Dolar

34,8702

Euro

36,6643

Altın

3.009,21

Bist

10.058,63

Batı medyasında Gülen hareketi

Türkiye'de Gülen hareketine tepki duyan Müslümanlar, Gülen Hareketi'nin ılımlı İslami görüntüsünü, Fethullah Gülen'in Vatikan ziyaretini ve İsrail konusundaki fazla yumuşak açıklamalarını ikiyüzlü buluyor ve bu yaklaşıma şüpheyle bakıyor. Ancak Batı'da da Gülen hareketinin bu 'diyalogcu' duruşu, aslında bir paravan olarak algılanıyor ve hareket belirli çevrelerce daha radikal ve yayılmacı bir dini örgüt olarak değerlendiriliyor.

12 Yıl Önce Güncellendi

2014-02-05 10:47:53

Batı medyasında Gülen hareketi

Başbakan Erdoğan'ın Almanya ziyareti öncesi, Almanya'nın önde gelen haftalık haber dergisi Der Spiegel, Gülen Hareketi'nin Almanya'da okul ve kurslarla birlikte paralel bir yapı oluşturduğunu, kendini liberal ve seküler olarak tanıtan bu yapının aslında öyle olmadıklarına dair 'içeriden' bilgiler alındığını yazdı. Haberde ayrıca, Baden-Württemberg Eyaleti Anayasa'yı Koruma Teşkilâtı'nın Fethullah Gülen Hareketi ve okullarına ilişkin bir uyarı hazırlığı içinde olduğu belirtiliyordu.

Bu haber ne Alman basınında ne de diğer Batılı medya organlarında Gülen Hareketi'ne eleştiri ve şüpheyle yaklaşan ilk ve tek yazı değil. 17 Aralık operasyonuyla beraber Türkiye'de neler olup bittiğini anlamaya çalışan uluslararası basın, merceği Erdoğan Hükümeti kadar Gülen Hareketi'ne de çevirdi. Çok ince çalışmalarla ve sıklıkla en az bir Türk gazetecinin de katkılarıyla derlenmiş Ak Parti muhalifliği yapan, yayın yaptığı ülke yönetimini Erdoğan'a karşı uyaran yazıların yanısıra, dünya medyasında Gülen Hareketi'nin devlet içerisindeki yapılanmasını konu alan analizlerin de çok sayıda olduğu göze çarpıyor.

'GİZLİ, GÖLGELER ARDINDA, ŞEFFAF DEĞİL'


Bu analizlerin en dikkat çekenlerinde, devlet içindeki paralel yapılanmanın delilleriyse, 2010'un sonunda Wikileaks tarafından yayınlanmış olan ABD diplomatik belgelerinde aranıyor. Ocak ayı içinde Foreign Policy, 'Wikileaked: Erdoğan'ı devirmeye çalışan İslami imparatorluk hakkında bilinmesi gereken 5 şey' başlıklı makalede, Fethullah Gülen'in adının geçtiği 155 Wikileaks belgesinde tarama yapmış; Gülen ve takipçilerinin devlete nasıl sızdığını ve Erdoğan hükümetine karşı nasıl bir tehdit oluşturduklarını yazıyor. Foreign Policy, Wikileaks belgelerinden yola çıkarak, 'Hiç kimse Gülen Hareketi'nden doğru düzgün bir cevap alamıyor. Bu durum amaçları konusunda endişeye sebep veriyor' diyerek Hareket'in gizliliğine dikkat çekiyor. Sadece onlar da değil, The Economist, Gülen Hareketi'ni 'gölgeler ardında', LA Times 'şeffaf değil' diye nitelerken The Guardian 'Opus Dei'ye benzetiyor. The Huffington Post ise okulları, üniversiteleri, medyası ve diğer endüstrilerdeki faaliyetlerine vurgu yaparak hareketi 'iş imparatorluğu' olarak betimliyor. Vaziyet, Gülen Hareketi hakkında, Haşhaşin gibi benzetmelerin ya da devletin içine sızma iddialarının tek kaynağının, Gülen taraftarı kişi ve kuruluşlarca iddia edildiği gibi, Erdoğan ve çevresi olmadığını gösteriyor.

Yine International Business Times'da 'Bir haham ABD'ye Gülen hareketi için nasıl referans verir' başlığıyla çıkan makalede, 2-3 yıl önce Türkiye'nin de gündeminde yer almış olan, ABD'nin İstanbul Başkonsolos Vekili Stuart Smith tarafından Washington'a gönderilen 'Hoca'ya destek için seferber olmak.' başlıklı 4 Ağustos 2005 tarihli telgrafı içeren Wikileaks belgesi irdeleniyor. Gülen'in ABD'de ikamet sorununu çözmek amacıyla, İstanbul Hahambaşı İshak Haleva'nın imzalaması için Gülen'e bağlı bir vakıf tarafından bir mektubun hazırlanıp gönderildiği, Haleva'nın ise imzalayıp imzalamama konusunda bir açmaza düştüğü, hareketin amaçlarından emin olmadığı için ucu açık bir referans vermek istemediği ancak öte yandan Gülen'in geçmişte Türkiye'deki Yahudi Cemaati'ne yardım etmiş olması nedeniyle kendini zorunlu hissettiği yazılıyor. Hahambaşı'nın Amerikalı diplomatlara aktardığı tereddüdün, en sonunda, Gülen'i kırmama kaygısına ağır bastığı belirtiliyor.

VATİKAN TEMSİLCİSİNİN GÜLEN ÖVGÜSÜ

Hatırlayacağımız gibi, Yeşil Kart başvurusunun reddi yönündeki kararın düzeltilmesi için açılan davanın belgeleri arasına giren destek mektuplarının yazarları arasında CIA eski çalışanları George Fidas ve Graham Fuller, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz gibi isimler vardı ama İshak Haleva yoktu. Söz konusu tavsiye mektubu taslağında, aynen Gülen'i mahkemede savunan avukatlarının tezleri arasında olduğu gibi, kendisinin 1998'de, Papa İkinci John Paul'la bir araya gelmiş olması da vurgulanıyordu. Benzer şekilde, İshak Haleva'nın tereddütlerinden bahsettiği telgrafta Smith şu gözlemi aktarıyordu:

'Haleva'nın ve onun Rum ve Ermeni meslektaşlarının temkinli tutumu, en iyi kaynaklarımızın tavrıyla benzerlik gösteriyor ama Gülen'in bazı kesimlerde topladığı övgülerle de çelişiyor. Bunlardan en dikkat çekici olanı, kısa bir süre önce, burada düzenlenen kahvaltılı bir toplantıda, Vatikan Temsilcisi'nin, Gülen'i sadece coşkulu bir şekilde övmekle yetinmeyip, o sırada Türkiye'yi ziyaret etmekte olan Kongre heyetinin başkanına Gülen hakkında yazılmış bir kitabı da takdim ederek, heyeti şaşırtmasıydı.'

GÜLEN HAREKETİ'NİN DİNİ KİMLİĞİ HAKKINDAKİ SORU İŞARETLERİ

Burada dikkat edilmesi gereken iki husus var. Birincisi, Gülen Hareketi'nin sadece bir hizmet hareketi olduğuna dair iddialarına sadece Türkiye'de değil, dünyada da inanılmıyor. Devletteki örgütlenmeleri dikkatle izleniyor ve imparatorluğa benzetilen güçleri tehdit olarak algılanıyor. İkincisiyse, benzeri bir gizli ajandanın dini faaliyetleri açısından da var olup olmadığının sorgulanıyor olması.

Türkiye'de Gülen hareketine tepki duyan Müslümanlar, Gülen Hareketi'nin ılımlı İslami görüntüsünü, Fethullah Gülen'in Vatikan ziyaretini ve İsrail konusundaki fazla yumuşak açıklamalarını ikiyüzlü buluyor ve bu yaklaşıma şüpheyle bakıyor. Ancak Batı'da da Gülen hareketinin bu 'diyalogcu' duruş, aslında bir paravan olarak algılanıyor ve hareket belirli çevrelerce daha radikal ve yayılmacı bir dini örgüt olarak değerlendiriliyor.

Örneğin yazının başında değinilen Der Spiegel makalesinde Gülen okullarının, dışarıdan seküler gibi görünse de içeride baskıcı davranışlarda bulunduğu söyleniyor. Bu yaklaşım 2011'de Kanada'daki internet haber sitesi Canada Free Press'in Gülen'le ilgili Wikileaks belgelerini değerlendirirken Gülen'i 'Yeryüzündeki en tehlikeli İslamcı' olarak niteleyişini hatırlatıyor. Söz konusu haber, Gülen'in ABD ve Müslüman ülkelerindeki okullarında beyin yıkandığını iddia etmesiyle gündeme gelmişti. Bu tür haberlerin içeriğindeki İslamofobik yaklaşım elbette ki dikkatlerden kaçmıyor ancak, Gülen Hareketi'nin saydam olmayan yapısı, en büyük hizmetleri olarak lanse ettikleri okulların üzerine de büyük gölge düşürüyor. Ha keza, Rusya ve Türki Cumhuriyetler'de bu okullardan bahsederken 'CIA okulları' yakıştırmasının yapılıyor olması, bu okulların şeffaflığa ne kadar muhtaç olduğunu gösteriyor.

Laik ve liberal çevrelere seslenirken 'demokrasi' ve 'modern hukuk' gibi kavramların altını çizen ve fakat, sosyal medyada da sıkça rastladığımız üzere, kendi dindar tabanına seslenirken argümanlarını 'Erdoğan'a İran'ın büyü yaptığı' safsatalarıyla süsleme ihtiyacı hisseden Gülen Hareketi'nin, kendilerine 'cemaat' değil 'camia' denilmesi gerektiğine dair açtığı tartışmalar da çok eskimiş değil. Ha keza, Hüseyin Gülerce'nin Ağustos'ta Mehmet Barlas'a cevaben yazdığı yazıda, 'Bizim 'hizmet' dediğimiz, aynı duygu ve düşüncede birleşen fedakâr insanların birlikteliğinin, 'dinî cemaat' olarak vasıflandırılması tam anlamıyla bir haksızlık olur. Hocaefendi kaç defa söyledi; 'dinî cemaat değiliz' dedi.' şeklindeki cümlelerinden anladığımız üzere, Gülen Hareketi, kendini topluma tarif etmede bir sıkıntı yaşıyor. Bu sıkıntının yeni mi olduğu yoksa eskiden beri mi var olduğu sorusunu ise, benim değil, Gülen Hareketi'ni dini bir cemaat olarak değerlendirip bu vesileyle maddi yardım ve manevi destekte bulunmuş olanların sorması gerekiyor.

Bu perspektiften bakıldığında, Fethullah Gülen'in bir miti yıkma pahasına, sisli perdeler ardından çıkıp Wall Street Journal'ın sorularını cevaplaması ya da BBC'ye röportaj vermesi, Türkiye'den evvel Batı'da dikkat çeken olumsuz imajını olumluya çevirme faaliyetiymiş gibi görünüyor. Buna bağlı olarak, söz konusu 'İmparatorluğun' zannedildiği kadar güçlü olmadığı ve 'İmparator'un kişisel çabasına muhtaç olduğu da anlaşılıyor. Peki, hareketin küresel çapta gördüğü zarar, sadece imajla mı sınırlı kalacak, bu da ayrı bir merak konusu olarak yerini koruyor.

İLLÜSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

MERVE ŞEBNEM ORUÇ / YENİ ŞAFAK


SON VİDEO HABER

İHH'dan Suriye'deki fırınlar için un desteği çağrısı

Haber Ara