Savaşta önce gerçekler ölür
Şaşırtmadılar. Esad varlığını en çok onlar ve onlar gibilere borçluydu, yine mahcup etmediler. Eski dünyanın efendilerine isyan edemezlerdi. Etmediler. Holocaust'a, Apartheid'e, Srebrenitsa'ya, Halepçe'ye yıldönümü etkinliği türü yas tutmayı seven romantikler, bugünlerinde yaşanan kanlı-canlı bir insanlık dramına karşı durup konforlarını bozamazlardı. Bozmadılar.
12 Yıl Önce Güncellendi
2014-01-22 15:05:25
Tragedyanın babası Eshilos (Aiskhylos) tarihe mal olmuş o cümlesinde şöyle der: 'Savaşın ilk zayiatı gerçeklerdir.' Haklı ve isabetli bir sözdür. Savaşta önce gerçekler ölür. Gerçekler bir kere öldükten sonra doğruyla yanlış birbirine karışır. Siyahla beyazı, iyiyle kötüyü birbirinden ayırmak zorlaşır. Gerçekler öldüğünde meydan göz göre göre söylenen yalanlarla gözünün içine baka baka konuşan yalancılara kalır.
Suriye'de gerçekler çok uzun zaman önce öldü, iç savaştan da önce. Esad rejimi, yeni doğmuş bebekleri, kucağında çocuklarıyla anneleri, hayatının baharında gençleri, yatağında ölmesi gereken yaşlıları katletmeden evvel gerçekleri öldürdü. Esad apolojistlerinin yegâne tutunduğu dal El Kaide ortaya çıkmadan önce, Birleşmiş Milletler 'Artık ölüleri sayamıyoruz' demeden çok önce, pek çoğumuzun hayal dahi edemeyeceğimiz vahşeti, filmlerde dahi izlemediğimiz korkunç görüntüleri sosyal paylaşım sitelerinde görmemizden çok çok önce öldü gerçekler…
'TÜRKİYE DIŞ POLİTİKASI ÖLEN ÇOCUKLARA GÖRE Mİ BELİRLENECEK CANIM?'
Pazartesi gecesi Anadolu Ajansı ve TRT tarafından yayınlanan belgelerde gördüğümüz vahşet yeni değildi. Yalanlara doymayanların üç yıldır görmezden geldiği ama gün gibi ortada olan gerçeklerdi onlar. Bu acı gerçeğe bir kez bile ağlamamışların, ciğeri yanmamışların bugün ağlayacaklarını sanmıyorduk elbette. Rejimin şehirlerin üzerine yağdırdığı bombalara yüzünü çevirip 'Ama El Kaide…' diyenlerden bir dirhem insanlık, bir yudum vicdan beklemiyorduk. Esad güçlerinin abluka altında tuttuğu Yermük Mülteci Kampı'ndan, Muaddamiye'den, Duma'dan gelen açlıktan ölmek üzere olan çoluk-çocuk, genç-yaşlı insanların görüntülerine dudak bükenlerin insafa geleceklerini düşünmüyorduk. Guta'daki kimyasal silah katliamı üzerine 'Çocuklar ölmesin. Şeker de yiyebilsin. Ama Türkiye dış politikası ölen çocuklara göre mi belirlenecek canım?' cümlelerini ağzına alabilmiş olanların 'Artık yeter' diyeceklerini düşünmüyorduk. Yerle bir olmuş Humus'un fotoğrafını gördüğünde 'Piyanist filminden bu sahne' diyebilip gerçek olduğunu öğrendiğinde 'Piyanist filmindeki o sahne burnumuzun dibinde' diyemeyenlerin yüreklerinin titretebileceğine ihtimal vermiyorduk.
Ama gördüğümüz kurbanlar yeniydi. Aç bırakılmış, bir deriden ve kemiklerinden başka bir şeyi kalmayacak hale getirilerek yavaş yavaş öldürülmüş, işkenceyle, elle, telle, triger kayışıyla boğularak canı alınmış olan bu 11 bin kişi, gördüklerimiz, bildiklerimizin ya da adını sayamadığımız iki yüz binden fazla insanın haricinde 11 bin kişiydi. Salt bir katliama maruz bırakıldıkları için dahi birkaç dakikalık saygıyı hak ediyorlardı. Saygı duymadılar. O 11 bin kişiye ait 55 bin görüntü, rejime bağlı askeri hastaneye ölü olarak getirilmiş kişilerin fotoğraflarını çekmekle görevli olan kişilerden sadece birinin belgeledikleriydi. Suriye içerisinde milyonlarca kişinin kayıp olduğu düşünülürse, daha kaç bin kişinin benzer şekilde öldüğünü düşünmek için birkaç dakika susmak, düşünmek gerekiyordu. Düşünmediler.
'ERDOĞAN ŞANSI İŞTE…'
Susmadılar. Birkaç dakika bile susmadılar. Baas destekçilikleriyle nam salmış sözde dış politika uzmanı, tarih araştırmacısı isimler, uzmanlardan oluşan komisyon için 'Katar finanse etmiş, TRT yayınlamışsa güvenmeyeceksin' derken komisyonda Birleşmiş Milletler tarafından daha önce savaş suçu işlemiş eski Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç ve Sierra Leona için kurulan özel mahkemelerde görevlendirilmiş savcı ve avukatların olmasını umursamadı. İlk yorumu 'Suriye'de -ne zamandır- karşılıklı vahşet yaşandığını bu fotoğraflarla yeni mi öğreniyoruz? Bu pis savaşın taraflarını kışkırtanlar utansın!' diyen eski Kültür Bakanı bunu derken utanmadı, ortaya saçılan gerçek yeni değil utanç verecek kadar eski olduğu için 'Eee? Ne var bunda' diyebildi. İnsanlığa karşı işlenen suçlara delil niteliği taşıyabilecek bu belgelerin 'en azından' niteliğini tartışması beklenirken, ülkesinde gördüğü göremediği her vakayı 'Hükümetin orantısız şiddeti' olarak yorumlayan beyefendinin, sistematik bir işkence görüntülerine ilk tepkisi 'karşılıklı vahşet' oluverdi. Seçim öncesi ardı ardına patlatılan yolsuzluk, El Kaide ve bilumum operasyonların zamanlamalarına zerre değinmeyip Cenevre öncesi bu belgelerin yayınlanmasını manidar bulan ünlü köşe yazarı da susmadı. Tarihe kanlı harflerle yazılacak o görüntüleri izlerken, nasıl bir kalp taşıyorsa 'Bir zamanlar Suriye'deki dramı yazıp, çizip, konuşmuş olan 'Artık tır mır geçmiş olsun. Arada kaynar gider, kimse umursamaz. Erdoğan şansı işte…' diye ağzından kaçırıverdi. İstanbul'da Toma'dan su sıkıldığı için köşesinden 'Zulüm artsın. Zulüm artsın ki çabuk zeval bulasın' diyen ünlü program moderatörü de susmadı. Zulmün şahı karşısında TV'de alçakça bir pervasızlıkla 'Esad'ı bırak. Kendi ülkene bak' diyebildi.
Şaşırtmadılar. Esad varlığını en çok onlar ve onlar gibilere borçluydu, yine mahcup etmediler. Eski dünyanın efendilerine isyan edemezlerdi. Etmediler. Holocaust'a, Apartheid'e, Srebrenitsa'ya, Halepçe'ye yıldönümü etkinliği türü yas tutmayı seven romantikler, bugünlerinde yaşanan kanlı-canlı bir insanlık dramına karşı durup konforlarını bozamazlardı. Bozmadılar.
MAKALENİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
SON VİDEO HABER
Haber Ara