Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Dershaneciliğe dokunuş

Cumhuriyet dönemiyle birlikte Türkiye eğitim sisteminde batılaşma süreci hızlandırıldı. Ortadoğu’nun kadim kültürlerinin bileşkesinden oluşan eğitim sistemi dışlandı. Batıya uyumlu, Avrupa’yı geliştiren eğitim sistemi; yapı, şekil ve özellikleriyle Anadolu’da uygulanmaya başlandı.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-12-16 11:49:22

Dershaneciliğe dokunuş
Medreselerde eğitim almış mollaların halk arasında gördükleri saygınlığı gördükçe, onların nasıl bir eğitim ve öğretim süreçlerinden geçtiklerini merek ederdim. Onlar medresede 12 ilim almış; Kuran’ı, Arapçayı, tefsiri, hadisi, edebiyatı hatta astronomi gibi bazı ilimleri de kavradıklarını anlatırlardı. Bu kadar ilim bilmek elbette saygınlığı hak ettiriyordu. Ancak neden bugün bu eğitim ve öğretimden daha üst düzeyde eğitim alan, akademik kariyeri olan doktor, doçent ve profesör unvanlı insanlarımız aynı saygınlığı görmüyorlar. Bu durumun oluşmasında, zaman içinde gelişen birçok neden sayılabilir. En önemli neden toplumun gerçeklerinden uzak, halkın değerlerinden kopuk bir eğitim sisteminin işliyor olmasıydı. Dolayısıyla bu eğitim sisteminde yetişen insanlar toplumun dışında kalıyordu. Kendi çocuğunu eğitemeyen öğretmenler, hastasıyla iletişim kuramayan doktorlar, topluma öncü olamayan akademisyenler… Sosyal hayatın dışında elit; ancak bir enkaz görüntüsü içinde kalmıştır.

Cumhuriyet dönemiyle birlikte Türkiye eğitim sisteminde batılaşma süreci hızlandırıldı. Ortadoğu’nun kadim kültürlerinin bileşkesinden oluşan eğitim sistemi dışlandı. Batıya uyumlu, Avrupa’yı geliştiren eğitim sistemi; yapı, şekil ve özellikleriyle Anadolu’da uygulanmaya başlandı. Batı eğitim sistemi Anadolu kültürüne uyarlanmadı, Anadolu kültürü, bu eğitim sistemine uyarlanmaya çalışıldı. Bu eğitim, maksadını aştı; kadim köklere sahip Anadolu yapısını özünden uzaklaştırılarak Avrupalılaştırma sürecine soktu. Böylece Anadolu insanına giydirilen gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendirildi. Sonrası malum…

Eğitim sitemi toplumsal zeminden beslenmediği için zaman ilerledikçe çürümeye başladı. Kokuşan bu sisteme destek amaçlı türeyen dershaneler öğretimin her boyutunu kapsadılar. Milli Eğitim bakanlığı bünyesinde yer alan yaklaşık 61.000 okul, 800.000 öğretmen, 25.000.000 öğrencinin 12 yıllık eğitim öğretim hayatı beklentilere cevap veremedi. Dershaneler öğretime destek amaçlarından uzaklaşarak ticarethanelere, grup, zümre veya cemaatlere adam yetiştirme alanlarına dönüştü. Milli Eğitim, sistemini düzeltmek ve geliştirmek adına sürekli değişimlerle kendini kurtarmaya çalışırken, dershaneler ülke genelinde yaygınlaşarak kurumsallaşmaya başladılar. Bu kurumlar Milli Eğitim Sistemi dışında Milli Eğitim’e alternatif rolünü üstlendiler. Böylece Milli Eğitimin devasa bütçesi, okul ve öğretmen sayısı anlamsızlaştırıldı, öğrenci ve velinin nazarındaki itibarları bitirildi. Devlet okullarında verilen bilgi ve donanım, dershane eğitiminin gölgesinde bırakılarak toplum manipüle edildi.
Süreç içerisinde resmi dokunmalarla okullardaki disiplin siliklendi. Başarıyı getirecek düzen, nizam, kaide ve kuralar önemsizleştirildi. Okullarda eğitimci/öğretmen ulûhiyetine inanan idareci ve öğretmenler çekimsel bir alan oluşturdular. Bu insanların eğitime olan özgün dokunuşları, okul ve öğrencilerini kaotik sürecin dışına kaydırdı.

Gelişen toplum yapılarında dershanelerin yeri vardır. Bu dershanelerin rolü, bireylerin kişisel yetenek, beceri ve ilgi alanlarına karşılık gelecek; dil, meslek, beceri, sanat ve zanaat v.b. alanlardır. Bu alanlar gerçekte birer kurs merkezleri olmalıdır. Türkiye’deki dershanelerin amacı ise sınırlı sayıda öğrenci alan üniversitelere öğrenci yetiştirmek oldu. Üniversiteler sınırlı sayıda öğrenci aldıkça dershaneler daha fazla öğrenci üniversitelere yerleştiremezler. Sadece test-tost mantıkiyle yetişmiş, kendisini sözlü veya yazılı ifade edemeyen, problem çözemeyen, sorgulayıp eleştiremeyen… Üniversite kazanmış bir gençlik oluşturabilirler. Bu gelecek adına daha büyük bir faciadır.

1947’ye kadar İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da liselerde yoğun bir şekilde logaritma öğretiliyordu. Gençlere öğrenilmesi zor, gereksiz birçok sayıyı ezberletiyorlardı. Böylece beyinlerin bilgi üreteceği kanalların önü kesiliyordu. Hindistan sömürge ülke konumundan çıkarak, logaritma eğitimi yerine nano teknoloji ve yazılımı koydu. Ülkemiz bir sömürge ülkesi olmadı ancak Türkiye eğitim sistemi on yıllardır politik malzeme alanına dönüştürülerek ilgisiz erklerin elinde gereksiz cenderelere sokuldu. Gençlik; hazır, bilgiye kısır sorularla test edildi. Geleceğin beyinleri veri ve enformasyon bombardımanı altında zihin yorgunluğuna, zihin zayıflığına itildi. Bu sistemin beklentilerine adapte olan dershaneler, beyinlerin sürmenaja alanlarına dönüştü. Her düzeydeki öğrenci daha çok soruya cevap verebilmek için yaşlarına karşılık gelecek alan ve faaliyetlerden yoksunlaştırıldı. Çocukluğunu ve gençliğini yaşayamayan nesillerde sosyo-kültürel bir erozyon oluştu.

Dershane yöneticileri ve öğretmenleri, öğretmen-öğrenci ilişkisinden ziyade tacir-müşteri diyalogu üzerinden bağlarını kurdular. Parasıyla öğretim alan öğrenci, nazarındaki öğretmeni kutsal tahtından indirdi. Öğrenci ücretleri ile geçinen öğretmen öğrenciye velinimet gözüyle baktı. Bu münasebetin akıbetinde öğretmenlik mesleği saygınlığını yitirdi.

Ajitasyonlara müsait, kazanım ve korkulara karşı zafiyet gösteren halkımızın nazarında, bu eğitim sistemini gereksiz göstermek oldukça zor görünüyor. Talep çok yüksek diye yanlışı idame etmek, karanlıkta oturup beklemeye benziyor. Yanlış giden sürecin durdurulmasından korkulmamalıdır. Aktif, üretken, tüm eğitim basamakları arasında akışın açık olduğu bir düzen her kesime yarayacaktır.

Dershanelere yatırım yapanlar, samimi ve masum bir dille gençlerin eğitim ve öğretimine destek verdiklerini söyleyebilirler. Türkiye eğitimine destek vermek istiyorlarsa eğitimde en fazla ihtiyaç duyulan üniversiteler kurmalıdırlar. Kurumsallaşan dershaneler için bu hiç de zor sayılmaz. Böylece üniversitelerde daha fazla öğrenci okuma şansı bulacaktır. Vakıf kökenli özel üniversitelerdeki ücret tartışılabilir. Ancak maddi durumu iyi ailelerin düşük puanlarla bu üniversitelere yerleşmeleri, devlet üniversitelerinde kontenjanların açılmasına belki de daha düşük puanlarla öğrenci alımlarını sağlayacaktır. Üniversiteler arası rekabet artacak, artan akademik eğitimli insanların konuşlanacağı alanlar oluşacaktır. Elbette bu nitelikli insan kitlesi toplumda da gelişimi tetikleyebilir.

Türkiye’nin eğitim ile ilgili en büyük sorunlardan biri üniversitelerdeki öğrenci kapasitelerinin talebi karşılayamamasıdır. Dershanelerin üslendikleri rolün, gençleri üniversitelere yerleştirerek bu soruna çözüm olacağının zannedilmesi yanlış bir algıdır. Zaman içinde dershaneler nitelik ve nicelik olarak gelişmesine rağmen üniversitelere giriş sınavlarına giren öğrenci sayısının artması bu yanlış algıyı doğrular.

Binlerce dershanede on binlerce öğretmenin istihdam edilmesi elbette gözardı edilemez. Ancak Bu realiteye karşı ülkenin eğitim sitemi bir girdaba sokulamaz. Türkiye eğitiminin bir yörüngede dolanması bu girdabın gücünü gösterir. Bu döngünün merkezinde “başarı/gelişme” yerine “sınavı kazanma” yerleşmiştir. Eğitim sistemi içinde sınavlar olması gereken bir realitedir. Ancak ülkemizde yapılan sınavlar kendi başlarına sorun olmaya başlamıştır. Aslında sorun sınavda değil sınava yüklenen misyondadır. Sınavlar bir ölçme aracıdır mevcut durumu tespit için yapılır. Ülkemizde ise sınavlar eleme, dışlama, geleceği belirleme, eğitime yön verme amacıyla kullanılmaya başladıktan sonra sorunlar ortaya çıkmıştır. Sınavlar sadece durum tespiti amacıyla kullanılırsa problemlerin çoğu çözülebilir.

Dershaneler ve beraberinde çalışan öğretmenler, Milli Eğitim sistemine, uygulanacak bir formülle dâhil edilmelidir. Böylece tartışılan sorun giderilecek, Milli Eğitimdeki fiziki mekân ve öğretmen açığı da önemli ölçüde giderilmiş olacaktır. Tartışmaların bir nedeni de birer eğitim kurumundan ziyade işini, işyerini kaybetmeye karşı gösterilen reflekstir. Milli eğitim sistemi, sorunun bu boyutunu absorbe etmeye müsaittir.

Dershanelerin özel sektör olduğunu düşündükçe, üniversitelere yerleşebilmenin de maddi imkânlara dayandığı ortaya çıkar. Bu durum eğitimde eşitlik fırsatını zedeler. Lise eğitimini tamamlayan öğrencilerin yaklaşık % 80’nin ortaöğretim derslerini tekrar parayla alması açıklanabilecek bir durum değildir.

Eğitim ve öğretimi salt ekonomik bir rant alanı olarak kullanmak, sosyal gerçekliğe saygısızlıktır. Eğitimle geleceğine ulaşmaya çalışan gençliğin hamlığını; tek tip, tek yön, tek açıyla olgunlaştırmak insanlığa ihanettir. Onu siyasete malzeme etmek büyük bir insafsızlıktır.

Zeynel KARATAŞ

[email protected]


 
 
SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara