O yazarlar sert konuştu '17 Aralık Vesayet Zihniyeti'
Sabah Gazetesi yazarları, Rasim Ozan Kütahyalı, Mehmet Barlas, Emre Aköz, Sevilay Yükselir, Hasan Celal Güzel, Engin Ardıç, Şeref Oğuz, Meliha Okur, Haşmet Babaoğlu ve Orhan Müdderisoğlu operasyonla ilgili sert yazılar kaleme aldı...
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-12-19 02:44:28
Herkesin her şeyi bildiğin dile getiren Sabah yazar Rasim Ozan Kütahyalı, "Hiç kimse bu olayı yolsuzluk ve rüşvet operasyonu olarak görmüyor. Öyle gördüğünü söyleyen de görev icabı söylüyor ama kimseyi inandıramıyor. Bu, doğrudan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelen bir operasyondur." şeklinde çarpıcı ifadeler kullandı.
EMRE AKÖZ: DEHŞETENGİZ SENARYO
Rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun perde arkasını aralamak isteyenlerin en çok kullandığı kavramlardan biri "okyanus ötesi"... "Okyanus ötesi" kavramı kullananlar, iki aktöre aynı anda işaret ediyor. Bu aktörlerden birisi ABD'de yaşayan Fethullah Gülen...
Hocaefendi'nin ABD'de ikamet etmesi önceleri zorunluluktu.
Çünkü hakkında suçlamalar vardı.
Ancak Gülen hep- sinden beraat etti. O zamandan beri bu ikamet hali zorunluluk olmaktan çıktı, bir tercih haline geldi. Not: Her ne kadar Gülenciler, "Hocamız fitneye yol açmamak için Türkiye'ye dönmüyor" dese de, Gülen politika icabı gelmiyor. Kimse "Ne politikası; o bir din adamı" demesin. Politika illa da siyasi partiyle yapılmaz. (Benim bakışım böyle.)
Sam Amca faktörü
Ancak "okyanus ötesi" kavramının işaret ettiği ikinci bir aktör daha var: ABD... (Tam bu noktada sorulabilir: "Hangi ABD; Obama mı, Neoconlar mı?" Ama bunu şimdilik geçelim.) Ankara'nın izlediği çeşitli politikaların, ABD'yi rahatsız ettiğini biliyoruz.
Bunlardan birkaçını saymadan önce uyarayım: Gerçeklerden değil, algılardan söz ettiğimizi unutmayın...
Suriye'de ABD'nin karşı olduğu muhalif grupların da desteklenmesi.
Çin'den füze alımı.
İran yanlısı Irak federal hükümetine rağmen, Kuzey Irak Kürtleriyle yapılan petrol anlaşmaları.
İran'la ticaret meselesi. (Bunun ayrıntıları için bakınız bizim Ekonomi sayfaları.) Bütün bunların ve daha da fazlasının farkında olan Hükümet cenahı kabaca şöyle düşünüyor: "ABD, Başbakan Erdoğan'dan kurtulmak istiyor... Bu amaçla onu zor durumda bırakacak... Peki, bunu nasıl yapacak?
Eskiden askeri kullanırdı. Ancak asker denklemi terk etti.
PKK'yı kullanırdı; barış süreci onu alet olmaktan çıkardı.
Büyük sermayeyi (faraza Koç Grubu) ve modernleri kullanırdı ama onlar kontrol altında.
Geri ne kaldı? Cemaat... Devletin çeşitli kurumlarında kadroları olan Cemaat, ABD tarafından kullanılabilir."
Pasif bir konuma itilmek
Gerçek bu mu?
Bilmiyorum. Ancak Hükümet cenahının böyle düşündüğünü kuvvetle tahmin ediyorum.
Üstelik yeni bir gelişme değil sözünü ettiğim... Epeydir böyle düşünüyor Hükümet cenahı: Aksi halde mesela 2010 Referandumuna kadar desteğini gördüğü Cemaatin kadrolarını temizlemek için uğraşmaz veya dershane kapatma hamlesine girişmezlerdi.
Peki, "Erdoğansız AK Parti formülü" nedir? O da okyanus ötesiyle bağlantılı:
Başbakan Erdoğan'ın, Çankaya'nın bugünkü yetkileri değiştirilmeden cumhurbaşkanı olması. Yani pasif bir konuma itilmesi...
Sanırım buraya kadar epey tutarlı bir senaryo oluşturduk.
Hükümet cenahı operasyonu bu biçimde algılıyor.
Yani saldırı altında olduğunu düşünüyor.
Bu durumda ne yapacak? "Karşı saldırıya geçecek" diyeceksiniz. Elbette öyle yapacak. Ancak ortada deliller, iddialar, suçlamalar var.
Bunların üzerine gidilmediği takdirde, Hükümet cenahı ve AK Parti ciddi biçimde töhmet altında kalacaktır.
Peki ya çıkış yolu? Benim bir önerim var. Onu da yarın konuşalım.
HASAN CELAL GÜZEL: SİYASî KOMPLO BAŞKA NASIL OLUR Kİ?
Siyasette yolsuzluk, rüşvetçilik ve hırsızlığın önünün alınamamasının önemli bir sebebi de bu konunun kolayca istismar edilebilmesidir.
Yolsuzluk, devreler itibariyle artış ve azalış gösterse de ne yazık ki devam eden bir olaydır.
Sözün burasında, Erdoğan'ın yolsuzluğa karşı samimîyetle mücadele gayretini belirtmenin bir hakşinaslık olduğunu vurgulamak istiyorum.
Siyasette tesadüflere inanmak safdillik olur. Her zaman öküzün altında buzağı arayamazsınız ama siyasî olaylara ve dönemlere göre yapılan tahlillerde bazı olayların özellikle düzenlendiğini kolayca görebilirsiniz.
Hiçbir yolsuzluk ve gayrimeşru ilişki bir anda gelişmez; bilâkis birçok konuda yıllardır dedikodusu yapılan ve birçok kimsenin bilgisi dahilinde olan hâdiseler, siyasî maksatlara uygun zamanlarda piyasaya sürülür.
Hemen birkaç misâl verelim:
22-23 Mayıs 2010 tarihlerinde yapılan CHP Olağan Kurultayı'na sadece iki hafta kala, 7 Mayıs 2010'da CHP Genel Başkanı Deniz Baykal hakkında internet yoluyla gündeme getirilen malûm kasetten sonra, yılların deviremediği Baykal, CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa etmiş ve 22 Mayıs'ta yapılan CHP Kurultayı'nda Genel Başkanlığa Kılıçdaroğlu getirilmiştir. Baykal'ın CHP'ye ayak bağı olduğunu savunan iç ve dış çevrelerin bulunduğu çok iyi bilinmesine rağmen, bu olayın kendiliğinden gelişen normal bir olay olduğunu söyleyebilir misiniz?
2011 Genel Seçimlerinden kısa bir süre önce MHP yöneticileri, milletvekilleri ve milletvekili adayları hakkında piyasaya sürülen çirkin kasetler, -bazı yorumcular aksini iddia etseler de- MHP'de ciddî oranda oy kaybına sebep olmuştur.
Şimdi, bu komploda milliyetçi milletvekillerinin sayısının azaltılmasıyla ilgili bir operasyonun olduğunu söylersek, komplo teorisi üretmiş mi oluruz?...
***
Gelelim son olaylara...
Gerçekten yolsuzluk yapılmışsa sonuna kadar üzerine gitmek gerekir; bu konuda yolsuzluk yapanları savunacak değiliz. Lâkin, ya bu iddia ile siyasî bir 'komplo' uygulamaya konuluyorsa, buna boyun eğip Türk Hükûmeti'nin yıpranmasına; daha da önemlisi, Türkiye'nin yara almasına karşı sessiz mi kalacağız?... Türkiye demokrasisi, bu yılın mayıs ayında, artık tamamen iç ve dış bir komplo hareketi olduğu ortaya çıkan, 'Gezi Olayları' ile yıpratılmak istenmiştir. Üç defa üst üste seçim zaferlerine imzasını atan bir demokrat lider 'diktatör' olarak lânse edilmeye çalışılmış ve millî iradeye karşı bir antidemokratik komplo düzenlenmiştir.
Düşününüz bir kere... Mahallî İdare Seçimleri'ne üç ay kala, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ile Genel Seçimler'in arefesinde, uzun süreden beri bilindiği ifade edilen bir seri yolsuzluk operasyonu yaparak, bakan oğullarını gözaltına alacak; böylece bakanları ve Hükûmeti töhmet altında bırakarak Başbakan'ı siyaseten yıpratmaya çalışacaksınız. Tamam da bütün bunların 'tesadüf' olduğu konusunda halkı nasıl kandıracaksınız?...
Bu komplo, öyle belirli bir grubun faaliyeti ile düzenlenecek bir boyutta değildir. Bu konuda en duyarsız kalanlar dahi, Erdoğan ve ekibinden hoşlanmayan Neocon'lar ile Yahudi lobisi, medyası ve MOSSAD'ın kokusunu alabilecektir.
Lâkin, Başbakan Erdoğan'ın dediği gibi, 'Türkiye çiğnenecek üçüncü sınıf bir kabile devleti değildir'.
ENGİN ARDIÇ: HAYIR, SENİ ORAYA MİLLET GETİRMEDİ
İstanbul milletvekili Hakan Şükür AKP'den istifa etti. Gerekçe olarak, "başbakanın Hocaefendi'ye haksızlık ve vefasızlık etmesini" gösteriyor.
Hocaefendi'nin "Tayyip'siz AKP" projesi üzerinde hiç durmuyor!...
Bu istifaya çok bozulan başbakan da "dürüst bir adamsa meclisten de istifa eder" demiş.
Bir zamanlar tribünlerde "Torinolu Şaban" diye dalga geçilen Sayın Şükür de, "orası milletin meclisi, bizi de millet getirdi" demiş.
Hayır, oraya seni millet getirmedi.
Sen oraya "kontenjandan" geldin. Şimdi bozulmuş olan "Erdoğan-Gülen koalisyonunda" bir hoşluk, bir aksesuar olarak.
Mecliste ne yaptın?
Spor konusuna bir katkın, meselelere bir çözümün mü oldu? Olmasına oldu tabii, televizyonda yorumculuk yaptın, ek gelir sağladın.
Sevgili Hakan Şükür, seni bir listeye soktular...
O listeden kendini mecliste buldun. Senin yerinde Arif Erdem de olabilirdi, Hakan Ünsal da mesela...
Halk sana oy vermedi, AKP listesine verdi.
Mesele bundan ibaret.
Aynı şey Mustafa Balbay için de geçerli değil midir?
Balbay, CHP yöneticileri tarafından, hükümete gıcıklık olsun diye, kazanabileceği bir yerden aday gösterildi ve kazandı. Bu bir kurtarma operasyonuydu.
Bu "kıyağı" örneğin Tuncay Özkan'a yapmadılar, o kazanamadı.
İşte bunun için şimdi Balbay çıkıyor, Özkan çıkamıyor... Bazı Kürt milletvekilleri de çıkamıyorlar...
Balbay, hükümetle papaz olan cemaat tarafından "affedildi"...
Otuz dört yıldan fazla hapis yemiş olan bir adamın salıverilmesi başka türlü açıklanamaz.
Yargıtay iptal ederse mesele kalmayacak, ama Yargıtay onaylarsa kendisi yemin etmiş bir mebus olduğu için cezanın uygulanması dönem sonuna kalacak.
Yani CHP kendisine gösterdiği "teveccühü" sürdürürse, asla bir daha içeri girmez.
Hani ya güzel nane şeker...
Aslında senin meselenin çok basit bir çözümü var Hakan Şükür.
Partinden ayrıldığın gibi meclisten de ayrıl, 2015 seçimlerinde bağımsız olarak adaylığını koy. Bakalım kazanabiliyor musun?
Kazanırsan işte o zaman "seni millet getirmiş" olur. (Laf aramızda, Balbay'a da aynı şeyi tavsiye ederiz.) Tabii, "milyonların gönlünde taht kurmuş" gibi zevzeklikleri bir kenara bırakacağız.
Neticeye bakacağız.
Daha da iyi bir formül ancak şu olabilir:
Madem koalisyon bozuldu, kendi partinizi kurun!
Çoluk çocuk Gezi Partisi kuruyor, siz niçin Cemaat Partisi kurmayacakmışsınız?
Girin seçime, millet sizi getiriyor mu görülsün.
Canım, en kötü ihtimalle AKP'yle gene koalisyon yaparsınız...
Sonra da birbirinize o ünlü fıkrayı anlatırsınız, madem sonunda bir şey değişmeyecekti biz bunu neden yedik?
ŞEREF OĞUZ: DIŞ LOBİ DE DÜĞMEYE BASTI
İnşaat ve ihracat... Biri büyümenin öteki cari açığın hayat damarı... Okyanus ötesinden gelen dalga, bürokratik oligarşi üzerinden ilk olarak bu iki alanın bakanlarına yöneldi. Aynı gün Financial Times cari açığı, ölümsüzlük kazanına bacağından tutularak batırılmış ama zaafı, hayat suyuna değmeyen topuğu olan Aşil'e benzetti. Dediği şu: Türkiye'nin Aşil topuğu cari açıktır.
Yetmedi, sıfırcı hoca Standard&Poor's, aynı saatlerde "siyasi istikrarsızlık" vurgusu yaptı ve "2014'te notu indirilecek ülke sayısı yükseltilecek ülkelerden fazla" ifadesini kullandı.
Devam ediyoruz. "Türkiye'nin ekonomisi iyi, tek derdi küresel risklerdir" diyen Moody's, bu açıklamasını, ihracatta ve rezervde Cumhuriyet tarihimizin rekorunu kırdığımız güne denk getiriyordu.
Okyanus ötesinden gelen dalganın üzerindeki sörf tahtalarından biri de yine Moody's oldu ve "siyasi risk ve kutuplaşma" açıklamaları yapıverdi.
Biter mi? Ne gezer... Anında Kırılgan Beşli diye bir ifade icat ediverdiler.
Sayalım: Brezilya, Hindistan, Güney Afrika, Endonezya ve Türkiye. Neden Kırılgan?
FED (Amerikan Merkez Bankası) tahvil alımlarını azaltma sürecinde en fazla bu ülkeler etkilenecek, özellikle Türkiye, özel sektörün borçları yüzünden daha çok etkilenecek.
Küresel krizde pozitif ayrışan, yalnızca G-20'de 35 milyon fazladan insan işini kaybederken istihdamını 6 milyon artırabilen Türkiye için bulunan kırılganlık gerekçesinin, zaten dış lobilerle birlikte hareketle parasını dışarıya çıkarıp, cepten cebe kendisine kredi vererek Türkiye'nin borç hanesini şişirenler olması, son derece ilginç. Finansal tiranların yerli işbirlikçileri bürokratik oligarşi, büyümeyi yavaşlatmak, cari açığı şişirmek ve iyi giden diğer alanlara sıçrayabilmek için kendine "dış destek" sağlamak adına düğmeye basmış görünüyor. Sırada ne var dersiniz?
MELİHA OKUR: TEMİZ TÜRKİYE!
Türkiye'de siyaseti yakından izleyenler, paranın izini takip edenler gerçeği bilir. Arazi rantı her dönem bir siyasi partiyi silip süpürdü.
Yakın dönemde ANAP ve DYP, müteahhit partisi diye anılan CHP böyle eridi.
Türkiye'de bütün partiler "yolsuzluk ve yoksulluk" diyerek iktidara geliyor. Ama hepsi yolsuzluk yüzünden yıpranıyor.
Üç gündür süren üç bacaklı yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında kesinlikle siyasi saiklerle hareket edilmemeli. Kimsenin gözünün yaşına bakılmamalı.
Ayrı bir dosya olan para aklama ve altın kaçakçılığının soruşturmanın içine girmesini bir türlü çözemedim. Birileri soruşturmanın etki alanını genişletmeye mi çalışıyor?
***
Ucu nereye giderse gitsin Türkiye, radikal bir hukuk ve düşünce devrimiyle tamamen temizlenmeyi talep etmeli.
Bunun için önce demokrasiyi sindireceğiz, sonra hukuk önünde herkesin eşitliğini sağlayacağız.
Tüm bunlar ödün veren şirketlerin, arazi rantiyesinin, ekonomi bürokrasisinin yolunu keser. Nefes alırız.
Bu süreçte Türkiye'yi en fazla ne rahatsız eder? İktidarda ANAP olsaydı, yaşanan travma ağır olmazdı; yönetim anlayışı ve siyasette hedefleri farklıydı. AK Parti dini ritüellerle yoğrulmuş.
Bu yüzden yolsuzluk, rüşvet tabana ağır gelir. Siyasetin ortağı kendini ifade etmeye çalışan halktır. Halkın değerlerine ihanet eden kaybeder.
Temizlik bu yüzden elzemdir.
Ekonomi sayılar ve rakamlar yığını değil ki! Hayatın kendisi.
Tümüyle yolsuzluktan temizlenmiş bir ekonomi hayaldir, gerçeklikten uzaktır.
Dünya ekonomisinin yüzde 40'ı yolsuzluk ve rüşvet üzerine oturuyor.
Çoğu ülkede ekonominin çarkları yolsuzluğu istiyor. Koca şirketler, CEO'lar, bürokratlar bu yüzden itibarlarını kaybediyor.
Ülkeleri kurtaran denetim mekanizmasının çalışması.
Türkiye'de ise korkutucu olan bu.
Taraflı hukuk ve medya yüzünden denetimin ortadan kalkması.
***
Soruşturmanın zamanlamasına dikkat çekelim! TANAP'ın imzalandığı, Kürdistan petrolünün konuşulacağı, Türkiye'nin petrol geçişlerinden hak talep etmeyi düşündüğü güne ve döneme denk geldi. Petrol pazarlığında tam kendi kartlarımızı açmaya hazırlanırken ip çekildi. Tesadüf mü bu! Birileri, Türkiye'nin geleceğini planlamasını istemiyor. İktidarın enerjisini tükettiriyor, halk desteğini sarsmak istiyor. Bunlar kim? Kafa yoralım.
***
ABD kararlı. Ambargoyu delen, dolar dışındaki parayla iş yapanların peşinde. Yaptırım sürecindeki altın ihracatının, TL ile iş yapan İranlı ve Türk yatırımcıların, Halkbank'ta 10 milyar dolar olduğu iddia edilen İran parasını takipte. Derdi, Halkbank'taki İran parasını dolara çevirtmek.
Çıkarlarını görmeyen ülkeler ipteki cambaza bakarken arkadan akan petrol ve gazı ancak seyreder.
Altın madenine dikkat!
Cahil soru sormaz. Biz soralım.
Neden yolsuzluk, rüşvet kara para, altın kaçakçılığı soruşturması dershane krizi sonrası birdenbire patladı? Sakın, yolsuzluk soruşturmasının perde gerisinde altın ve bakır madenleri yatıyor olmasın! Türkiye'nin dört büyük altın madeni kime, kaç yıllığına verildi?
Bakır madenleriyle ilgili kimler kapışıyor? Dikkat!..
HAŞMET BABAOĞLU: BÜYÜK YALANLARIN TASFİYESİNDEN KORKUYORLAR!
Şimdiki zaman anafor gibidir. İnsanı içine çekti mi, daha dün yiyip içtiklerini bile unutursun!
Aynı şey toplumsal meseleler için de geçerli.
Mesela şimdi hepimiz ne kadar rahat "Kürt Sorunu"ndan söz ediyoruz. Hatta çok kritik bir aşamayı dahi geçtik, coğrafi olarak bir Kürdistan'ın varlığını devletin en tepe noktalarında dahi seslendirir olduk.
Oysa düşünmek gerek: Daha yirmi yıl öncesine kadar Kürt diye bir şey yoktu, hepsi "dağda yürüyen Türkler"di!
On yıl önce dahi "Kürt Sorunu"ndan söz etmek "bölücülerin ekmeğine yağ sürmek"ti. Barış konusu da öyleydi. Savaş yoktu ki, barış olsun!
Onlar için sorun yoktu ki, çözüm olsun! HHH Gözümüze çekilmiş bu türden ne çok perde; 2002'den sonra tasfiyesine başlanan ne çok yalan var!
Şimdi daha net anlıyoruz ki, 2013 sağlı sollu bu yalanlardan ekmek yiyen tayfanın isyan yılıymış!
Bu topluma giydirilen deli gömleğinin çıkartılmasına; halka söylenen yalanların açıkça tartışılmasına isyan ediyorlar.
Yıllar boyu nasıl sürdüyse yalanlar öyle gitsin, demokrasi bir yalandan ibaret olsun istiyorlar.
Halkın inançlarına en küçük bir saygı duymayanlar; adının neden Hüseyin, neden Ahmet olduğunu bile bilmeyen adamlar "halkçı" sayılmayı sürdürsün diye... En sevdiği şey dedikodu ve iletişim kurma yolu şantaj olan birtakım çevreler pek insancıl, pek milli ve pek muhafazakâr sanılmayı sürdürsün diye...
Bankalar ve montajcılar küpünü doldururken imalat sanayisinin büyümesi asla yüzde 20'yi aşmasın; Batı'nın üzerimizdeki ekonomik prangaları sürsün diye...
İttifak halinde iktidara başkaldırıyorlar. Tunceli hep Tunceli kalsın, Patriotları hep Hollanda'dan getirtelim, Marmaray'ı kapatalım, anayasayı değiştirmeyelim, Kuzey Irak'ı kurda kuşa yem yapalım diye... Her yolu deniyor, her karanlık odaktan yardım istiyorlar.
***
AK Parti'yi daha önceden ANAP'a yaptıkları gibi parçalayıp dağıtabileceklerini gözlerine kestirebiliyorlar da, Erdoğan'ı aşamıyorlar. Nefret, şantaj, baskı, kaos...
Hepsini devreye soktular.
Fakat Erdoğan'ı nasıl yıldıracaklarını, halkın gözünden nasıl düşüreceklerini bilemiyorlar. İmkânsızın peşindeler! Bir de bu kez takkelerin düşüp kellerinin görülme ihtimalinin büyümüş olmasından korkuyorlar.
O zaman karşılarında başka bir ittifak bulacaklar. Sağlı sollu bir "bağımsızlık" ittifakı! İşte o zaman onlar için felaket olacak! Hiç heyecana kapılmamalı! Böyle zamanlarda en iyisi sükûnet ve feraset içinde büyük resme bakmaktır.
MEHMET BARLAS: SİYASETTE DE GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN NOKTALAR VARDIR
Havacılıkta olduğu gibi siyasette de "Geri dönüşü olmayan nokta"lar vardır. Bu noktayı geçtikten sonra yola çıktığınız yere geri dönmeye ya yakıtınız yetmez ya da başka engeller dönüşünüzü imkânsız kılar.
Şimdi birileri "Güzel güzel geçinip gidiyorduk, kavgayı bırakıp eski güzel günlere geri dönelim" diyebiliyorlarsa, bu ancak geri dönüşü olmayan noktanın geçildiğinin farkında olmamaktan kaynaklanabilir.
Ya da "Bende bu kuyruk acısı, sende de bu evlat acısı varken yeniden dost olamayız" cümlesiyle biten esopyen öykünün bilinmemesinden kaynaklanabilir "Geçmiş kavgayı unutalım" içerikli çağrılar...
Tarihi ve siyaseti bilinçli biçimde özümseyerek izleyenlerdenseniz, çoğu zaman bu geri dönüşü olmayan noktaların kazara değil kararlılıkla geçildiğini de görmüşsünüzdür.
Gemileri yakmak
Tarık Bin Zeyyad 8'inci yüzyılda İber yarımadasını fethetmek için karaya çıktığında, gemilerini yakmamış mıdır? Veya Sezar Roma'da iktidarı ele geçirmek için M.Ö 49 yılında askerleri ile Rubicon nehrini geçtiğinde, savaşı kazanmadığı takdirde idam edileceğini bilmiyor muydu?
Tavla oynarken de zarları attığınızda, geri dönüşü olmayan noktayı geçmez misiniz?
Yakın siyaset tarihimizde zaman zaman geri dönüşü olmayan noktalardan da geri dönülebileceğini düşündüren gelişmeler vardır. Örneğin 1950-60 arasındaki amansız DP-CHP kavgasında artık geri dönüşün ve uzlaşmanın imkânsız olduğu düşünülüyordu.
Kısa süren bir bahar
Ama Başbakan Adnan Menderes Kıbrıs anlaşmaları için Londra'ya giderken uçağı düşünce (17 Şubat 1959), bu gerginlik unutuldu. 14 kişinin öldüğü bu kazadan mucizevi şekilde kurtulan ve Londra'da bir hastanede tedavi gören Menderes'in Türkiye'ye dönüşünde, onu CHP Genel Başkanı İsmet İnönü karşıladı ve herkes "Siyasette bahar havası başladı" diyerek sevindi.
Ama bu bahar yeniden kışa dönüşüverdi.
"Sizi ben bile kurtaramam"
İnönü, Uşak'a yaptığı ziyaret sırasında 1 Mayıs 1959'da kalabalık bir grubun saldırısına uğradı ve atılan bir taşla yaralandı. Menderes 13 Şubat 1960'ta İskenderun'da yaptığı konuşmada muhalefetin "Nifak cephesi" olduğunu söyledi. İnönü'nün içinde bulunduğu tren 2 Nisan 1960'ta Kayseri'ye giderken, valinin emri ile Himmetdede İstasyonu'nda durduruldu.
Beş gün sonra yapılan DP Meclis Grubu toplantısında yayınlanan bildiri ile CHP "Halkı ve orduyu iktidara karşı ayaklanmaya kışkırtmakla" suçlandı.
18 Nisan 1960'ta CHP'yi ve basını soruşturmak üzere TBMM'de "Tahkikat Komisyonu" kuruldu. İnönü, konuyla ilgili "Demokratik rejim istikametinden ayrılıp onu baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz ben de sizi kurtaramam" dedi.
Güzel gün görmedi...
Sonra 27 Mayıs darbesinin geldiğini biliyoruz. Eğer tarihe ve siyasete meraklıysanız bu coğrafyadaki durumların özetini, güftesi Mehmet Sadi Bey'e ait olan Hacı Arif Bey'in Hüzzam şarkısında da bulabilirsiniz... "Güzel gün görmedi avare gönlüm/ Neler çekti neler biçare gönlüm/ Muhabbetle serapa yare gönlüm/ Neler çekti neler biçare gönlüm"
RASİM OZAN KÜTAHYALI: 17 ARALIK VESAYET ZİHNİYETİNİN ANATOMİSİ
Aslında herkes her şeyi biliyor. Olayı izah etmek bile gereksiz. Hiç kimse bu olayı yolsuzluk ve rüşvet operasyonu olarak görmüyor. Öyle gördüğünü söyleyen de görev icabı söylüyor ama kimseyi inandıramıyor.
Bu, doğrudan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelen bir operasyondur. Herkes bunu biliyor.
***
Erdoğan'ı seven de nefret eden de 17 Aralık operasyonunun farkında. Sokaktaki simitçilerden generallere, inşaat işçilerinden profesörlere kadar herkes bunun farkında.
Erdoğan'ı sevmeyenlerin büyük çoğunluğu da bu operasyona bel bağlamış durumda. Gülen cemaatinden hep nefret etmiş olanlar şimdi birden cemaatçi oldu.
Erdoğan'ı sevenler ise daha da kenetlenmiş haldeler. Yani aslında her görüşten sokaktaki her insan tespit noktasında anlaşıyor. Bazı palavraları tekrarlayanlar sadece kullanışlı aptallar olan aydınlar. Türk aydınının diğer birçok ülke aydınına kıyasla teşhis yeteneğinin daha düşük olduğunu biliyorduk ama yani sokaktaki okuma- yazma bilmeyen adamın daha gerisine düştüğüne ilk kez şahit oluyoruz. HHH Erdoğan'ı seveni ve sevmeyeni tespit noktasında anlaşıyor. Ancaaakkk...
Sonrasında demokrasiye inanan bir muhalif gibi, Erdoğan'dan nefret ediyorum fakat Emniyet-Yargı eliyle yapılan bu gayrimeşru operasyona karşıyım. Biz çalışacağız ve sandıkta Erdoğan'a gününü göstereceğiz diyen yok denecek kadar az. Erdoğan karşıtlarının çoğunluğu "Hangi yöntemle olursa olsun indirilsin yeter" diyor. Seçimle gelmiş meşru hükümetle gayrimeşru bir cunta faaliyetini eş tutan bir zihniyet hâkim muhalefet partilerine. Aynı zihniyet tarafsız olduğunu iddia eden büyük medya grupları için de geçerli.
***
Elbette bu tespitleri yaparken bir yanda da şu sorulabilir: Kardeşim siz yakın zamana kadar Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde bu Emniyet ve Yargı ekibini desteklemediniz mi?
Şimdi nasıl böyle konuşuyorsunuz? Çok haklı bir soru. Ben ve benim gibi düşünenler askeri vesayetle mücadele sürecinde darbeci generallerin peşine düşmüş savcıları ve polisleri destekledik.
Çünkü çok haklı bir amaç vardı ortada. Sonuç olarak 85 yıllık bir askeri vesayet gerçeği vardı ve o vesayetle savaşmak kesinlikle doğru bir tercihti.
Fakat bu süreçte özellikle 2010 Eylül sonrası çok vahim hatalar yapıldı. Sonuç olarak 2007-11 sürecinde Türkiye askeri vesayetten temizlendi ama bir yıldır sürekli ifade ediyorum ki Temizlenme Süreci Temiz Olmadı. O yüzden bence o davalardan tutuklu olanların da tahliyesinin hızlandırılma süreci başlamalıdır.
Haklı davalar ve haklı amaçlar güdülürken haksız araçlar kullanıldı. Çok haklı tutuklamalarla haksız kişisel hesaplaşmalar iç içe geçti. Ben daha 2008'de şimdilerde iyice rezillikleri çıkmış iki isim üzerinden KontrErgenekon tehlikesine dikkat çektim ama o tür yazılar o dönem hiç ilgi çekmedi. Ortalık toz dumandı ve kimse kimseyi dinlemiyordu.
***
Şimdi 2013 sonundayız.17 Aralık vesayet girişiminden rahatsız olan kesimler 2007-11 süreciyle ilgili de özeleştiri yapmalıdır. Bugün net olarak anlaşılmıştır ki 2007-11 sürecinde bu ekibin amacı sivil otoritenin devlete hâkim olduğu gerçek bir demokrasiye yardımcı olmak değilmiş. Askeri vesayeti koltuğundan indirip yerine Emniyet-Yargı vesayetini koymakmış.
***
Yani nasıl eskiden TSK merkezli yapı seçilmiş hükümetlere "güvenlik, istihbarat ve yargıyı bana bırak, gerisini sen yönet" diyordu ve şekli bir demokrasiyi kabul ediyordu... Bunlar da aynısı.
Şimdi de Emniyet-Yargı merkezli yapı güvenlik istihbarat ve yargı alanlarında tam hâkim olmak istiyor. Gerisini de seçilmiş hükümetlere bırakıyor. 27 Mayıs ve 28 Şubat vesayetçileriyle 7 Şubat ve 17 Aralık vesayetçilerinin istediği Türkiye aynı Türkiye. Sadece aktörler yöntemler ve görünen ideoloji değişik.
SEVİLAY YÜKSELİR: SAKİN OLALIM AMA ŞANTAJCILARI DA İYİ TANIYALIM!
Çok tarihi günler yaşıyoruz.
28 Şubat'ı aratmayan ve fena halde mide bulandırıcı günler. İşte kasetlerin, fotoğrafların, yolsuzluk, rüşvet iddialarının ve binlerce tezviratın döndüğü bu ortamda ben de hakkaniyetten, hak yolundan ayrılmadan en doğru yolu bularak sizlere en samimi duygularımla yorum yapmaya çalışıyorum. Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek ve amacımın sadece ve sadece gerçeği savunmak ve gerçeklikten yana olduğumu anlatmak için de kılı kırk yarıyorum; tıpkı dünkü yazımda olduğu gibi.
Bugün de dün olduğu gibi benim için son derece hassasiyet taşıyan noktayı bir kez daha dikkate sunup öyle devam etmek istiyorum. Dindar değilim evet ama Allah'a inancım çok kuvvetlidir. O'ndan gelecek her şeyden korkarım. Ve O'nun bu dünyada kul hakkı yiyen hiç kimseyi affetmeyeceğine de sonsuz güvenim vardır. O nedenle kim ki devletin sağladığı imkânları kullanarak eline kirli para almış, cebini hak etmediği paralarla doldurmuş; Allah bildiği gibi yapsın kardeşim! Boğazında düğümlensin o yediği paralar ve daha öteki tarafa gitmeden bu dünyada sürüm sürüm süründürsün Yüce Rabbim!
Ancak buna mukabil aynı bedduaları, kul hakkı yemediği halde insanlara "yemiş" diyerek iftira atanlara... Hırsları, kinleri, gizli plan ve sinsi programları adına insanları gözü kapalı biçimde yaftalayıp kamuoyunda itibarlarını beş para etmeye çalışanlara da ediyorum. Kim ki evrenin en büyük ahlaksızlığı kabul edilen iftiracılığa başvuruyor, Allah onları da cehennemde cayır cayır yaksın. Sadece orada değil, bu dünyada da son nefesini verene değin acı içinde kıvrandırarak can verdirsin inşallah!
Bilemiyorum. Ettiğim bu beddualar belki bazılarınıza ağır gelecektir ama inanın tüm bu duaları kalbimden gelerek ediyorum.
Çünkü bana göre affedilemeyecek iki büyük günah vardır dünyada: Birisi kul hakkı yemektir, diğeri de iftira etmektir.
Biz şimdi bu ikisinden hangisinin olduğunu anlamaya çalışıyoruz; önümüzdeki manzaraya bakarak. İlla ki öğreneceğiz sonunda neyin yanlış, neyin doğru olduğunu ama bunu öğrenene kadar da metanetli olmak durumundayız! Üstelik de karşımızda devlet içine çöreklenip, devletin imkânlarını kullanarak belgeler, CD'ler, kasetler biriktiren ve sonra da bunları hesabına gelmeyenlere karşı şantaj ve tehdit amaçlı kullanan paralel yapının gerçekliğine rağmen.
Sakin olmalıyız. Ama bir o kadar da gözümüzü dört açmalıyız. Çünkü korkunç bir senaryo koyuldu sahneye.
Komutları dış mihraklardan alan ve tek amaçları seçim sürecine giren Türkiye siyasetini istedikleri gibi dizayn etmek olan bu yapının her adımını dikkatli izlemeliyiz.
Çünkü bu derin odakların asıl amacı iddia ettikleri gibi kul hakkı yiyenlerden, yolsuzluk yapanlardan hesap sormak değil!
Bunların amacı sandıkla deviremeyeceklerine inandıkları Tayyip Erdoğan'ı ve hükümetini şantajla, zorbalıkla ve tehditle sindirip alaşağı etmek. Eğer öyle olsaydı... Yani amaçları gerçekten bu memlekete HİZMET etmek olsaydı, emniyet içinde derin bağlantıları olduğu bilinen Taraf Gazetesi Yazarı Emre Uslu mesleğinin gereğini yapıp bildiklerini köşesinden kaleme almak yerine, gizli kapalı şifreli ifadeler kullanıp sosyal medyada dillendirir miydi? Hem de aylar önce... Ne demek istediğimi daha iyi anlamanız için şimdi dikkatinize Uslu'nun yazdığı o tweet'i sunuyorum. Lütfen dikkatli okuyun. Ve bahsini ettiğimiz devlet içine çöreklenen paralel yapının iplerinin kimlerin kontrolünde, nasıl ve ne halde olduğunu iyi görün!
OKAN MÜDERRİSOĞLU: OPERASYONUN İKİ YÜZÜ!
Siyaset kurumunun "aklanması", devletin "temizlenmesi" adına stratejik bir karar verildi. Zira yolsuzluk ve rüşvet iddiasına dayandırılan operasyonun ardından Hükümet'in izleyeceği yol, ileride atılacak adımlar açısından kritik önemde idi. Ve siyasi tecrübe ile sürece "doğru teşhis" konuldu.
Olayın "hukuki" yönü ile "siyasi" yönü birbirinden ayrıldı.
***
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başkanlığında dün AK Parti'de yapılan toplantıda, "gelecekte yaşanacakları öngören, siyasal mühendislik planlarını açığa çıkartan, artçı şokları hesaba katan" sağduyulu yaklaşım hâkim oldu. Bizzat Başbakan, "devlet içinde devlet olan çeteler" tanımlaması yaptı ve eşkali tarif etti.
***
Akşam saatlerinde ise kameraların karşısına geçen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, önce meselenin hukuki, adli ve idari boyutunu ele aldı. Hukukun evrensel ilkelerini bir kez daha hatırlattı.
Lafı hiç eğip bükmeden çok güçlü taahhütte bulundu ve "Yargının arkasındayız" dedi.
Bu bölümün özeti şöyleydi:
1- Hukukun herkese lazım olduğu unutulmamalı.
2- Masumiyet karinesi gözetilmeli, soruşturmanın gizliliği korunmalı.
3- İddialar sonuna kadar araştırılmalı.
4- Yanlış yapan bakan da olsa korumayacağımız bilinmeli.
5- Yolsuzlukla, yoksullukla ve yasaklarla mücadelemizin süreceği akılda tutulmalı.
***
Arınç'ın basın toplantısının ilerleyen dakikalarındaki mesajları, "demokrasinin kalitesi, milli iradenin gücü, alternatif iktidar odaklarının tasfiyesi" açısından oldukça çarpıcı idi...
Özellikle hükümeti yıpratmaya dönük kontratağı ve zamanlamasını deşifre ettiği bölüm ile küresel finansal oyunlara değindiği bölüm ayrıca dikkate değerdi.
Arınç "Bazılarının bu kadar alçalabileceğini" düşünmemiştik dedikten sonra satır arasında şu ipuçlarını da paylaştı: 1- Yargı-emniyet içindeki bir grup eliyle doğrudan Hükümet'e yönelen hamle görmezden gelinmeyecek. 2- Bu yapılanmanın iç ve dış bağlantıları üzerinde çok ciddi durulacak. 3- Sürecin siyasi bedeli ödenecek, illegal yapılara da bedeli ödetilecek. 4- Psikolojik savaş cephesi yıkılacak. 5- Devletin her yönüyle ayıklanmasına kapı aralanacak!
***
Türkiye, son 11 yılda Cumhuriyet tarihinde benzeri görülmedik gelişme ve dönüşümlere tanık oldu. Başlangıçta vesayetçi sivil-asker bürokrasiyle mücadele verildi. Gelinen aşamada ise "sorumsuz yetkili olma" iddiasındaki odaklara haddini bildirecek meşru hamle başlatıldı.
Şu bir gerçek... İktidar ama muktedir olamayan bir siyasi hareket, ülkenin kaderini elinde tutamaz. İşte bu nedenle...
Hesap sormak için cesurca hesap verilebileceği dosta düşmana ilan edildi.
18 Aralık 2013... Yeni Türkiye'nin miladıdır. Çekmecede gizlenen operasyonların, şantaj zincirinin kırıldığı unutulmaz bir gündür.
Evet...
Siyaset hata kabul etmez.
Ama...
Siyaset, karanlık senaryolara da boyun eğmez!
SON VİDEO HABER
Haber Ara