Ali Bulaç: Allah’a şirk ve devlete şerik
Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç bugünkü yazısında, İslam siyaseti üzerine değerlendirmelerde bulundu...
12 Yıl Önce Güncellendi
2014-01-11 03:05:58
Ali Bulaç, "Allah’a şirk ve devlete şerik" başlıklı yazısında, İslam siyaseti üzerine kurduğu yazısını, Batı filozofları ve düşünürleri, aynı zamanda tarihin en eski devletlerin yönetim şekillerini irdeleyerek yazısını sonuca bağlıyor.
İşte Bulaç'ın o yazısı:
Geleneksel toplumlarda yönetim meşruiyetini bir şahsa veya bir hanedana refere ederdi. Kral kendine bir kutsal temel arasa da, arayış gerçek şahıslarla ilgiliydi.
Güneşin oğlu Japon imparatoru, tanrının kanının damarlarında aktığı varsayılan İran Kisrası, tanrı olduğunu iddia eden Roma’nın Sezar’ı veya Mısır’ın Firavun’u, ruhu gibi bedeni de kutsal sayılan Avrupalı monark birer insandı. Bundan hareketle krallar “kanun benim veya devlet benim” diyebiliyorlardı.
Bunun istisnası yöneticilere kutsallık atfetmeyen İslam’ın siyaset telakkisidir. Ancak Emeviler Bizans’tan mülhem “Allah’ın halifesi”ni sisteme dahil ettiler, Osmanlılar onları takip ederek Jüstinyen’in “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” sıfatını padişahlara yakıştırdılar. Bununla ilgili uydurulmuş bir dizi rivayet vardır. Halife ve padişahlardan bağımsız bir üst hukukun (Şeriat) var olması İslam tarihindeki yönetim biçimlerini salt mutlakiyetçi veya monarşik olmaktan çıkarır, bu tabii ki yöneticilerin her zaman Şeriat’a göre yönettikleri anlamına gelmez. Mutlakiyetçi yönetimlerin merkezinde “gerçek şahıslar” oturmaktadır. Modern devlet, yönetimi gayr-i şahsî hale getirdi, gerçek şahıs olmayan devlet fikrini doğurdu. Modern devlet hakikatte Hıristiyan teolojisinin sekülerleştirilmiş formudur. Teolojik varsayıma göre Tanrı, İsa’da bedenlenmiştir ki Kilise, İsa’nın bedenidir. İktidarı kilisenin elinden kurtarmak isteyen filozoflar mutlakiyetçiliği; mutlakiyetçi iktidarların elinden kurtarmak isteyenler de parlamentoyu öne çıkardılar. Ama devletin gayr-i şahsî misyonu varlığını korumaya devam etti. Hegel, devleti Tanrı’nın yeryüzündeki arzusu, yürüyüşü ve tarihin kendinde mündemiç amacı görür. Kurtuluş sıradan, manevî aşkınlık derecesinde olmayan sivil işleri yürütmekten değil, devletin bu aşkın ve kendinde içkin amacına adanmaktan geçer. Tanzimatçılar, Meşrutiyetçiler ve Cumhuriyetçiler, Batılı devlet formunu ithal edince kolayca bu misyonu “devletin ebed müddet” özüne ve padişahın “Zillullah fi’l arz” karakterine tercüme ettiler.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!
Haber Ara