunu ifade etmeliyim ki terör, demokrasilerde çözüm alınması kabul edilemeyecek bir yöntemdir. Demokraside teröre prim verirsek, silaha prim verirsek, demokrasinin bir anlamı olmaz. O zaman insanlar sorunlarını çözmek için silaha sarılmayı meşru bir yöntem olarak görür. MHP olarak diyoruz ki silahı bir araç olarak kullanan, terörü bir tehdit aracı olarak kullanan zihniyeti muhatap almak demokrasiyi ortadan kaldırmaktır. Terör örgütünü muhatap aldıktan sonra bu yöntemi meşrulaştırmış olursunuz. MHP olarak çözüm ve barış süreci denilen bu süreci, terör örgütünün muhatap alınması, terörün legalleşmesi, terör örgütünün siyasal amaçları için elindeki gücü kullanmasını daha mümkün hale getirmesi bakımından son derece sakıncalı bulduğumuzu ifade ettik. Geldiğimiz nokta MHP'yi haklı kılmıştır. Güney ve Güneydoğu'dan Türk Silahlı Kuvvetleri çekilirken, Güney ve Güney Doğu'da Kuzey Kürdistan inşaatına başlandı."
Vural, günümüzün devlet yapısı içinde bir taraftan millet içinde paralel millet, bir devlet içinde paralel devlet oluşturulmak istendiğini savunarak, "Böyle bir yapı içinde, 30 Mart seçimlerinden sonraki süreç içinde İmralı'daki tutanaklar, protokoller, Oslo'daki protokoller, çok yakında başka şeyler de çıkacaktır. Tüm bunlarla ilgili pazarlıkların ne olduğunu hepimizin bilme hakkı var. İmralı tutanaklarının millet tarafından bilinmesi istenmiyorsa bu konuda çok daha başka pazarlıklar ve mutabakatlar yapıldığı, Türkiye'nin siyasi bir çözülmeye doğru götürülmesi konusunda genel bir mutabakat olduğu anlaşılıyor. Bu açıdan 30 Mart seçimleri bizim genel istikametimiz açısından çok önemli" diye konuştu.
-"Hukuk devleti yoksa devlet artık otoriter bir devlet olmuştur"
Vural, bugün yasama, yürütme, yargının adeta birleşmiş kamplar gibi gücün tekeline girme eğiliminde olduğunu öne sürerek, şunları söyledi:
"Alo Fatih hatlarıyla, ihale havuzlarıyla oluşturulan medya, yasama, yürütme ve yargının ne yaptığını sorgulaması gereken medya, adeta körleştirilmiş bir toplumun beyaz asası gibi bize yol göstermeye çalışıyor. Sorgulama yok. Havuz medyası alıyor karşısına üç beş adamı, çanak sorularla milleti aldatıp kandırmaya çalışıyor. Medyada müdahale ortada. İhale havuzları ortada. Yargıya müdahale Danıştay başkanı seçiminden tutun, bir takım kimsenin mahkemelerine kadar müdahalelerin yaşandığı bir ortam içinde yaşıyoruz. Bugün geldiğimiz bu noktada 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan sonra demokrasi ve özgürlüğümüze yönelik tehditlerin daha çok arttığını, baskıların daha çok arttığını görüyoruz. Adli kolluk yürütmeye bağlanmak istendi, Danıştay'dan döndü. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üzerinde yine yasama iradesiyle yürütmenin hakim olması sağlanıp Adalet Bakanına bağlandı. Adalet Bakanı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna atamayı yapan daireye müdahale ederek kendi yandaşlarını getirip hakim ve savcılara müdahale etmeye başladı. Adli kolluk, polisler darmadağın edildi. Bu sadece rüşvet ve yolsuzlukla ilgili hususu kapatmak değil, bizim demokrasimize, özgürlüklerimize, hukuk devletimize bir darbedir."
"Hukuk devleti yoksa devlet artık otoriter bir devlet olmuştur" diyen Vural, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Devleti yönetenlerin de hukuka uygun olması lazım. Siyaseten rüşvet ve yolsuzluk savunulacak bir noktaya gelmişse, '17 Aralık bizim günah işleme özgürlüğümüze bir darbedir' deniyorsa bu bir ahlakı çöküştür. Bunu nasıl durduracağız? Eğer hukuka aykırılık meşrulaştırılabiliyorsa, hesap vermesi gerekenler hesap vermekten kaçırılıyorsa, 29 yaşındaki İranlı ajan Türkiye Cumhuriyeti devletinin 4 bakanını rüşvete bağlamışsa ve bunlarla ilgili fezlekeler TBMM'ye gecikmeyle gelmiş, Rıza Sarraf kara para aklayıcısı olarak şüpheli olarak bir soruşturmada yer alıyorsa ve tahliye edildiğinde 'hak yerini buldu' deniyorsa tuz kokmuş demektir. Milli iradeyi, milli iradeyle gelenlerin milletin hakkının, hukukunun soyulmasına kılıf olarak kullanması, Türkiye için çok önemli tehdit algısıdır. 30 Mart ve sonrasında yapacağımız seçimler, bizim milli devlet, üniter devlet, demokrasi, özgürlükler, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ilkesine mi gideceğiz, yoksa otoriter, kula kulluk eden, korkutulmuş, sindirilmiş, 'evet efendim, sen bilirsin' diyen bir zihniyet tarafından mı yönetileceğimizin istikametini belirleyecektir."
-İlker Başbuğ'un tahliyesi
Oktay Vural, bir gazetecinin İlker Başbuğ'un tahliyesi konusundaki görüşlerini sorması üzerine, İlker Başbuğ'un, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde bir terörist başı olarak tutuklanması ve bu tutuklanma sonrasında yapılan mahkeme neticesinde hüküm giymesinin milletin vicdanını yaraladığını söyleyerek, "Maalesef İmralı canisi, terörist başı adeta bir özgürlük savaşçısı olarak devlet tarafından muhatap alınırken, terörle mücadele etmiş kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinin Genelkurmay Başkanının terörist başı olarak nitelendirilerek hapse atılmış olması Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yönetim zihniyetini açık şekilde ortaya koymaktadır" yanıtını verdi.
İlker Başbuğ'un bu süreç içerisinde tahliye edilmesinden büyük memnuniyet duyduğunu ifade eden Vural, şöyle konuştu:
"Büyük bir garabetti ama umarım tahliye ile neticelenmez, inşallah bu konuda beraatını temin edecek adımlar atılması lazım. Fakat unutmayalım ki İlker Başbuğ'a, Andıç ile ilgili bu süreç içerisinde yöneltilen ithamlar bizzat Adalet ve Kalkınma Partisi'nin de yönelttiği ithamlardı ve bir tek İlker Başbuğ'a ayrıldığı zaman Genelkurmay Başkanlarına verilen üstün hizmet madalyası Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından verilmemişti. İlker Başbuğ tutuklandığı, mahkeme önüne çıktığı zaman, 'Türkiye üstünlerin hukuku değil, herkes gibi Genelkurmay Başkanı da elbet mahkeme önüne çıkabilir' diyerek Adalet ve Kalkınma Partisi sözcüleri tarafından Başbuğ hakkında hüküm ifade edilmişti ve İlker Başbuğ'un Yüce Divan'da yargılanması gerektiğini iddia etmemize rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bütün yöneticileri kalkıp 'efendim, Yüce Divan'da yargılanması söz konusu olamaz. Bu eylemler görevinden dolayı işlenmiş eylemler değildir' diyerek onun Yüce Divan'da yargılanmasının önünü engellediler. Bugün hangi yüzle utanmadan, sıkılmadan İlker Başbuğ'u Başbakan telefonla arıyor? Hem suçluyorsunuz, hem onun Yüce Divan'da yargılanmasını engelliyorsunuz, ondan sonra tahliyesi ile ilgili bir de konuşuyorsunuz?
Umarım, açıklanan bu tahliye sonrasındaki gelişmelerle beraatla sonuçlanacak sürecin başlangıcı olur. Tabii İlker Başbuğ'un serbest bırakıldığı bir ortamda, İstanbul Milletvekilimiz Engin Alan'ın neden içeride tutulduğunun cevabının Anayasa Mahkemesi tarafından verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bir an önce eşitlik ilkesi çerçevesinde Engin Alan'ın da tahliye edilmesini beklediğimizi ifade etmek istiyorum."