Komplo teorisi değil Bermuda Şeytan Üçgeni
2008 finans krizini aç gözlülükleriyle göz göre göre çağıranların, krizlerini gelişmekte olan ülkelere ihraç etme yönündeki adımları, ya da enerji pazarında, yeni boru hatları ve yeni aktörler sayesinde değişmeye meyleden dengelerin, gücü 100 yıldır elinde tutanlara saldığı korku kimilerince komik bulunuyor, komplo teorisi olarak addediliyor. Bir petrol denizinin üstünde yatan Osmanlı Devleti'nin, Sanayi Devrimi'yle beraber İngilizlerin, Fransızların ve Rusların enerji ihtiyacını karşılamak için yıkılması kadar gerçek ve tarihin devamıdır oysa yaşananlar.
12 Yıl Önce Güncellendi
2014-01-29 13:01:30
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bir görsel dolaştı. Görselin içeriğindeki anket sorusunda 'Kürt sorununun en önemli nedeni nedir?' diye soruluyor ve ankete katılanların verdikleri cevaplar eğitim düzeylerine göre yüzdesel olarak sıralanıyordu. Görsele göre, en önemli nedenin ayrımcılık olduğunu düşünen üniversite ve üstü eğitim görmüş olanların oranı %6,9 iken, okur-yazar olmayanların oranı %12,2'ymiş. Aynı görselde üniversite ve üstü eğitim almış olanların %14,4'ü Kürt sorununun en önemli nedenini dış güçler olarak değerlendirirken, okur-yazar olmayanların sadece %4'ü dış güçleri en önemli neden olarak görüyormuş. Ankette ilkokul, ortaokul, lise gibi eğitim düzeyindekilerin oranına ve eğitimsizliğin önem derecesine de yer veriliyordu ama uzatmayayım. Anketten çıkan ana fikir şöyle: Kürt sorununun önde gelen nedeninin ırkçılık olduğuna kani olma oranı eğitim düzeyiyle ters orantılı, dış güçler olduğunu düşünme oranıysa eğitim düzeyiyle doğru orantılı.
Görselin kaynağını bilmiyorum. Anketin niteliklerini, hatta gerçekten böyle bir anket olup olmadığını da bilmiyorum. Dikkatimi çeken de anketteki oranlar değil. Söz konusu görsel, takip ettiğim kadarıyla sosyal medyada entelektüel camiasının bazı isimleri tarafından, hepsinin kendilerine göre esprileriyle ama özetle, 'cahil'lerin 'okumuş'lara oranla bu konudan daha iyi anladığı yargısıyla paylaşıldı. Diplomaya hayati değer atfeden biri değilim, cehaletin eğitimle geçen bir hastalık olduğunu düşünmüyorum ve nice okuma-yazma bilmeyenimizin çoğu profesörümüzü cebinden çıkartabileceğini düşünüyorum. Ama söz konusu görsele, kendi yargılarına şüpheyle yaklaşmak ve yaklaşımlarını ufak bir teste tabi tutmak yerine, kendilerinden gayet emin bir şekilde 'Bizde bir sorun yok. Demek ki eğitim sisteminde var.' keskinliğiyle bakanların kamuoyu önünde siyaset konuşan, diplomatik ilişkiler değerlendiren, yani aslında topluma uzman oldukları konu hakkında izahat yapmakla mükellef isimler olmasını çok daha dikkate değer buldum.
PARALEL EVRENDEKİ TÜRKİYE
Genel gündemimizle de alakalı bir konu bu. Aynen Kürt sorunu gibi, ülke olarak içinden geçmekte olduğumuz sürecin dış bağlantıları olup olmadığı Gezi kalkışmasından beri tartışılıyor. 2008 finans krizini aç gözlülükleriyle göz göre göre çağıranların, krizlerini gelişmekte olan ülkelere ihraç etme yönündeki adımları, ya da enerji pazarında, yeni boru hatları ve yeni aktörler sayesinde değişmeye meyleden dengelerin, gücü 100 yıldır elinde tutanlara saldığı korku kimilerince komik bulunuyor, komplo teorisi olarak addediliyor. Bir petrol denizinin üstünde yatan Osmanlı Devleti'nin, Sanayi Devrimi'yle beraber İngilizlerin, Fransızların ve Rusların enerji ihtiyacını karşılamak için yıkılması kadar gerçek ve tarihin devamıdır oysa yaşananlar. Ama jeostrateji nedir, noopolitika ne anlama gelir bilmeyenler için bunlar lafügüzaftır.
Onlara göre, Osmanlı'nın yıkılmasında belirgin rol oynayan Pantürkizm, Panarabizm, Panslavizm gibi etnik milliyetçi toplanma hareketlerinin oluşmasını sosyal dinamiklerle açıklamak yeterlidir ve hepi topu 100-200 yıl öncesine dayanan tarih sanki paralel evrende yaşanmış bir vaka gibi değerlendirilerek masal gibi dinlenmelidir. Tarihin kesintiye uğramadığı, halen akmakta olduğu gerçeği ise yok sayılmalıdır. Onlara kalırsa Türkiye, jeopolitik düzlemden izoledir, bulunduğu coğrafyada süper güçler cirit atmaz ve 2013'ün ikinci yarısı itibarıyla ardı ardına yaşadığımız olaylar birbirinden ve dış dünyadan bağımsız, kendiliğinden gerçekleşmektedir. Sanki bir tarafımız Merkez Asya'nın göbeğine açılan Kafkasya, bir tarafımız fokur fokur kaynayan Orta Doğu, öte tarafımız Avrupa'ya açılan Balkanlar değilmiş gibi, bu arkadaşlar dünyada değişmekte olan düzenle Türkiye'nin zerre kadar alakasının olmadığına bizi inandırmaya çalışır. Sanki Kafkaslar ve Orta Doğu'dan Avrupa'ya taşınacak petrol ve doğal gazın Türkiye tarafından taşınması için geliştirilen projelerin Avrasya'daki 'Yeni Büyük Oyun'un dengelerini kökünden değiştirmeyecekmiş ve biz de bu oyunun tam göbeğinde yer almıyormuşuz gibi, bu insanlar Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu tarihi süreci yok saymaya uğraşır.
CEHALET VE OTO-ORYANTALİZM
Küresel oyunun dinamiklerini komplo teorisi olarak değerlendirmenin çeşitli nedenleri var elbette. Ama en çok göze çarpanları üç sınıfta toplanabilir. Bu üç sınıf bir araya gelince Bermuda Şeytan Üçgeni etkisi yapabilir ve hepimizi yutabilir, o denli kuvvetlidir. İlk neden cahillik. Bu sınıfa girenler diplomalarıyla birlikte, eğitimli cahilleri temsil eder. Onlar, ekonomi takip etmeden siyaset, tarih bilmeden dış politika konuşan ve ana faktörlerin, temel dinamiklerin üstünü çizmek suretiyle doğru bilgiyi ıskalayanlar. Onlar, örneğin ırkçılık merkezli politikaların aslında ideolojik değil ekonomik bir temelinin olduğunu, ideolojilerin aslında kitleleri yönetmek için icat edilmiş enstrümanlar olduğunu bilmezler. Bilmemek ayıp değil ancak araştırmaz, öğrenmezler.
İkinci neden oto-oryantalizm, daha basit ifadeyle aşağılık kompleksi. Batılı kıyafetlerinin içine gizledikleri Doğulu bedenleriyle, kendilerini aynı masada oturdukları, aynı mail'de cc'de oldukları yabancılara karşı ezik hisseden bu sınıf, yetersizlik duygularını aşmaya çalışırken var olanı yok, yok olanı var sayar, herkesten önce kendi ekosistemini kötüler ve bu sayede özendiklerinin arasında kabul görmeye çabalar. Özsaygısını kaybetmesinin nedeni olarak da yine yaşadığı ortamı görenlerin pusulası sadece 'yabancılar'dır. Doğruları ve yanlışları, onların ayıplayıp ayıplamayacağına, alkışlayıp alkışlamayacağına göre şekillenir. On yıl öncesine kadar, bir Avrupa kentinde kendilerini 'Benim anne tarafım İtalyan, baba tarafım Türk' diyerek tanıtmaya çalışan, Central Park'ta yürüyüş yaptığı aptal bir fotoğrafı çerçeveletip asan bu 'ezikler', son yıllarda yükselen Türkiye değeriyle bu rezillikleri bıraktıklarını unutur ancak komplekslerini aşamayıp ilk sınavda yine o omurgasız kimliklerine bürünüverirler. Bu yüzden, ancak 'yabancılar', yine kendilerinin kitaplara döktüğü 'Büyük Oyun'dan, 'Soğuk Savaş'tan, 'Büyük Satranç Tahtası'ndan ya da petrol politikalarından söz açarsa bülbül gibi şakır, kendi başlarına teori geliştirmeye cesaret edemezler.
BİR AT, BİR KAT, BİR YAT İÇİN BİR ÜLKE SATANLAR
Üçüncü nedense ihanet. Bu sınıfa girenler, şairin dediği gibi kanlı bıçaklı düşmanımız bile olsa, insanın bu rütbe alçalabileceklerinden korktuklarımız, hainler. Kiminin kişisel hırsları vardır; 'Bana niye danışmadılar? Beni niye geziye çağırmadılar? Beni niye 'Akil İnsan'dan saymadılar?' gibi küçük istasyonlarda durmaktan yollarını şaşırırlar. Kiminin ideolojik takıntıları vardır; Stalin'den daha 'Sovyetçi', Eisenhower'dan daha 'Amerikancı' ama özünde birbirlerinden farksızdırlar. Kimiyse 'dümdüz satılık'tır; bir at, bir kat, bir yat için bir ülke satabilir. Bunlar fazlasıyla ucuzdurlar.
Onlara baktıkça Afganistan'ı görürüm. İlginçtir, onlar da bize baktıkça Afganistan'ı görürler. Onlar için Afganistan Taliban demektir, El Kaide demektir, terör demektir. Onlara göre, Afganistan 'duvarın ardı', 'cehennemin ta kendisi' demektir. Oysa Afganistan'ı bugünkü haline getiren tam da onlar gibi hainlerdir. 78'de Devlet Başkanı Muhammed Davud Han'a sözde 'devrim' ama aslında darbe yapan komünistler önce iktidarı aralarında paylaşamayarak birbirini avlamış, Sovyet özentisi politikalarla Müslüman bir halkı çileden çıkarmış ve iki yıl geçmeden 40. Ordu'yu kendi topraklarına açıkça davet etmiştir. Yani Hamid Karzai'ye NATO'yu topraklarına davet etti diye öfke kusan 'anti-emperyalist solcu'ların ütopyası Sovyetler, Hindukuş Dağları'nın ardına o hainler tarafından çağrılmamış olsa, bugünkü korkularının en büyük kaynağı aslında var olmayacaktır. Kâbuslarını süsleyen o canavarı esasen, onlar gibi hainler doğurmuştur. Ama ne Büyük İskender'e, ne Rudyar Kipling'in Britanya'sına ne de Sovyetler'e yar olan o fakir ülke, aksine 'İmparatorlukların Mezarlığı' olmuş, tüm 'süpergüç'leri mahvetmiş, hainleri yüzünden radikalleşmiş ama hainlere rağmen teslim olmamıştır.
MERVE ŞEBNEM ORUÇ / YENİ ŞAFAK
İLLÜSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
SON VİDEO HABER
Haber Ara