Umudumu kuşatan ihanetin imanı
Karılmış gibi sanki, karıştırılmış gibi, gözlerinden kan damlayan hayatın yüreğime bastırmam için avuçlarıma bıraktığı umut kırıntılarını benden çalıyorlar gibi, sanki avuçlarımı eziyorlar gibi.
12 Yıl Önce Güncellendi
2014-02-06 13:09:50
Ucuz romanların bahçıvanı gibi hissediyorum kendimi. Sonbahar yapraklarıyla, entrikaların arasında yeşili arayan , yeşili ayıran gibi. Uzunca bir yolculuk var gözümde gidelim istiyorum buralardan. Modern hayatın afyonlayan vitrinlerinin, büyülü ekranlarının ve lanetli şekillerin ruhumuzda açtığı yaralara şifa niyetine
Hazırlanmadan, toparlanmadan gidelim ama. Önce umudu, sonra ihaneti göstereyim sana. Giderken İmanın umudunu, gelirken ihanetin imanını göstereyim… Gidelim hadi..!
‘’Nereden başladı bu kesik dans’’ diyen şairin satırlara dokunduğu gibi dokunuyorum. ACI’nın parmak uçlarımdan süzülürken haykırdığı çığlıklara seninde şahit olmanı istiyorum. Ve aslında bende o ACI’ nın bir gün vurulacağına inanıyorum.
Şair demişken, Ukaz Panayırında ki şairi bilirmisin ? Yorgun ve nemli gözleriyle, dolu dolu bir bekleyişe şahit olan şairi diyorum. Henüz Elçinin tebliğine iki yıl kadar bir süre varken, çağlara değen sesiyle şöyle başlamıştı söze Ukaz Panayırında.
“Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız. Yaşayan ölür. Ölen fenâ olur. Olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter. Çocuklar doğar, analarının babalarının yerini tutar. Sonra hepsi mahvolup gider. Hadiselerin ardı arkası kesilmez. Hemen birbirini takib edip kovalar. Kulak veriniz, dikkat ediniz! Gökte haber, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü bir ferş-i eyvân, gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur.
Yemin ederim Allah’ın indinde bir din vardır ki, şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir ve Allah’ın gelecek olan bir peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakın oldu. Gölgesi başınız üstüne geldi. Ne mutlu o kimseye ki, ona iman edip de, o dahi ona hidayet eyleye. Vay ona isyan ve muhalefet eden bedbahta. Yazıklar olsun ömürleri gaflet ile geçen ümmetlere!..’’
Derken Kabb Bin Said, Allah’ın gelecek olan Peygamberi de ordaydı. Gözleri şaire dikilmişken, yüreği her kelimenin anlamını tek tek tartıyor, sonsuzluğun ufkuna doğru yol alışının manevi hazırlığını hayretle izliyordu. Şaiir, şiiri için en mukaddes kelimelerini yüreğini parçalarcasına seçerken, şiir anlamın zirvesine ulaşan yürekte şaiire bakıyordu.
Biliyorum, onun kadar anlamasam da hayatı, onun beklediğine adanmışlığımın verdiği güçle ihanetin, acının ve entrikanın ortasında dahi, yüreğimdeki umutlu bekleyişle bütün şeytani tuzaklara meydan okuyorum. Mahvolup giden şeylerin hayatımızda ne kadar yer işgal ettiğini hayatın en iyi eğitme metodu olan acı tecrübeleriyle daha iyi öğreniyorum . Nar taneleri gibi dağılmış, ezilmiş, savrulmuş ve uzaklaşmış parçalarımı toplama arzusu ile gayretimin çaresizliği arasında yanıyorum. Belki de Yermuk kampında bir anneyi, Filistin’de bir babayı Rabia meydanında emperyalizmin kullarına La İlahe İllallah diyen Muvahidi taklid ediyorum.
Gidelim hadi dönelim tam buradan, umudu gördük seninle Kuss Bin Said in bu haykırışından iki yıl sonra gelen ilk mesaj henüz yeni yeni idrak ediliyordu ki ihanetler başladı. Ama biz bu tarafa gelelim biraz, zamanımıza en uygun ihaneti bulalım. Umudumu kimlerin ne şekilde gaspetmeye çalıştığını göstereyim sana. Ukaz panayırında ki şaiiri de o şairin beklediği Elçiyi de anlamayan adamın, ümmetin umudunu nasıl katlettiğini izleyelim.
Yıl 1920, Topal Molla lakabıyla tanınan bir zat, Afganistan'da başlattı oyununu. Peygamberin adını kullanarak onun varisi olduğunu söyleyip bir tekke kurdu.
Topal Molla çok etkili bir şekilde kısa sürede etkin bir nüfuza ulaştı ne de olsa din için yola çıkmıştı(!) . Müritleri 3 yıl içinde 200 bine ulaştı. 1925 yılın da müritlerinin sayısı 300 bini aşan Topal Molla, Afganistan’ın yenilikçi, idealist ve mezhep kavgalarına son veren emiri Emanullah Hana karşı ayaklanma hareketini başlattı. Bir yıl boyunca Afganistan'da kan gövdeyi götürüyor vahşet her yeri sarıyordu. Sonun da Emanullah Han, ülkesini terk etmek zorunda kalmıştı. Ülkesinden ayrılan Emanullah Han, Afgan sınırına geldiğinde yanına sakalsız fötr şapkalı ve takım elbiseli bir 'adam' sokuluyor ve çok güzel konuştuğu Urducasıyla soruyordu: Beni tanıdın mı ? Ben meşhur Topal Molla'yım. Afganistan'daki görevim bitti, İngiltere'ye dönüyorum.
’’Seni tanıdım’’ dedi Emir. ‘’ Ben senin İngiliz casusu olduğunu biliyordum. Fakat halkıma o kadar çok tesir etmiştin ki, senin casus olduğuna onları inandırmanın çok zor olacağını düşündüm.’’
Sözün bittiği yerdeyim aslında, bu semboller çığlıklarım.
Ve ben sonsuzluk yolcuğunun müebbet yolcusu olarak Kuss Bin Said gibi hayatımı, imanımı ve onurumu inşa eden değerlere –vahiye- , çağlara ses veren bir umut, özlem ve inançla yaşamak için talip olmazsam eğer, Topal Mollaların ihanetiyle aldatılmaya, şaşırmaya, kaybetmeye, bocalamaya ve kahrolmaya mahkum olacağım.
Vahyi anlayan ve kuşanan bir gençlik duasıyla…
YUSUF DAĞ
Haber Ara