SN.Erdoğan bizim neyimiz olmalı?
TIMETURK yazarı Abdullah Kuloğlu AK Parti- Cemaat arasındaki gerginlik ile ilgili yazdığı yazısında hem soruyor hem yanıtlıyor.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-12-24 13:09:00
TIMETURK / HABER MERKEZİ
SN.Erdoğan bizim neyimiz olmalı?
Bir savaşın olması için illa ideolojik bir zıdlık içinde bulunmak gerekmiyor. Misal 1. ve 2.Dünya Savaşı'nda Avrupa Devletlleri Almanya'nın güçlenmesinin önüne geçmek için diplomatik engellemelerin peşi sıra savaşmak yolunu tercih ettiler. Tarihin gördüğü en büyük yıkımlar yaşandı. Halbuki ortada ideolojik bir savaş yoktu. Faşizim bir ideoloji değil psikolojik bir çığlıktı! Hatta bir şizofreni denilebilir. Özellikle 2. Dünya Savaşı'yla gayet haklı sebeplere dayalı olsa da, bir şizofreni-anomali olan faşizmin tasfiyesi uğruna, batı intihar etti. Bu, hayat karşısında yerini ve gayesini bulamamış bir cins kafanın "çıldırmamak için" intihar etmesine benzer.
-Bu mesele nereden çıktı şimdi. Yeni yaşanan hadiseler bakımından mı söylüyorsun bunu?
-Güçlenen bir Türkiye vurgusu yapıldığı için.
-Yani?
-Sen güçleniyorsun ve dolayısı ile senin bu güçlenmenin istemeyen güçler ittifak halinde bunu engellemeye çalışıyor. İttifak eden güçleri işaretleyerek haklılığını kefalet altına almazsın. Her kavga ve mücadele, taraflardan birisi esasta ve temelde haklı ve diğeri haksız olduğu için olmaz kısaca.
-Yani?
-Yanisi şu; ister diplomatik isterse sıcak çatışma şeklinde olsun bütün mücadele şekilleri sadece güç temini meselesine istinat ettirilerek meşrulaştırılamaz. Siyasetin gayesi bakımından söylüyorum. Siyaset güç temini üzerine kuruludur ve bu doğaldır da. Fakat siyasetin istinat edeceği bir dünya görüşü yoksa, yani siyasetinizin nasılı kadar, ne için olduğunu izah edemiyorsanız mevcut mücadele kuru ve kaba bir itiş kakışın ötesine geçemez. Bu sizin duygunuzun selim ve temiz olmasından bağımsız olarak apayrı bir işdir.
-Müşahhas hadiseler üzerinden konuşsak okuyucu için daha kolay olmaz mı?
-Eyvallah.. Misal, Türkiye Cumhuriyeti kuruluş tarihi, Anadolu ahalisinin selim ve temiz duygusuna abanmış apayrı bir işdir, öyle değil mi? Sonuçta Selanik dönmelerinin bir rezerv devleti olarak kurulmuş, İsviçre'de mevcut kantonlardan Yahudi kantonunun Medeni Hukuku ithal edilmiş. İdeolojik esası Fransız Yahudi güdümünde olan bir İhtilalin izinde vs.. Halbuki selim ve temiz duygu bakımından ahalinin durumu ortadadır. Müşahhas bir misal istediğin için Türkiye Cumhuriyeti'ni söyledim. Halbuki tek misal de bu değildir!.. Türkiye'de iş gele gele nereye dayandı? Liberal demokratik seküler ve inançlara saygılı bir cumhuriyet, öyle değil mi?.. Kritik bir soru soralım. Kurtuluş Savaşı güdücüleri ahalinin selim ve temiz iman duygusuna tam bir sadakat içinde olsaydı bile sonuç daha farklı mı olacaktı? Hatta daha da ileriye giderek söyleyeyim; bu sadakate rağmen kurtuluş mümkün olmayınca, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte çıldırmak pahasına kurtulmayı tercih etmek durumunda kalmadık mı?
-Farklı olmayacak mıydı? Doğrusunu söylemek gerekirse farklı olurdu diye düşünüyorum.
-Pekiyi madem öyle düşünüyorsun, okuyucu da dahil sana da sormuş olayım. Liberal demokratik seküler ve inançlara saygılı bir cumhuriyet değil de, hangi ideolojik esasa dayalı bir devlet? Şimdi sen diyeceksin ki, selim ve temiz duygusu madem İslam imanıdır, herhalde İslam'a dayalı bir devlet ve mefkure olabilirdi. Böyle bir cevaba itiraz etmem. Lakin bu cevap yine de benim sorduğum temel sorunun karşılığı değil. Sen en fazla yine selim ve temiz iman duygunu belirtmiş olmakla kalmış oluyorsun. Kaldı ki Osmanlı hakimiyet devrinde, Abdulhamid Han'da fiili bir nüve halinde cevabı verilmiş olsa da (istisna ederek), son dönemlerinde bile müşahhas planda bugün hayalimizin bile ulaşmakta zorlandığı bir imkâna sahip iken, bu selim ve temiz iman duygusunun münevverleri ve devlet adamları niye tıkanmıştır? Klasik Osmanlı'nın işleyen çarkı, yeni devir ve şartlar karşısında niye işlemez olmuştur? Ve daha kritik bir soru olarak tekraren soruyorum; Böylesi bir tıkanmışlık batıda Liberal demokratik bir seküler dünya görüşü adına bir dönüşüme evrilirken, niye doğuda Osmanlı şahsında yeni bir dönüşümle aşılamamıştır? Bugün yine aktif liderleri ve ahalisiyle selim ve temiz duygusu ve haserti kabarmış bir millete rağmen, yaşattığımız fikir sefaleti hangi eksiği belirtmektedir?
-Öyle ise son 10 yıldır yaşanan dönüşüm üzerinden konuşacak olursak... Hatta doğrudan Cemaat ve Ak Parti arasında kopan fırtına üzerinden de konuşabiliriz..
-İşin detay kısmını gazete ve televizyonlardan izle, derim. Ben işin o kısmını değerli kılacak esası konuşmayı tercih ediyorum. Bir teşhiste bulunalım. Her iki kesim de selim ve temiz bir duygu kalabalığı üzerinde bir siyasî aklı temsil ediyorlar. Ahalinin selim ve temiz bu duygusuna sadakat bakımından Erdoğan'ın mevzilenmeye çalıştığı yer siyaseten doğrudur. Cemaatin ise baştan beri Risale-i Nur geleneğine çöreklenmiş -apayrı iş dediğime bir misal de budur- kökü yabancılaşmışlarda olduğu da artık bir bedahat. Demek ki, tabandaki kalabalıklar açısından normalde olmayan bir duygu zıdlığı tepelerde varlığını muhafaza etmektedir.
-Yani Erdoğan'ı haklı görüyorsunuz..
-Bilenler biliyor, yazıyorum da. Ben İslamî Büyük Doğu Dünya Görüşü'nü benimsemiş bir köşe yazarıyım. Dolayısı ile hak vermem belli bir dünya görüşüne nisbetle "fayda" mülahazasına dayanır. Daha fazlası şimdilik mümkün değil. Bu manada anlaşılmak üzere Erdoğan "yarım haklı"dır.
-Biraz açarsanız..
-Erdoğan siyasî mevzilenme açısından, bertaraf edilmesi gerekenler karşısında mevziilendiği için haklıdır. Yoksa başta de belirttiğim gibi siyaset pek tabii olarak bir güç devşirme işi olarak kendine has bir mantığı ve mücadele unsurları olan bir iştir. Çoğu zaman sırf hukukî veya diplomatik veya silahlı şekillerde görünen çatışmaların -hayat boşluk kabul etmediği için- sizin muradınıza (duygunuza) zıd ideolojilere de hizmet edebileceğini unutmayın. Kurtuluş Savaşı güdücüleri bakımından kastî, öncesi Osmanlı güdücüleri bakımından gayr-i iradî denilebilicek bir fark ortada olsa da sonuç bakımından belirleyici olan içinde yaşattığınız "ideolojik boyunduruk"tur. Bu şartları bambaşka olsa da Erdoğan için de aynen geçerli bir husus.
Yarım haklı dediğim zaman yarım haksız dediğim kendiliğinden açığa çıktığına göre, bütün haklılığını sonuç itibariyle "bütün bir haksızlığa" çeviren "ideolojik boyunduruğa" dikkat çekmem doğaldır. Bu elbette sadece Erdoğan meselesi değil. Bütün bir gönlü müslümanlıktan yana olan yazar-çizer topluluğumuzun da temel açmazıdır. "Demokratik" idare biçimi tefekkür dünyamızı en ücra köşelerine kadar işgal etmiş durumda. Dün sosyalizimin moda olduğu dönemlerdeki gibi. Adeta dokunulmaz, tartışılmaz, değiştirilmesi dahi teklif edilemez yeni çağın İDEOLOJİK PUTU. Bugün bu konunun fikir ortamımızda tartışılmaya açılması konusu bile başlı başına bir cesaret ve cürret işidir.
-Özellikle cemaatin yargı ve kolluk kuvvetleri üzerinde kurduğu vesayet gerçeği üzerinden, laiklik de o kadar da kötü değilmiş diyenler oldu gerçekten..
-Açıkcası çok dikkat etmedim fakat bu gayet doğaldır. Çünkü anlaşılamayan husus şu; demokrasi bir "hayat tarzı"nın ve dolayısı ile de -buraya dikkat- "bu hayat ne için, gayesi ne" sorularına cevap teşkil eden "değer"lerin ayrılmaz mütemmim bir cüzzü. İşte kökten yaprağa kadar bu bütünlüğe dünya görüşü diyoruz zaten. Demokrasi sonuçta belli bir "değer"ler sisteminin ihtiyaçlarına cevap vermek üzere icat edilmiş bir idare biçimi. Varlık gayesi bu zaten! Ve dolayısı ile "hayat ne için ve gayesi nedir" sorusuna verilmiş sistemli bir cevap. Yanlışı ve doğrusunu tartışmıyorum, fakat neyin ne olduğunu görelim önce.
Selim ve temiz duygu demiştik ya!.. Hah işte buna karşılık gelmek üzere "değer"ler diyoruz. Bizim "değer"lerimize göre değil!..
Arslana ot, ineğe et yedirilmez.
Bünyeye mutabık ve bünyeye göre şekil kazanan en temel "duygu" olan iman kutbundan başlamak üzere genişliğine bir devlet düzenine kadar nihayetlendirilmiş ve derinliğine insanî hakikati tasavvufî bir cehdle taramış bir BÜTÜNLÜK şuuru olmadan olmaz. Mücadele ancak bunun olduğu yerde "yarım haklı"lıktan kurtulabilir.
Aksi durumda ister şuurlu isterse şuursuz, ister gönüllü isterse gönülsüz.. İdareye geçtiğinizde, idare sisteminizle bir "değer"in lehine, diğerinin aleyhine olmanız kaçınılmaz olduğuna göre ve idarenizi, idare sistemi olmadan yürütemeyeceğinize göre, sizin "değer"lerinizin, duygunuzun aleyhine olan mevcutlardan birisine yaslanmak durumunda kalmanız kaçınılmaz. İşte gümümüzde Mısır, Tunus, Türkiye, Pakistan, Irak vs.. Allah aşkına Müslüman Dünyanın kendi olurları ve olmazlarına ayarlı bir gübreleme ve zararlı ile mücadele anlayışı üzerine kurulu sistem teklifleri nedir? Ki insanlığın felahı, kurtuluşu burada ise, ki müslüman zaten buna inanan deği mi? Bu konu es geçilebilecek bir konu mudur?
(...)
-Bu temel zaaf bugün en temel zaaf ise, mevcut hareketlilikleri ve tarafları baştan mahkûm ve yenik görmek mümkün. Bu ümitsizliğe ve hareketsizliğe sebep olmaz mı?
-Aksine bu tam bir ümide ve harekete kavuşturmak gayesi ile şuurlaştırılması gereken bir ihtiyaç. Bir çok cemaat ve topluluk, ister dikta ister demokrasi şartlarında olsun, "iman duygu"sunu ayakta tutma ameliyesini yerine getirmek için fedakâr bir çaba içinde oldular. -Dikkat- bunun yanı sıra POLİTİK olarak -yine ister dikta ister demokrasi şartlarında olsun- bu ameliyeleri mevcut sistem içinde daha rahat yapabilmek gayesi ile bir kısım politik hareketler çıktı. Fakat dikkat ediyorsanız bu politik kurumlar ve hareketlerin temel gayesi -misal Milli Görüş, İhvan, Cemaat-i İslamî, bugün Ak Parti'nin yaşadığı dönüşüm vs gibi- mevcut sistem içi kolaylaştırıcılığın ötesine geçemedi. Duygu, ötesine geçmeyi emrederken, hem fikrî kalıp hem de bunun tezahürü olan teşkilat kalıbı buna ayarlı bir ehliyet ve hazırlık belirtmedi. Elbette her biri kıymetli ve fedası mümkün olmayan çabalar. Vehmettirdikleri tam aksi olsa da, hatta muradı bambaşka olsa da..
Sorduğun soruya dönecek olursam cevabı belli ama açayım; aksine bu türlü bir tıkanmışlığın etkisiyle, müslümanlık derdi taşıyan kalemlerin ümitsizlik ve yılgınlığa düştüğünü söyleyebiliriz. Yükselen sistemi (demokratik liberalizmi) kullanarak en azından politik gücü ele geçirmek hevesiyle ve dolayısı ile sonrasını sonraya bırakma şeklinde İslam'ı asrın idrakine (liberal demokrasiye) söyletmeye meylettiler. Bu "İdeolojik boyunduruk" öylesine şiddetli bir boyunduruk ki, zuhurunun şiddetinden görünmüyor. Fakat sonuçları ve tesirleriyle tersinden seni döveni yaşatan ve üreten güyya bir kurtuluş mücadelesine dönüyor. Bilmem anlaşılabiliyor mu?
(...)
-Diğer taraftan fiili bir durum da yok değil mi? Yani gücün yetmediği yerde, güç temini için bir ara dönem zaruri değil mi?
-Elbette bu şart ve hatta ihmali mümkün olmayan bir şey. Fakat mesele yine esas olarak değişmiyor ki! Ara hedef tayini, nihaî hedefin ne olduğunun şuuru tam olan için bir kıymet ifade eder. Misâl bu bakımdan demokratikleşme örgütlenmek ve güç temini şartları bakımından desteklenebilir de. Fakat güç temini işi tamam olana kadar ve bizatihi demokrasiyi benimsenmemek koşulu ile! Ya ne benimsenmelidir?
-Eğer yanlış anlamıyorsam mevcut İslamî hareket ve kurumların "mevcut" ameliyelerini terk etmeyi değil ama bütün bir siyaset ve bir dünya görüşü etrafında kültürlenmelerini elzem görüyorsunuz. Doğru mudur?
-Böyle de denilebilir. Bir benzetme kullanayım müsade edersen. Liberal Demokrasi'yi Londra'ya giden bir yol olarak tasavvur et. Mevcut İslamî hareket ve kurumları da yolculara dair hizmet üreten kuruluşlar olarak.. Kimisi dinlenme tesisi-lokanta.. Kimisi lastikçi... Kimisi araç bakım ve servisi... Kimisi trafikçi- polis. Dikkat ederseniz bunların hepsi YOLCUYU ve YOLCULUĞU tahkim etmek üzere var olan, gayesi bu olan oluş ve kuruluşlar.
Bunun yanında toza toprağa karışmış ve eski araç ve ihtiyaçlara göre yapıldığı halde, yeni araç ve ihtiyaçlara cevap vermediği için kapanmış bir yol olduğunu düşün. Bu eski yolun adresi de Medine olsun. Gönlü Medine'de olan yolcuların, yolculuğunu kazasız belasız tamamlamaları için şart olan bu oluş ve kuruluşların anlam kazanması için MEDİNE'ye varan YENİ YOL üzerinde hizmet vermeleri gerektiği açık değil midir?
Şüphesiz öyle olması gerekir ama Medine yolu, eski araç ve ihtiyaçlara göre ayarlı olduğu için kapanmış ve yolcusu kalmamış. Yani YENİ YOL ihtiyacı açık fakat ortada yol yok, yol projesi yok, YENİ YOL ihtiyacının şuuru yok!..
İslamî Büyük Doğu Dünya Görüşü, bu benzetmede YENİ YOLA dair projeyi ifade ediyor. Adresi MEDİNE olan. Bu proje hem yeni devir şartlarında YOLCULARIN ihtiyaçlarını gözettiği gibi, gönlünde yatan MEDİNE'ye de vardıran bir proje! Şüphesiz bu Yeni Yolda, dinlenme tesisine-lokantaya, lastikçiye, araç bakım ve servislerine hem yer ayrılmış hem de bu bir ihtiyaçtır.. Nasıl ki dinlenme tesisi-lokanta kendisine ait bir uzmanlık ve ehliyet gerektiriyorsa ve birinin yaptığının diğerinden daha aşağı kalır bir tarafı yok ise, YENİ YOL inşaasında çalışanların da diğerlerine nisbetle belirttiği kıymet açık!.. Hiç biri diğerinin yerini ikâme edemez rolleri ve vazife taksimi meselesi bilmem anlaşılabiliyor mu bu misâlden. Gönlü MEDİNE'de olanların, kazancından bu yolu finanse edecek kadar olsun bir şuura bağlı olması aklın yolu.
Misâle devam edersek, gönlü MEDİNE'de olanların -ortada YENİ YOL ihtiyacı açıkken- YENİ YOL PROJESİ'nin MİMARLARINA duydukları ihtiyacın EN TEMEL İHTİYAÇ olduğunu izah da sanırım gereksiz. Karşısına çıkan dağı havaya uçuran teknikerinden tut, işin finansmanına bağlanmış sermaye sahibine kadar bir çok unsur ve ehliyet sahasının ahenk bulacağı bir proje olmadan, "oh oh ne güzel hepimiz çalışıyoruz!" tesellisinin nasıl bir felaket olduğunu görmemiz gerekir.
Yola nisbetle yolda uyulması zarurî kurallar ise her yeni devir ihtiyacına hitap etmesi beklenen tüm yol projelerine şamil olan kurallar, değişmezler. 4 saatte bir yemek yiyeceksin, araç gerecinin bakımını yapmış olacaksın, ister deve yolu olsun isterse hava yolu hesabı. Bundan kastım da geniş manasıyla FIKIH-MUTLAK ÖLÇÜLER. Hem YENİ YOL MİMARINI hedeflendiren ve ölçülendiren, hem de YOLCULARI ölçülendiren kurallar. Geniş manasıyla İslam Şeriatı dediğimiz de bu.. Ki zaten ancak bu Mutlak Ölçülere riayet şartı altında YOL MEDİNE YOLU olabilir. Aksi halde her YOL MEDİNE yolu olamaz.
-Londra yolu gibi..
-Evet Londra yolu gibi.. Şimdi ki kavga ve mücadele bu yol üzerinde birisi peşin gönlü Londra'ya bağlı olanlar ile Gönlü Medine'ye bağlı olduğu halde yol denilince Londra yolundan başkasını bilmeyenler arasında olup bitiyor!.. Cemaat ile Ak Parti arasındaki keyfiyet farkı da bundan ibaret!..
Birincisine söyleyeceğimiz Londra'dan bize ne!!!
İkincisine söyleyeceğimiz ise bütün yol senin olsa ne olur, gönlümüz LONDRA'da değil ki bizim!!!
Son tahlilde bizim gönlü Medine'de olanlar ile olacağımız bedahat. Gönüldaşız bu zaviyeden. Fakat nasıl fikirdaş olabiliriz. Gönlü Medine'de olanların YENİ MEDİNE YOL PROJESİNE BAĞLI olmaları hali müstesna. Dert de bu.
- "İdeolojik boyunduruk" dediğin dert yani..
- Öyle!. İşte tam da bu yüzden İslamî Büyük Doğu Dünya Görüşü, bağlı olduğu iman duygusundan başlamak üzere devlet şekli, hukuk hikemiyatı, iktisat hikemiyatı, sanat hikemiyatı ve tüm diğer alt unsurların hikemiyatı ve usûlünü ortaya koymuş külliyatı ile bu boyunduruktan kurtulmanın tek ve yegane projesi. Hem Necip Fazıl Kısakürek'in hem de Salih Mirzabeyoğlu'nun esas kıymeti de burada!.. Öyle mağdur edebiyatına mahkûm bir zaviyeden ele alınamaz kıymetleri açık.
Üstelik Başbakan Erdoğan'ın yol ve köprü merakı da açıkken, bence yerinde bir teşbih.
Bunu böyle söyleyince de birisi kalkmış diyor ki; Çoğu fikrine katılmasam da?! Misâl desen, bildiği duyduğundan ibaret bir kaç kelime. 200 ciltlik bir külliyat var halbuki ortada. Senin O'nu idam etmek isteyenlerden mana olarak ne farkın kaldı diye sorsan mahcup olacak. Halbuki bu kıtlıkta gönlü ve vicdanı olduğu için kıymet veriyorsun ve bu bir nevi muhtaçlık gibi bir manaya kıvrılıveriyor. Kim kime muhtaç bu da ayrı dava.. Hem soruyorum bu temel zaaf ortada iken Ehil Mimar'ın idamı sadece bir adamın haksız yere idamı meselesinden ibaret olabilir mi?!
-Neyse! Aman aman biz konumuzdan ayrılmayalım.
-Hatta en iyisi şimdilik burada sonlandıralım. Politik magazin türü -kı kıymeti yerini bulduğunda- analizlerin arasında kaybolma pahasına.. Fakat en azından kafa mizacı yatkınlara söyleyeceğimi söylemiş olayım. Buralarda oyalanmadan Necip Fazıl Kısakürek'in İdeolocya Örgüsü gibi, Salih Mirzabeyoğlu'nun İslama Muhatap Anlayış gibi temel eserlerine bir göz atsınlar. Sonuçta bizimkisi de fikir dedikodusunu geçmiyor.
-Aman efendim, teşekkürler.
-Ben de teşekkür ederim ama bu bir hakikat.
Haber Ara