Dolar

34,8936

Euro

36,7597

Altın

3.010,74

Bist

10.058,63

'Cemaat kendini seçici görmeye başladı'

Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş, iktidar cemaat arasında yaşanan gerginliği değerlendirdi.

12 Yıl Önce Güncellendi

2014-01-17 12:09:05

'Cemaat kendini seçici görmeye başladı'
Hükümet-cemaat savaşının asıl nedeni nedir?

İNKAR EDİLEMEZ BİR KUMPAS


“Paralel devlet” kavramına “paralel” bir tanımlama olarak düşünmezseniz eğer… “Çıkar paralelliğinin” zamanla “çıkar çatışmasına” dönüştüğünü söyleyebilirim. Ama nasıl oldu da böyle oldu, bu hale nasıl gelindi? Düne bakmazsak eğer, bugünü okumakta ve olup bitenleri anlayıp kavramakta eksikliklerimiz olacaktır. AKP-cemaat koalisyonunun öncesinde yaşanmış bir süreç vardı. Bu süreç 28 Şubat’ta başlayan bir süreçtir. Müslüm Gündüz-Fadime Şahin tiyatrosu, Ali Kalkancı’lar, Aczmendiler... Refahın kapatılması, Erbakan Hoca’ya siyasi yasak konularak adeta evin babasının evden uzaklaştırılmak istenmesi. Sonrasında parti içi ve Milli Görüş camiasının içerisindeki dengelerle oynanmak istenmesi. Fazilet Partisi döneminde “yenilikçi” hareketin başlatılması ve nihayetinde Fazilet Partisi’nin de üstelik Nazlı Ilıcak gibi isimlerin “irticai” eylemleriyle kapatılması.. 1 trilyon davası. Yargı üzerindeki bugünkü bir takım etkileri görünce, bu partilerin nasıl kapatıldığı ve bu sürecin nasıl yönetildiğine dair inkar edilemez bir “kumpas” beliriyor."

TÜRKİYE ÖZEL OLARAK BİR İKTİDARA HAZIRLANDI


"Sonra Ecevit’in partisinin ikiye bölünmesi. Ecevit’in muammalarla dolu hastane günleri. Anayasa kitapçıklarının fırlatılması, borsa dalgalanmaları ve ekonomik krizler. Türkiye bu süreçlerin yol haritasında 3 Kasım 2002 seçimlerine girdi. Aslında Türkiye özel olarak bir döneme, özel bir iktidara hazırlandı. Görüldüğü gibi, bu iktidarı getiren iklim bile aslında doğal bir seyr-ü seferin dışında, sun’i olarak oluşturulmuş hava şartlarıyla kurgulanmıştır. Ve görünen o ki, bu sürecin kumpas koridorlarında bugünkü iktidar ile cemaat paralelliğin de ötesinde kol kola yürümüştür.

Bu bir iktidar savaşı mı, ne zaman başladı?

CEMAAT İSTEDİKÇE ALDI, AKP VERMEK ZORUNDA KALDI


Evet, bugünkü savaş; iktidarı, gücü kullanma ve paylaşım savaşıdır. Cemaat istedikçe aldı, AKP iktidarı da istendikçe vermek zorunda kaldı. Çünkü bu yola birlikte girildi, bu yollarda yağmurun altında birlikte yüründü. Fakat hep istenince, her istenilen de verilmek zorunda kalınınca aslında roller karışmaya başlandı."

CEMAAT KENDİNİ SEÇİCİ GİBİ GÖRMEYE BAŞLADI

Cemaat kendisini “milli iradenin” yerine koydu. Seçici gibi görmeye aşladı. Zira AKP’yi iktidara taşıyan en önemli unsurlardan birisi cemaatin yol haritasındaki rolüydü. İcazet ve vesayet tartışmalarına parantez açmış olayım. Kılıçdaroğlu’nu ABD’de lobilerin huzuruna çıkartan güç her neyse aynı güç zamanında da “yenilikçi kadro”yu da, Tayyip Bey’i de aynı lobilerin huzuruna, onayına çıkarmıştı. 3 Kasım 2002 sürecinde ABD’deki bu ilişkiler nasıl kurulmuştur? “Yenilikçi” grup “Milli Görüş gömleğini çıkarması”, Erbakan Hoca’ya karşı ayaklanması için nasıl ikna edilmiştir? “Bir bölen olmayacağım” denilerek adım adım nasıl “bir bölen” olunulmuştur. Denizaşırı vesayet AKP ile Cemaati aynı potada mı iktidara taşımıştır? Bunlar önemli sorular. Cevapları da içerisinde olan sorular."

BUGÜN ERBAKAN'I DİLLERİNDEN DÜŞÜRMÜYORLAR

"Dün Erbakan Hoca’yı yarı yolda bırakan, O’nu ihtiras sahibi gören, O’na her şeyi söyleyen hatta çok yakın bir zamanda yine Erbakan Hoca’ya karşı amansız bir yıpratma kampanyası yürüten Numan Kurtulmuş’u da ödüllendirircesine kendi saflarına alan AKP kadroları bugün Erbakan Hoca’yı ilginç bir şekilde dillerinden düşürmemektedir."

MİLLİ GÖRÜŞÇÜ'LÜK YÜREK İŞİDİR

"Yine reel politik, yine pragmatist bir yaklaşım içindeler. 12 yıl boyunca Erbakan Hoca’nın söylediklerinin hep tersini yapacaksın, bir taraftan da Erbakan Hoca hakka kavuşunca benim yolum Erbakan’ın yolu diyeceksin. Bir tarafta ABD vesayeti, AB Bakanlığı olacak D-8’e kasten ilgisiz kalacaksın; 1 Mart tezkereleri imzalayacaksın, 40 yıl boyunca “Hıristiyan Kulübü” dediği AB’nin anayasasının altına imza atacaksın, Çekiç Güç’ü gönderen Erbakan’ın aksine Kürecik’e ABD üsse kuracaksın, savaş gemilerini NATO’nun emrine Libya’ya göndereceksin. Denk Bütçe yapan Erbakan’ın aksine tam onikinci bütçende de ortalama her yıl faize 50 milyar ayıracaksın. Havuz sistemini kaldıracaksın. Süt Bankası başta olmak üzere AB muktesebatında her ne varsa her şeyi derinden mevzuatımıza sokacaksınız. Sonra da kimi fırsatlarda “Erbakan Hoca”nın ismi üzerinden yolum O’nun yolu mesajları vermeye çalışacaksınız. Doğrusu şu ki biz kendilerinin gerçekten Erbakan’ın yolunda olmalarını, gömleği yeniden giymelerini büyük bir samimiyetle arzularız. Ama bu gömlek söylemlerle giyilmiyor. Bu gömlek eylem gömleğidir, icraat gömleğidir. Milli Görüşçü’lük yürek işidir. Küresel “model”lik hem de Erbakan’ın yolu birbiriyle örtüşen şeyler değil. Bugün gelinen noktada, 28 Şubat sürecinin en sıcak günlerinden itibaren AKP’nin kuruluş sürecine ve hatta AKP’nin iktidar dönemine şöyle bi bakacak olursak ortaya şu hakikat çıkıyor: Bu süreçte en büyük haksızlık Erbakan Hoca’ya ve Milli Görüş hareketine yapılmıştır."

BAŞBAKAN'IN AKP'Yİ CEMAATE KAPTIRMA ENDİŞESİ BU SAVAŞI BAŞLATTI


Sorunun “savaş ne zaman başladı” kısmına gelince: Pek konuşulmayan bir şey söyleyeyim. Sayın Başbakan’ın partisi AKP’yi cemaate kaptırma endişesiyle başladı. Öyle ki, Başbakan, parti içerisinde paralel bir parti kurulmaması için tedbirler almak zorunda kaldı. Bu nedenle de daha önce görevden aldığı Teşkilat Başkanı’nı yeniden aynı göreve getirdi. Kanaatim odur ki, Başbakan bence kendi partisi içerisinde bile bir operasyon yapmak zorundadır. İl ve ilçe teşkilatlarında tıpkı Meclis’te olduğu gibi cemaatin temsilcisi parti yöneticilerinin var olduğu biliniyor. Duyumumuz odur ki; Emniyet’te yapılan karşı operasyonların bir benzeri bir süredir AKP içerisinde de yapılmış, “sızma”lara karşı da gerekli tedbirler alınmıştı.

Cemaat zaten iktidarın ortağı gibiydi diyebiliriz. Peki iktidarı neden istiyor?

CEMAAT İKTİDARIN GİZLİ ORTAĞIYDI

“Gibi” sözü eksik kalacağı kanaatindeyim. Bugün berrak bir şekilde ortaya çıkmıştır ki, cemaat iktidarın ortağıydı. Daha da önemlisi “gizli ortağı”ydı. Zira “gizli” olan her zaman dominanttır. Cemaat 11 yıldır kendisini zaten iktidar görüyordu. Bu ülkenin “hükümeti” değildi belki ama “hükümet ettireni”ydi. 11 yıllık dönem içerisinde cemaat hem devlet kadrolaşmasında önemli mevziler elde etmiş, hem de iş dünyasında ve kurumsal anlamda iktidarın imkanlarını en üst düzeyde kullanabilmiştir. Fakat bugün bu “gizli ortaklık” deşifre olmuştur ve bu aslında bu ortaklığın sonu anlamına gelir. Koolisyon bozulmuştur. Aslında uzun zamandır soğuk rüzgarların estiği bu zoraki aşk bugün bitmiştir. Adeta şiddetli geçimsizlik boşanma mahkemesine taşınmıştır."

AŞK VE ZORUNLULUK.... KİRLİ BİR HESAPLAŞMA VE BOŞANMA SÜRECİ

"Aşk ve zorunluluk… Evet aşk ve zorunluluk. İktidar olmak bir aşksa, bir tutkuysa ‘zorunlu’ olarak bir aşk hikayesi yaşaması gerekiyordu demek ki. AKP’nin geldiği siyasal kimlik dokusu ile cemaatin dokusu birbiriyle örtüşen bir doku değildi. Ama bu birliktelik sürecin zorunluluğuydu; her iki taraf da bu zorunluluğun gereğini yerine getirmiştir. Çıkar evlilikleri mahkemeye düştü mü işte böyle düşüyor galiba. Çok kirli bir hesaplaşma, boşanma süreci… Çünkü bugün ortaya dökülen kirli çamaşırlardan bugüne kadar tarafların haberi yoktu diye kimse söyleyemez."

Sizce de dış güçler işin içinde mi?

DIŞ GÜÇLER HEM İKTİDARA HEM CEMAATE KENDİNİ HATIRLATMIŞTIR


"Dış güçler olarak tanımladığımız mihraklar Türkiye’deki bütün siyasal süreçlerin içerisinde olmuştur. Dünyanın küresel efendilerine göre; Türkiye’deki iktidar değişimleri, ekonomi yönetimleri, eğitim politikaları ve dış politikaları iç dinamiklerle inşa edilemez. Onlara göre; Türkiye yönetim anlamında kendi başına bırakılacak bir ülke asla olmamıştır. Zira bulunduğu coğrafya, tarihi misyonu ve Ortadoğu’daki İsrail’in güvenliği de bu bakış açısını doğurmaktadır. Zaten AKP de bu gerekler teminatıyla iktidara gelmiş, getirilmiş bir iktidardır. Temelde bu savaşın ekseninde ben dış mihrakları değil, menfaat ve doku uyuşmazlığını görüyorum. Dış mihraklar açısından belki Halk Bankası ve İran konuları değerlendirilebilir. Ve şunu söyleyebilirim; “kontrolsüz” güç değildir. İşte bu bakımdan dış güçler geminin rotadan çıkmasını asla istemezler. Bu nedenle de kendilerine bağlılıkta ve sadakatte bir derecelik açı sapmasına bile müsaade etmezler. Zira matematikçiler çok iyi bilir; bir derecelik açı sapmasının uzay iz düşümü sonsuzluğu ifade eder. Ve ola ki bu sapmadan dolayı ipleri ellerinden tümüyle kaçırabilirler. Bu nedenle sözünü ettiğimiz dış güçler bazen kendilerini hatırlatarak verilmiş sözlerdeki, bağlılıktaki açı sapmalarına karşı tedbir alırlar. Dış etkenler bugün hem iktidara hem de cemaate kendisini hatırlatmıştır.

Bunca yaşanandan sonra barış sağlanabilir mi, nasıl?, sağlanamazsa neden?

ADALET GÖZLERİMİZİN ÖNÜNDE KAN KAYBEDİYOR


"Bunca yaşanan nedir? Biz şimdi bir siyasi iktidarı mı kurtaracağız, yoksa cemaati mi? Galiba önce kurtarılması gereken “adalet”tir. Farkındaysanız; adalete suikast vardır. Adaletsizlik bir toplumun başına gelecek en büyük felakettir ve bir yangında kurtarılması gereken ilk şeydir. Adaletsizlik bir orman yangını gibidir ve adaletsizliği yangından daha çabuk önlemeliyiz. Bir orman yangını nasıl bir ormanda herşeyi kül ediyorsa, bütün canlıları ayırt etmeksizin yok ediyorsa; adaletsizlik de bir toplumda herşeyi öldürür. Adaletsizlik de orman yangını gibi şucu, bucu demeden, şu partili bu partili demeden, cemaat mi iktidar mı demeden, devlet mi paralel yapımı demeden her şeyi. Adaletsizlik de hiçbir canlı bırakmaz hayatta. Unutmamız gerekir ki; adaletin kılıcı ile vuran kol, ne kadar zayıf olursa olsun, gene kuvvetlidir. Ama maalesef bugün adalet gözlerimizin önünde kan kaybediyor."

BARIŞ OLMAZ AMA SAVAŞ BALTALARI GÖMÜLEBİLİR

Sorunuzdaki “bunca yaşanandan” sonra bölümü gerçekten manidar. Kavgada karşılıklı olarak “bel altı” hamleler varsa “bunca yaşanandan sonra” tanımlaması da kaçınılmaz oluyor. Ben bunca yaşanandan sonra hala bir takım pazarlıkların yapıldığını gözlemleyebiliyorum. Ama bu mesele de ok yaydan çıkmış görünüyor. Bu iki unsur bir daha aynı koalisyonun bir parçası olamayacaktır. Pazarlıklar bir sonuç verir ya da dış etkenler “yeter ne yaptığınızın farkında mısınız” baskısı uygularsa; barış olmaz ama “savaş baltaları” gömülebilir. Belgeler, operasyonlar, görevden almalar, kasetler, iddialar belli bir süre karşılıklı olarak yavaş yavaş gündemden çıkarılır.

Bu Türkiye’ye bir barış getirir mi?

KALP VE DİL AYRI ŞEYLERE NİYET ETMEZ


"Elbette hayır. Türkiye’de gerçek bir barışın olması için önce bir zihinsel devrime ihtiyacımız var. Biz ne zaman birbirimizle konuşmasını, tartışmasını öğrenirsek bazı şeyler düzelebilir. Bu ülke de genellikle insanlar birbiriyle konuşurken bile birbirine karşı “yumruk sıkarak” konuşuyor. Çekiç misali karşımızdaki herkesi çivi görüyoruz. Bizden başka herkes başına vurup ezmek için var olduğuna inandırılmışız. Türkiye’de bütün kesimler şunu düşünmeli; bugün neden yeni yeni Necip Fazıl Kısakürekler yok? Ya da neden yeni Nazım Hikmet’ler yok!? Biz birbirimize karşı yumruk sıkarak konuştuğumuz müddetçe, siyaseti de, cemaati de, sivil toplum kuruluşlarını da, medyayı da kendi varlık sebeplerinden çıkarıp sadece ve sadece “hesaplaşma” aracı olarak görürsek barışı göremeyiz. Önce niyet! Biz ibadetlerimizde bile önce niyet eder; kalben de, dille de “Allah rızası için” deriz. Kalp ve dil ayrı şeylere niyet etmez."

İNTERNETHABER

SON VİDEO HABER

İHH'dan Suriye'deki fırınlar için un desteği çağrısı

Haber Ara