Hüseyin Gülerce: Bu yangın söndürülebilir mi?
İnsanlar telefon açıyorlar, önünüzü kesiyorlar. “Ne olur bir şeyler yapın. Bize ne oldu? 40 yıllık çileler, sıkıntılar, omuz omuza yürümeler, tam da düze çıkıyor iken bize ne oldu? Ne olur seyretmeyin, ne olur, Allah aşkına bir şeyler yapın” diye gözyaşlarıyla feryat edenler var
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-12-25 09:55:47
Hüseyin Gülerce'nin Zaman Gazetesi'nde bugün yayınlanan yazısı:
Önce dershaneler, şimdi de rüşvet ve yolsuzluk operasyonu üzerinden, giderek büyüyen bir yangın var. Bu yangın, hükümet-cemaat meselesini çoktan aştı. Yanan Türkiye’dir, yanan ülkemizdir, milletimizin geleceğidir…
İnsanlar telefon açıyorlar, önünüzü kesiyorlar. “Ne olur bir şeyler yapın. Bize ne oldu? 40 yıllık çileler, sıkıntılar, omuz omuza yürümeler, tam da düze çıkıyor iken bize ne oldu? Ne olur seyretmeyin, ne olur, Allah aşkına bir şeyler yapın” diye gözyaşlarıyla feryat edenler var… Yangını kim başlattı, kim büyütüyor, kabahat kimdeydi, sorularının pek bir önemi yok. Bugün mesele, yangının nasıl söndürüleceğidir… Yangına benzinle gidilmez. Yangına su ile gidilir. Yangının büyüklüğüne aldırmadan kimin elinde bir damla, bir maşrapa su varsa yangının üzerine dökmeli. Vakit geçmiş değil. Gelinen noktada her şeye rağmen bu yangın söndürülebilir. Zararın neresinden dönülse kârdır.
Şahsen öncelikle, yatıştırıcı üslubu öne çıkarmak gerektiğine inanıyorum. Birbirimizin iyi taraflarını, iyiliklerini konuşalım, yazalım. Yangına körükle gidilmesin. Bu günlere kolay gelinmedi. Hep birlikte horlandık, aşağılandık, ötekileştirildik. Hep birlikte din ve vicdan özgürlüğünü, Türkiye’nin askeri vesayetten kurtulmasını savunduk. 12 Eylül 2010 referandumundaki demokrat ittifak, Türkiye’nin önüne yeni kapılar açtı. Bu kapıların muhafazakâr, demokrat, özgürlükçü, liberal kesimlerden oluşan büyük kitlenin üzerine kapanmaması gerekir.
Üç temel ilkede anlaşmalıyız: Birincisi; yolsuzluk, rüşvet, devletin malına göz koyma, yetimin hakkını çiğneme karşısında kimse taviz vermemelidir. Ucu kime dokunuyorsa, nereye varıyorsa üzerine gidilmeli. Hukukun içinde kalarak, kimseyi peşin peşin suçlu ilan etmeden işin gereği yapılmalı.
İkincisi, devlet içinde seçilmiş iktidara karşı, paralel güç oluşturma, kafa tutma, tuzak hazırlama peşinde olan kim varsa gözünün yaşına bakılmasın. Milletin AK Parti’ye sandıkta verdiği iktidar emanetini korumak, milletin namusunu korumak gibidir. Seçmen, falanlar, filanlar da iktidara ortak olsunlar diye oy vermiyor. Hiçbir bürokrat amirleri dışında bir yerlerden emir, talimat alamaz. Buna kimse rıza gösteremez, göz yumamaz. Bunda müttefikiz. Tıpkı bunun gibi, iktidar da bürokraside, sadece liyakati, dürüstlüğü, hukuka riayet etmeyi kıstas almalıdır. “Bizden olanlar-olmayanlar” ayırımı, Allah göstermesin devlette ikilik çıkarır. Türkiye, o kötü günleri yaşadı. Öğretmenler TÖB-DER, Ülkü-Bir diye; polisler Pol-Der, Pol-Bir diye ikiye ayrıldılar. Hele bugün, birkaç yüz bürokrat yüzünden iyilik ve hayır peşinde koşan milyonların karşıya alınması daha büyük bir tehlikedir…
Üçüncüsü, laf getirip götürenlere, kara propagandaya, iftiralara prim verilmemelidir. Mesela, “Cemaat İstanbul’da şu adayı destekleyecek, falan partiyle ittifak edecek” söylentileri, yangına benzin dökmektir. Şahsen ben bu meselede, Hürriyet’in Pazar ekinde yayımlanan şu cevabı verdim: “Öncelikle Hizmet hareketi hakkında konuşamam. Yerel seçimlerde aday daha fazla öne çıkıyor. İnsanlar yaşadığı şehre, ilçeye kimin daha yararlı olacağına bakıyor. Bazı yerlerde, iktidar partisinden başkan olursa daha fazla hizmet gelir, düşüncesi de etkili oluyor. Son hükümet-cemaat meselesinden dolayı gönlüm kırık olsa da, ben oyumu, yaşadığım Yalova’ya göre kullanacağım. Kararım şimdiden net. Hüseyin Gülerce olarak bir oyum var. AK Parti adayına oy vermeyi düşünüyorum.” Yangın, hâlâ söndürülebilir…
SON VİDEO HABER
Haber Ara