Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

'Ulan Öküz Anadolu ve yaşananlar'

12 Yıl Önce Güncellendi

2014-02-22 14:35:46

'Ulan Öküz Anadolu ve yaşananlar'

“ULAN ÖKÜZ ANADOLULU!..” VE YAŞANANLAR…"
 
MEHMET ABİDİN KARTAL
 
Türkiye’de kimsenin adını doğru koyamadığı örtülü ve kansız bir iktidar mücadelesi, millî  irade   temsilcileri ile  devletin  kurumlarının içinde yuvalanıp paravan yaparak arkasına saklanan ve kendini çok iyi kamufle eden darbeci, komplocu, baskıcı, tepeden inmeci, dayatmacı zihniyet arasında devam etmektedir. Bu zihniyet zaman zaman değişik enstrümanları  kullanarak hedefine varmak ister. Bu bazen askeri vesayeti, bazen de sivil vesayeti kullanarak olur. Bazen de inananlar, kardeşler arasına fitne sokarak milli irade temsilcilerini yok ederek hedeflerine varmak isterler. 17 Aralık 2013’ te bu fitne deşifre olmuştur.
Darbeci, komplocu, baskıcı, tepeden inmeci, dayatmacı zihniyetin ülkemizde yaptıklarını ve yapmaya çalıştıklarını gözden geçirerek bugün yaşananlara bakacak olursak…
Dayatmacı zihniyete göre köylünün, milletin, okuma, isteme, yapma, seçme, belli makamlara gelme,  imkanlardan faydalanma hakkı yoktur. Tek Parti rejiminde bu uygulamaları açıkça görmekteyiz.
  Atatürk "Köylü efendimizdir" demişti ama "Köylü efendidir" denilerek de köylülerin efendi olmadığı tecrübe edilmişti. Bilhassa  Türkiye’de 1950’ye kadar yaşananlar ve yapılanlar bu gerçeği  doğruluyor. İşte  bu dönemde yaşanan ve siyasi tarih açısından da üzerinde tezlerin yazılması gereken ibretlik bir olay. Bu olayda milli iradenin karşısındaki zihniyetin, Anadolu insanına, köylüye biçtiği rolü görüyoruz.
Türk siyasi tarihinin ve düşünce dünyasının önemli isimlerinden Osman Yüksel Serdengeçti,  Fakülte öğrenciliği sırasında 1944 mayısında meydana gelen olaylara karıştığı için bir süre hapis yatmış, hapisten çıktıktan sonra öğrenim için aynı fakülteye başvurmuşsa da bu isteği reddedilince dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e hitaben yazdığı ve "Yüksek makamın alçak vekiline" diye başlayan yazı yüzünden yeniden hapsedilmiştir.
İşte o yıllarda Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesinin 3. sınıfında öğrenciyken 3 Mayıs 1944 yılında tutuklanıp huzura çıkarılan  Osman Yüksel Serdengeçti ye şöyle der; Ankara'nın Kudretli! valilerinden Nevzat Tandoğan, "Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek." der (Doç. Dr. Özcan Yeniçeri, Yönetim ve Bürokrasinin Yozlaşmadaki Rolü-II)
İşte Nevzat Tandoğan'da şekillenen bu zihniyet; kurulan yeni Cumhuriyet'te kendisini ayrıcalıklı sayan, Cumhuriyet'in anlamının toplumu meydana getiren tüm bireylerin vatandaş olarak eşit statüde olduğunu anlamayan bir avuç elit zümreyi ifade ediyor.
 14 Mayıs 1950 ‘de ‘Yeter söz milletindir’ diyerek, milleti ile  bütünleşen, demokrat parti iktidarıyla birlikte, köylüler, çiftçiler kentlere gelmeye başladılar. Onların çocukları da okumaya, meslek sahibi olmaya ve siyasete girmeye başladılar.”Öküz Anadolulular” çiftçilik ve askerlik dışında da iş yapmaya başladılar. Milleti sürü sayan zihniyet bundan rahatsız olmaya başladı. Demokrat Parti iktidarı, ayrıcalıklı zümreye ve çocuklarına rezerve edilmiş mevki ve makamları `Hasolar`, `Memolar` veya `ağzı çorba kokanlar`la paylaştırmaya başladı. 1950’lerde Halkın; CHP’lilerin DP’lileri kast ederek;” Ne yani ülkeyi Hasolar, Memolar mı yönetecek” sözünü affetmeyip DP yi büyük bir güçle iktidara getirmeleri buna bir misaldir. Halk kendine değer verenlere her zaman destek olmuş onları baş tacı yapmıştır.
14 Mayıs 1950 ‘de ‘Yeter söz milletindir’ diyerek, milleti ile  bütünleşen,  Adnan Menderes’in  Demokrat Partisi 69’a karşı 408 milletvekili çıkararak,  CHP’ye tarihi bir ders verdi. Bu öyle bir dersti ki, milleti hor gören, ona “Öküz Anadolulular” gözüyle bakan CHP zihniyeti  bir daha tek başına iktidar yüzü görmedi.
Artık millet söz sahibiydi. Millet söz sahibi olduğu içinde, yıllar yılı onun rağmına yapılan icraatlara son veriliyor,  milletin istediği işler yapılmaya başlıyordu.
Yıllardan beri millete karşı yürütülen dinî baskılar, dine yönelik yasak ve engellemeler DP gelince son buluyordu. Menderes hükümeti daha ilk ayında 18 yıllık aslına uygun olarak okutulması yasaklanan ezana hürriyetini veriyor, ezan serbest bırakılıyordu. İktidarın iki ayı dolmadan da radyoda dinî program yasağı kaldırılmış ve haftada iki gün Kur’ân okunmasına başlanmıştı.
Başbakan Adnan Menderes’in dine ve dindarlara tavrı ise açık ve kesin idi. Daha 1951’de “irtica” iddiasıyla dindarlara baskı yapılmasının hesabını kuranlara karşı, “DP, vicdan hürriyetine riayet edeceğini beş yıl evvel programıyla millete vaad etmiştir” cevabını veriyordu. “Türk Milleti Müslüman dır ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvela kendine ve gelecek nesillere dinini telkin, onun esasını ve kaidelerini öğrenmesi, ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır” diyen Menderes’ti. Ezanın aslına çevrilmesine sebep olduğu için Menderes, “İslâm kahramanıdır.”
 
Menderes devri, demokrasi, hürriyet ve dini inkişaf devri olduğu kadar, fakirlikten kurtuluşun diğer bir adıydı…
Anadolu köylüsünün şartlarını, tarım ekonomisine dayanan Türkiye’de toprağın, toprakta çalışan insanın durumunu çok iyi bilen Menderes, bu ülkenin fakir tabakalarının, köylüsünün, şehirlisinin, kasketli, çarıklı, poturlu, ve şalvarlıların hayat şartlarını çok iyi bildiği için, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkân dahilinde olduğunu göstermiş bir iktidarın parlak başbakanıdır.( Demokrat Parti'nin İktisat Politikası 1950-1954, Kartal, Mehmet Abidin. İstanbul 2000, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Kütüphanesi,Yer numarası, YLT E 168,Tür, Tez, Barkod, EFKYLTE168)
”Öküz Anadolulular”ın çiftçilik ve askerlik dışında da iş yapmaya başlamaları,. milleti sürü sayan zihniyeti rahatsız etmeye  başladı. Bu zihniyetin temsilcileri, 27 mayıs 1960’da askeri darbe ile iktidarı ele geçirdiler. Darbenin nedeni, demokrasi yoluyla iktidara gelinemeyeceği düşüncesinin pekişmesinde yatıyor: 1950-60 arasındaki seçimler tek parti zihniyeti ile yetişmiş ve tek partinin hasretini duyan kesimlere, siyaset alanındaki temsilcisi CHP ile iktidara gelmesinin çok zor, hatta neredeyse imkansız olduğunu gösterdi. Bu yüzden demokratik iktidarların kendi alanlarını daraltmasını önlemek ve iktidarı da ellerinde tutmak için sistemi yeniden dizayn etmeye karar verdiler.
27 Mayıs, demokrasiye ve millî iradenin üstünlüğüne karşı bir bürokratik tepki eylemiydi. Arka planda, onların demokrasiye karşı şartları vardı: CHP iktidar olacak! CHP iktidar olursa, demokrasi meşru olur; CHP iktidar olamıyorsa, demokrasi meşruiyetini kaybeder! Tek bir iktidar partisi olacak: CHP. Yanında da, iktidara gelmeyi düşünmeyen ve düşünmemesi de gereken bir muhalefet partisi bulunacak! Bizim çok partiye geçişimiz böyle bir dizaynın eseriydi. Ama millet eğitimli değil ki, gitti DP'ye oy verdi ve sistemin temeline yerleştirilen meşruiyet esası zedelendi! Yassıada Mahkemesi'nin sorduğu hesap buydu işte!
"Siz nasıl iktidar olursunuz be! Siz kimsiniz? İsmet Paşa ve CHP varken iktidar olma had bilmezliğini nasıl gösterirsiniz?" demek istediler de biraz ayıp olur diye tam söyleyemediler.
27 Mayıs ihtilali askeri darbeleri başlatan kanlı bir ihtilaldir. Bu ülke başbakanını ve iki bakanını asarak demokrasi tarihine kara bir leke bırakmış, demokrat dünyaya Türkiye’yi rezil etmiştir. 27 Mayıs, istikrarlı ve sağlıklı bir siyasî bünyenin gelişmesine, güçlü, rasyonel ve çevik bir devlet cihazının kurumlaşmasına engel olmuştur. Demokrasiyi tahrip etmiş, siyasî kimlikleri yok etmiş ve sivil siyasî aktörlere duyulan güveni mesnetsiz bırakmıştır. Sürekli düşmanlardan bahsetmek, topluma korku salmak geleneği de 27 Mayıs’ın bakiyesidir
Peki ne yapmıştı 27 Mayıs mağduru ve mazlumu Menderes? Millete millet olduğunu hatırlatmış. Ulus’a giremeyen çarıklı köylüler özgürce girebilmiştir. Ülke için yaptığı maddî hizmetlerinin yanında manevî hizmetlere önem vermesi misyonun olmazsa olmazı olmuştur. DP’nin ilk icraatı ezân-ı Muhammediyeyi (asm) aslına çevirmek olmuş, iktidara gelmesinin üzerinden 1 yıl geçtikten sonra imam hatipleri, 7 yıl sonrada Yüksek İslâm Enstitülerini açarak milletin manevîyatı alanında büyük hizmetler yapmıştır. Radyoda dinî program yapılması yasağı kaldırılmış, okullara din dersi konulmuştur… Yapılanlar 27 mayıs zihniyetinin arka planına ayıkırıydı. Bu durumda yapılanlar suçdu. Suçun cezası ihtilal yaparak, başbakanı ve iki bakanı mesnetsiz iddialarla asmaktı!
Neydi Menderes’in suçu? Menderes geldi, “Yeter! Söz milletin!” dedi. Sen misin millete gücünü ve asaletini hatırlatan! Sen misin sözün millette olduğunu söyleyen! Haydi darağacına! Senin asıl suçun, bu ülkede millete millet olduğunu hatırlatmak ve ona özgüven aşılamaktır. Onun sevgisini kazanmaktır. Bebek-Köpek davası mı? Bunlar prosedür gereği. Hani, “Siz asın, gerekçesi arkadan gelir” misali. Aslında asılan Adnan Menderes değildi. Asılan milletin gücüydü. Asılan milletin değerleriydi. Asılan milletin ta kendisiydi.
Türk siyasi tarihinin ilk askeri darbesinin üzerinden yarım asır geçti. 27 Mayıs 1960 yılındaki darbenin demokrasiye faturası ağır oldu. Aradan geçen yarım yüzyıla  rağmen darbe sözü Türkiye'nin lügatinden bir türlü çıkmadı. 27 Mayıs'ı 12 Mart muhtırası, 12 Mart'ı da 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan süreçleri takip etti. Ergenekon ve balyoz davalarıyla birlikte cami bombalamalardan uçak düşürmelere, suikastlardan fişlemelere kadar birçok darbe planı deşifre oldu.
Devletin önemli mevkilerinde aile hiyerarşisinin devam edilmek istenmesi, Anadolu'dan yetişen yeni nesillerin devlet yönetiminde etkin olmaya başlaması, siyasete girmesi ve sermayeye ortak olması bu elit kesimi oldukça hırçınlaştırmış olacak ki; artık hak, hukuk kavramlarını da adeta milleti salak yerine koyarak kendi anlayışlarıyla yorumlamaya başladılar.
Daha  düne kadar,  genelde yoksul halk çocuklarının bir an önce bir meslek öğrenip hayata atılmak için tercih ettiği Meslek Liseleri'nin yine dinini yaşamak isteyen ve çocuklarına en azından ibadetlerini yapabilecek kadar dini eğitim aldırmak için gönderdikleri İmam Hatip okullarının önünü her türlü bilimsel yaklaşımdan uzak katsayı ucubesiyle, yine inanç özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi gereken ve dünya da örneği olmayan başörtülü öğrencilerin üniversite eğitimi almalarının önünü kesmenin anlamı nedir?
Anlamı şudur, yoksul Anadolu çocuklarının ve dini eğitim almış bu çocukların önünü kesmezsek yarın bunlar Cumhurbaşkanı olur, Başbakan olur, Profesör olur,  Vali olur, Kaymakam olur, Büyükelçi olur, Hakim, Savcı olur, büyük büyük holding sahipleri olur…  Öyleyse ne yapıp edip önlerini keselim. Burada kaşımıza vesayet, millete güvenmeme, hakları engelleme çıkıyor.
Vesayet; demokrasinin bir eksikliği, ayıbı ya da hastalığının bir ifadesidir. Milletin iradesinin hacir altına alınmasıdır. Bu hastalıklı zihniyete göre, halk cahildir, iyiyi kötüden ayırt edemez, seçeceği kişiyi bilemez, kendi hayatı ve geleceği hakkında karar veremez. Bunlar “öküz Anadoluludur” Yapacakları iş bellidir, çiftçilik yapmak ve askere gitmektir. Halk kendi kendini yönetemez. Ülkenin yönetimi ‘Hasolara, Memolara’ emanet edilemez. ‘Göbeğini kaşıyan adamların’, ‘kendini arayan köylülerin’ oy verdiği bir parti isterse yüzde 80-90 oranında oy alsın iktidar olamaz. Seçkin vasilerin uygun görmediği onaylamadığı hiçbir adımı atamaz. Yine bu hastalıklı zihniyete göre siyasi partilere de güvenilemez...
Türk demokrasisinin en büyük zaafı, yukarıdan aşağıya doğru yani vesayetçi seçkinlerin bir lütf-u şahanesi olarak kurulmuş olmasıdır. Diğer bir deyişle vasilerin izin verdiği ölçüde kısıtlı, ayıplı, eksik bir demokrasi. Yukarıdan kurulduğu için de yine yukarıdan askıya alınan bir demokrasi. Böyle olunca da demokrasimiz bir türlü kurumsallaşamıyor ve tam demokrasi hedefine ulaşılamıyor. Ancak demokrasi aşağıdan yukarıya doğru inşa ettiği gün, demokrasi ayağına vurulmuş olan vesayet prangasından kurtulmuş olur.
12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halkoylamasının Evet çıkmasıyla Anayasada önemli değişiklikler oldu   Demokrasinin ayağına vurulmuş olan vesayet prangasından kurtulmanın ilk adımı atılmış oldu.  Referandumdan 'evet' çıkması Türkiye'nin sorun çözme yeteneğini yeniden keşfetmesini sağlarken, bu sonuçlar birçok yapısal problemin üzerine daha kararlılıkla gidilmesini sağlayabilir. 1961 ve 1982 anayasalarında, millet iradesine konulan ipotek ve kurulan vesayet sistemi göz önüne alındığında yapılan işin mahiyeti çok daha net görülecektir. Referandum sonuçları Türkiye'nin yüzyıllık kaderini değiştirme imkânını sağlayabilir.        Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri, kendilerini elit, ülkenin ve sistemin asıl sahibi gören otoriter azınlığın, bu milleti anlamaya çalışmaması... Milleti kaba, cahil bir halk yığını  kabul etmeleri...”öküz Anadolulu”  görmeleri. Milleti tanımıyorsun, değerlerini benimsemiyor ve küçümsüyorsun, Türkiye'nin nereye gittiğini ve dünyayı okuyamıyorsun, ama her şeyin en doğrusunu da yine sen biliyorsun... Bu zihniyetin değişmesi gerekiyor. Bu ülkede yaşayan herkes sıradanlaşmalı. Kendine uygulanmasını istemediği politikayı başkasına müstahak görmek demokrasi ile bağdaşmaz. Demokrasinin düşüncemize sevimsiz gelen sonuçlarıyla beraber bir bütün halinde güzel ve gerekli olduğunu anladığımız ve onun da ötesinde bu düşünceyi içselleştirdiğimiz zaman Türk demokrasisinin ayakları yere sağlam basacaktır.
90 yıllık Cumhuriyet geçmişimize baktığımızda elit zümre her zaman kendini hissettirmiş, halkına hep tepeden bakan bu zümrenin, kendi dünya görüşü ve yaşam biçimine uymayan toplumun geniş kesimini kamu haklarından mahrum bırakmak için askeri ve sivil vesayet darbe planları yapmakla zaman geçirmişler. Bu elit zümrenin  17 Aralık 2013 itibaren strateji değişikliği yaptığı deşifre olmuştur. Zaman kardeşlik zamanı denilirken, kardeşler arasına fitne tohumları  atılarak elit zümre hedefine varmaya çalışıyor.Fitne demokrasinin en büyük düşmanıdır. Fitne İslam düşmanlarının ümmet üzerinde oynadıkları soğuk savaş biçimidir ki; ne zaman birliğimize, bütünlüğümüze sahip çıkamadıysak ve ne zaman tehlikeleri görmezden geldiysek veya gaflete düşüp tehlikeleri görmedi isek işte o zaman fitne çukurlarında çok ağır bedeller ödedik, çok büyük acılar çektik. Bu fitne,  daha düne kadar zaman kardeşlik zamanı denilirken ve uzun zamandır var olma mücadelesi ile kenetlenmiş birbirinin kusurunu görmeyerek kardeşlik içerisinde aynı amaç ve maksada birlikte yürüyen insanlarımızı  maalesef  birbirini dinlemez, hoş görmez hale getirmeye başladı. Sonuç ne olursa olsun, böyle giderse, böyle birbirimizin yüzüne bakamaz hale geldikçe kazanan olmayacak. Yapılması gereken, gelin birbirimizle uğraşmayı bırakalım, hayırda, iyiliklerde, refah ve huzur için beraber olalım…Ülkemizi uçuruma götürmeyelim… Milli iradenin kıymetini bilelim. Ne diyordu darbeci zihniyetinin arka planındakiler. Yoksul Anadolu çocuklarının ve dini eğitim almış bu çocukların önünü kesmezsek yarın bunlar Cumhurbaşkanı olur, Başbakan olur, Profesör olur,  Vali olur, Kaymakam olur, Büyükelçi olur, Hakim, Savcı olur, büyük büyük holding sahipleri olur…  Evet başbakan oldular, cumhurbaşkanı oldular . 2002’den bugüne ülkemizde güzel şeyler oluyor. Milli iradenin baltalanmasına izin vermeyelim.. Şer güçlerinin  bayram yapmasına izin vermeyelim.. Bunu görelim…          Peygamberimiz (sav), Rabbinden, ümmetinin suya gark edilmemesini istemiş, duası kabul edilmişti; ümmetinin kıtlıkla ve açlıkla helak edilmemesini istemiş, o da kabul görmüş. Ancak ümmetinin fitneye düşmemesi talebine, yazık ki ilahi cenaptan icabet edilmemiş…
Fitne imtihan demektir. Anarşi, terör, bozgunculuk, şirk, belâ ve daha başka anlamları olsa da genel olarak bölücülük ve bozgunculuk anlamında kullanılır
Bir büyük imtihanla karşı karşıyayız. Sağduyulu hareket etmenin, bir şey söylemeden önce derin bir nefes alıp biraz düşünmenin, yangına körükle değil suyla gitmenin ve fitne ateşini söndürmenin zamanıdır. Herkes kendi kulvarında hizmet vermeli, kimse kimsenin “ayağına basmamalı”dır. Devleti seçilmiş siyasetçi yönetmeli, her türlü vesayeti sona erdirecek kurumsal tedbirler alınmalı, devlet hesap verebilir bir aygıt haline getirilmeli, hukukun üstünlüğü tesis edilmeli, toplumu iyiye doğru değiştirip dönüştürmek isteyen sivil toplum kurumları da bunu eğitim ve sosyal yardım gibi gönüllü faaliyetler aracılığıyla gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Bu konularda gerekli kolaylıklar gösterilmelidir.

(http://www.hurfikirler.com/yazi3722/hukumet-cemaat-catismasi-fitneyi-onlemeye-yonelik-bir-sagduyu-cagrisi.php
)
 
 
Mehmet Abidin Kartal
1962’de Hatay ilinin Yayladağı ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Yayladağı’nda yaptı. Dokuz Eylül Üniversitesi, İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi, İktisat bölümünden 1985’te mezun oldu. 1987 yılında askerliğini Mardin’de yedek subay olarak yaptı. 2000 yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünden “Demokrat Partinin İktisat Politikası, 1950-1954” tezini hazırlayarak master (yüksek lisans) mezun oldu. Değişik gazete ve dergilerde bini aşkın makale ve araştırmaları yayınlanmıştır.Yurt içinde ve yurt dışında birçok sempozyuma katılarak tebliğler sunmuştur.Değişik dersanelerde ve özel olarak uygulamalı Muhasebe dersleri vermektedir. Mali Müşavir olan Mehmet Abidin Kartal, Serpil hanımla evli Ayşenur ve Mehmet Bilal adında iki çocuğu vardır.
Yayınlanmış Eserleri
* Risale-i Nur’dan İktisadî Prensipler, İstanbul, Yeni Asya 2009, 2. baskı
* Çocukluktan Gençliğe Başarılı Adımlar, İstanbul,  Yeni Asya 2008, 2. baskı
*Küresel Krizden  Küresel Huzura, İstanbul, Yeni Asya 2009
*Engelleri Aş Başarıyı Yakala, İstanbul,  Paraf  Yayınları 2010
*Huzurlu Nasıl Yaşanır, İstanbul,  Kar Çiçeği 2012
*Demokrasi Kahramanı Menderes, 1-2-3-4-5-6, cilt,  Nev Yayınları İstanbul 2013
*İslam Hukukunun Kurucusu - Hz. Aişe (R.A) ,  Nev Yayınları İstanbul 2013
*Sosyal Barışın Sağlanmasında – Helal Kazanç, Helal Lokma, Nev Yayınları İstanbul 2013
*İnsanı Yaşat ki , Devlet Yaşasın- Osman Bey, Nev Yayınları İstanbul 2013
* Sanal Dünyada Yaşayanlar, Nev Yayınları İstanbul 2013
 
     

Haber Ara