Yermük’te açlıktan ölümlere seyirci kalmamak
Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sayılı aydınlarından olan usta yazar Nuri Pakdil, bir yazısında; ‘’Çağdaş insanın en büyük sorunu vicdansızlığıdır’’ der. Bu, son derece yerinde bir tespittir ve Pakdil, yaşamı boyunca insanları vicdanlı olmaya, kendilerinden başkalarını düşünmeye davet eder. Nuri Pakdil’in bu sözü bugün Suriye’de yaşanan insanlık dramına sessiz kalan insanlığın durumunu düşündükçe daha bir anlam kazanıyor.
12 Yıl Önce Güncellendi
2014-02-05 15:30:16
Şimdi Değilse Ne Zaman?
Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sayılı aydınlarından olan usta yazar Nuri Pakdil, bir yazısında; ‘’Çağdaş insanın en büyük sorunu vicdansızlığıdır’’ der. Bu, son derece yerinde bir tespittir ve Pakdil, yaşamı boyunca insanları vicdanlı olmaya, kendilerinden başkalarını düşünmeye davet eder. Nuri Pakdil’in bu sözü bugün Suriye’de yaşanan insanlık dramına sessiz kalan insanlığın durumunu düşündükçe daha bir anlam kazanıyor.
Merhametli olmak, vicdanlı olmak, kendinden başkasını düşünmek, Müslüman olmanın da ötesinde insan olmanın gereklerindendir. Ama İslam, bu ‘’gerekli olma’’ durumunu daha da sağlama alarak; bir zorunluluğa dönüştürmüş; Müslümanlara bu konuda yükümlülükler getirmiştir. Nitekim yüce peygamberimiz bir hadisinde ‘’Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir’’ diye buyurmuştur.
Hazreti Muhammed(a.s.) çok net bir şekilde ‘’Bizden değildir’’ demiş; zaman, mekân, sosyal ortam ayırmaksızın. Hatta komşunun Müslüman olup olmamasına dahi bakmaksızın… Müslümanları komşularına yardım etmeye, yiyeceğini; komşularıyla paylaşmaya dair bir çağrıdır bu. Bu çağrıya İslam tarihinde Müslümanlar bazen uymuşlar, bazen de bu çağrıyı kulak ardı etmişler. İşte, içinde yaşadığımız şu son yıllar ne yazık ki, bu çağrının-genel olarak- kulak ardı edildiği bir dönem olarak kayıtlara geçecek. Genel olarak, diyorum; çünkü yiğit Müslümanların, onurlu Müslümanların; -yedikleri lokmayı dahi bölüştürürcesine, elinde ne var, ne yok; mülteci durumda olan, kendi yurdunda olduğu halde kuşatmalarla aç ve susuz bırakılan, kuraklık kaynaklı kıtlıkla pençeleşen Afrikalı kardeşleriyle paylaşan bir avuç Müslümanın- varlığı inkâr edilemez. Ama resmin tamamına baktığımız zaman da maalesef Ulu Önder’in buyruğuna uyulmadığı, Müslümanların büyük çoğunluğunun yaşanan insanlık dramına sessiz kaldığını da ne yazık ki görmekteyiz.
Bu konuda sınıfta kalışımızın en büyük delili ise son günlerde Suriye’de başkent Şam’ın yakınında bulunan Yermük Mülteci Kampı’nda yaşanan insanlık dramıdır. Bu dram, sadece Müslümanların değil, tüm dünya insanlığının da yüz karasıdır aynı zamanda.
Geçtiğimiz ocak ayında internete düşen haberlerde Yermük Kampı’ında insanların açlıktan öldükleri belirtiliyordu. Kuşkusuz olayı Yermük üzerinden ele almak; başka Yermükler’in olmadığı anlamına da gelmez; ancak Yermük, bu konudaki en yakıcı, en sıcak olanı olduğu için olayı Yermük üzerinden somutlaştırarak anlatmak daha isabetli olacaktır.
Önce bu konuda gelmesi muhtemel eleştirileri cevaplamak gerekir; asıl mevzuya geçmeden. ‘’Suriye’deki savaşın çıkış sebebi, taraflardan kimin haklı; ya da haksız olduğu, oraya insani yardım götürmenin zorluğu’’ gibi hususların hiçbiri bu insanlara yardım etmememizin bahanesi olamaz. Şöyle ki; insani yardım zaten doğası gereği çetin zamanlarda ve çetin coğrafyalarda yapılacak yardımdır. Her şeyin güllük gülistanlık olduğu, kimsenin kimseyle kavgasının olmadığı bir ortamda muhtemelen insani yardıma da pek ihtiyaç olmayacaktır. Bundan üç sene önce, beş sene önce Suriye halkına insani yardım yapmak diye bir konu gündemde var mıydı? Öyleyse etrafı Esed’in acımasız askerleriyle kuşatılan bu insanlara gıda; hatta gıdanın içinde de öncelikle su ve ekmek ulaştırmak gerekmektedir. Bu yardımı yapmamanın hiçbir bahanesi olamaz.
Yaklaşık iki aydır aç ve susuz bir durumda yaşam mücadelesi veren bu insanlardan ne yazık ki elliden fazlası açlığa dayanamayarak yaşamlarını kaybettiler. Tüm dünyanın gözü önünde iki bini aşkın insanın yaşadığı bir kampın etrafı rejimin paralı-parasız askerlerince kuşatılmış; kampa insani yardımın girişine izin verilmiyor. Tüm dünya bu açlıkla cezalandırma stratejisini izliyor.
Suriye’deki savaşın çıkış sebebi, muhaliflerin veya rejimin haklı ya da haksız olduğu noktalar, muhaliflerin kendi aralarındaki parçalanmış durumda oluşu, rejimin savaştan önce de halkına yaptığı zulüm ve baskılar, halkın niçin şimdiye kadar rejime isyan etmediği gibi hususlar asla Yermük kampına ve Yermük’ün durumunda olan diğer kamptaki açlıkla mücadele eden masum Suriyeliler’e insani yardım yapılmamasına gerekçe olamaz. Düşünün ki arabayla şehirlerarası bir yolda seyir halindesiniz. Önünüzdeki bir arabanın hatalı sollama sonucu başka bir arabaya çarparak bir kazaya sebebiyet verdiğini görüyorsunuz. Arabadaki üç kişinin ve onun çarpıştığı diğer arabadaki iki kişinin kanlar içinde kurtarılmayı beklediklerini görüyorsunuz. Bu arada her iki aracın sürücüsü de uzak bir yerde tekme tokat dövüşüyorlar. Siz, araba sürücüsünün hatalı sollama yaptığından dolayı kazanın olduğunu, yanınızdaki arkadaşınız ise hatalı sollamanın da karayollarının gerekli düzenlemeyi yapmadığından; mesela yola uygun işaret levhası yerleştirmediğinden meydana geldiğini anlatıyor. O insanları onlardan kaynaklı olmayan gerekçelerle -sırf işinize geldiği için ileri sürdüğünüz gerekçelerle- orada bırakıp yolunuza devam ediyorsunuz. Hiç kuşkusuz bu örnekteki hatalı sollama ibaresi dahi bugün Suriye’de insani yardım bekleyen milyonlarca insanı telef eden savaşın çıkışını tarif etmede yeterli bir örnek olamaz. Ancak benzetmeyi şöyle yapmak mümkün olabilir: Bir tır son sürat hızla geliyor ve önünüzdeki araca çarpıyor ve tırın çarptığı arabadaki insanlar kanlar içinde kurtarılmayı bekliyor. Siz yine de bu perişan vaziyetteki insanlara yardım etmiyorsunuz. Tırın çarptığı arabanın niçin bu yolda seyrettiğini söyleyerek kızıyor, o insanlara yardım etmiyorsunuz; oysa o tır o araba yerine sizin aracınıza da çarpabilir, o insanların yerinde siz de olabilirdiniz.
Özetle; bahane ileri sürmek tamamen anlamsızdır.
Bir realite olan, tartışılmaz olan, kesin olan; Humus’ta, Halep’te, Yermük’te ve daha birçok kampta ve yerleşim yerinde masum Suriyelilerin açlıkla mücadele ettiğidir. Kamplarda insanların açlıktan kemikleri adeta dışarı fırlamış; kaburgaları görünür hale gelmiştir. Açlık yüzünden son iki hafta içinde elli iki kişinin hayatını kaybettiğini geçen gün gazeteler yazdı.
Kampın etrafını kuşatan rejim güçlerinin engellemeleri; aslen Filistinli olan ve yıllardır bu kampta yaşayan binlerce insanı açlığa mahkûm etmeyi hedeflediğini net olarak göstermektedir. Acımasız rejim askerleri açlığı bir tür silah olarak kullanıyorlar. İç savaş başlamadan kampta on bin olan mülteci sayısı; bugün iki bine düşmüştür. Bu iki bin kişi ise çoğunlukla kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşmaktadır.
Kuşkusuz, Rejimin uyguladığı tecrit ve tedhiş politikası tarihin birçok döneminde yaşanmıştır. Peygamberimiz döneminde Mekke Müşriklerinin bir süre kendi aralarında ve diğer kabileleri de baskı altına alarak, peygamberimizi ve yakın akrabalarını tecrit altına aldığı; onlarla her Türlü ticari ilişkiyi, gıda alışverişini keserek onları açlığa mahkûm etmeyi hedeflediğini hepimiz biliyoruz.
Burada Türkiyeli Müslümanların ve dünyadaki tüm Müslümanların şu an Suriye’deki olayları kendi açımızdan değerlendirmesi, sorgulaması gerekiyor. İnsan olarak, Müslüman olarak, bu manzara karşısında benim vicdanım sızlıyor mu? Sızlıyorsa bu sızlamanın gereğini yerine getiriyor muyum, getirmiyor muyum? Bizim için önemli olan, bu sorulara cevap bulabilmektir.
Eğer vicdanımız sızlamıyorsa, kendi insanlığımızdan şüphe etmemiz gerekiyor. Sızlıyorsa, sızlamanın gereğini yerine getirmeliyiz. Hem de hiç vakit kaybetmeden. Şimdi. Şimdi; çünkü yarının neler getireceğini biz bilmeyiz ve biz kaçınılmaz olarak içinde yaşadığımız ‘’an’’dan sorumluyuz.
Neler yapabiliriz? Hiçbirimizin bir kuş olup Yermük kampının dış mahallelerine konmak gibi bir imkânımız olmadığına göre geriye iki yol kalıyor: Dua ve para yardımı.
Evet, ‘’Dua, müminin silahıdır.’’ diye bir hadis var. Her namaz sonrası ve sair zamanlarda ümmetin başında bulunan musibetlerin; hasseten Suriye’deki dramın son bulması için dua etmeliyiz. İkincisi ise para yardımı konusudur. Dua kadar kolay olmasa da dua kadar elzem bir yoldur para harcamak. Elimizi cebimize atacağız. Cebimizde on lira varsa beşini, yirmi lira varsa onunu, kırk lira varsa yirmisini, yüz lira varsa ellisini, iki yüz lira varsa yüzünü, beş yüz lira varsa iki yüz ellisini, bin lira varsa beş yüzünü Suriye’ye yardım eden, İnsani yardım yapan dernekler, vakıflar aracılığıyla göndermeliyiz. Bizi biz yapan; bize hayatı anlamlı kılacak olan yaptığımız yardımlardır.
Unutmayalım ki, Yermük, sadece Yermüklülerin değil, Humus, sadece Humusluların değil, Halep sadece Haleplilerin değil; Yermük, Halep, Humus belki de bizim imtihanımızdır. Bu olaylar yüce Allah’ın bizi imtihan etmesi için tecelli ediyor. İmtihandan başarıyla çıkmak da dua etmekle ve elimiz cebimize atmakla mümkün olabilecektir. Yermük’te insanlar elleri böğürlerinde kalmış, nefesleri açlıktan çıkamayacak bir halde bir sıcak ekmeği ne zaman yediğinin sorusuna cevap bulamıyorlar. Çünkü onların açlıktan başları dönüyor. Şuurlarını kaybetmiş vaziyetteler.
Durumu çok trajik bir üslupla anlattığımı zannedenleriniz varsa girsinler internete ve youtube’ı açsınlar ve yermük kampı yazsınlar. Çıkacak görüntüleri izlesinler.
Evet, sevgili dostlar, Yermük için, Halep için, Humus için; Suriye’deki açlıkla pençeleşen insanlar için harekete geçmemiz için harekete geçmeliyiz. Geçmiyorsak; halen zaman bekliyorsak; şu sorunun cevabını kendimize vermeliyiz?
Şimdi değilse ne zaman?
Musa ÖZER
SON VİDEO HABER
Haber Ara