Davutoğlu'ndan kritik açıklamalar
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bölgemizde yaşanan gelişmeleri Habertürk'de değerlendirdi
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-12-06 23:31:25
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Habertürk TV'de Afşin Yurdakul'un moderatörlüğünde TIMETURK Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek'in de aralarında bulunduğu bir grup gazetecinin sorularını yanıtladı.
Davutoğlu'nun açıklamalarından satırbaşları:
Türk Dış Politikası'nda yeni bir dönem mi söz konusu?
Ben akademik hayatta da uluslararası konjektür dinamikse, tarih çok hızlı akıyorsa, statik durağanlar o tarihişi akışa intibak edemezler tezini savuna geldim ve yaptığım her çalışmada da bunu vurguladım. Dolayısıyla dinamik konjektürde dinamik şartlarda, dış politika da dinamik olmak zorunda. Yani siz çok katı bir şekilde şu pozisyonu şu konuda sürdürüyorum dediğinizde 60'lı 70'li 80'li yıllarda Türkiye'nin özellikle 70'li 80'li yıllarda Kıbrıs konusunda ciddi tıkanmaya ya da diğer alanlarda son derece defansif kalma noktasına dönersiniz. Dolayısıyla her zaman dış politika tarafımızca gözden geçirilir ve mümkün olan gerekli olan adımlar atılır.
"İRAN DIŞ POLİTİKASINI RESETLEMİYOR DA TÜRKİYE Mİ RESETLİYOR?"
Şimdi bu resetlenme tartışmasını getirenler imayen şunu demek istiyorlar; Türkiye'de bazı dış politik yanlışlar vardı, telafi yoluna gidildi. Şimdi hangi dosyayı açarsak açalım, aslında Türkiye'nin son derece ilkeli bir tutumu başından beri sürdürdüğünü görürsünüz. Komşularla ilişkilerde, savunduğu evrensel değerlerde, Ortadoğu'daki değişime bakışı ile Balkanlar'daki değişime bakışındaki paralelliklerde hangi konuyu açarsanız açın bizim etik ve stratejik temelde dayandığımız ilkeler aynen duruyor. Ama konjektür dinamikse ve aktörler dinamik konjektürde yeni tavırlar alıyorlarsa Türkiye bu tavırları tabiiki yorumlayacak ve ona göre dinamik bir tutum sergileyecektir. Bugün bize bunu söyleyenler yani resetlenmeyle aslında hükümetimizin politikalarını eleştirmek için yeni bir gerekçe bulmaya çalışanlar Ruhani yönetimiyle İran'ın dış politikasındaki değişimi göz ardı ediyorlar. İran dış politikasını resetlemiyor da Türkiye mi resetliyor?
Türk-İran ilişkileri en zor döneminde dahi kesilmemiştir. Yani geçen sene İran, Esad'ın arkasında çok net durduğu dönemde bile ilişkiler kesilmemiştir. Dolayısıyla bizim açımızdan bir resetleme yok. Daha ziyade yeni tutumları gözönüne alarak ilişkileri daha da zenginleştirme, çeşitlendirme var. Nitekim son 2 ay içinde 40 gün içinde hatta, görüşmediğimiz, karşılıklı ziyaret yağmadığımız hiçbir komşu ülke kalmadı Suriye ve Mısır dışında. Zaten gücümüz de buradan geliyor. İlkede tutarlılık, yöntemde esneklik, uygulamada etkinlik. Bundan sonra da böyle sürecek.
SURİYE MESELESİ
Suriye konusunda evet taraf olduk ama hangi aşamadan sonra? Şimdi 2011 Ocak ayı Arap dünyasındaki değişim dalgasının Suriye'ye yansıması. 2011 Ocak'ından bugüne kadar Suriye yönetimi ile gidip en çok görüşen Dışişleri Bakanı hala benim. Yani ne İran Dışişleri ne Rusya Dışişleri Bakanı'dır. Ben daha bu kriz bu aşamaya gelmeden, bu krizi engelleyebilmek için 3 kere gittim. 2011 Ocak ayıyla 2014 Ocak ayını alın, Suriye'yi 3 kere ziyaret etmiş olan başka bir Dışişleri Bakanı yoktur. Ve her gidişimde de bir çözüm üretebilmek için saatlerce görüşmeler yaptım. O dönemden bu döneme bazen takılırlar Sayın Putin Sayın Başbakanımıza "Siz daha çok görüşüyordunuz Beşar Esad'la"diye. Esad'la en fazla telefon görüşmesi yapan da Sayın Başbakanımızdır.
Mesele şu; bizim dış politikamızda tabiri caizse önleyici tıp gibi kreatif önleyici diplomisi uygulamaya çalışırız. Krizin aşılamaz boyutuna gelmesi öncesinde her türlü görüşmeyi yaptık. Ama öyle bir nokta gelir ki, biz herhangi bir ülke değiliz. Yani Suriye bizim komşumuz olmasaydı ve Suriye'den bize mülteciler gelmemiş olsaydı, o mülteciler bu insalık trajedisini Türkiye'ye taşımamış olsaydı, bunları görmemiş yaşamamış olsaydık, soğukkanlı bir şekilde bir müddet daha bu ilişkiler devam edebilir denilebilirdi.
"ARABULUCULUK GRİ ALANDA DURMAYI GEREKTİRİR AMA..."
Ama komşu olduğumuzda 2,5 milyon insan mülteci haline düşmüşse, bunun 700 bini sizin sokaklarınızda, kamplarınızda yerleşmişlerse ya onların yanında yer alacaksınız, ya da karşısında. Uzun süre gri alanda duramazsınız. Arabuluculuk, çözüm çabaları biraz gri alanda durmayı gerektirir. Ama gri alan 2 tarafın da birbirine yakın, suçlu ya da masum olduğu yerlerde olur. Suriye-İsrail görüşmelerine arabuluculuk yaparsınız çünkü iki tarafta da bir ateşkes hali var. Birbirleriyle ilişkileri donmuş ama irtibat kurma imkanı vardır. Dolayısıyla siz de arabuluculuk yaparsınız.
Ama burada insani değerler bakımdan bir müddet sonra kendi şehirlerini bombalayan ve hiçbir değer tboyutu taşımayan bir rejimle bundan kaçan halk arasında bir tercih yapmak zorunda kalıyorsunuz. Taraf olduğumuz şey, ahlaki bir tutumdur, siyasi bir tutumdur. Sadece ahlaki değil.
"HANGİ ETİK DEĞER MANDELA'NIN AHLAKİ TUTUMUNDAN DAHA FAZLA ETKİLİ OLMUŞTUR?"
Ahlaki deyince neredeyse şuçlanıyoruz. Evrensel değer dediğinizde, ahlaki boyut dediğinizde, insanlık trajedisi dediğinizde, yani dış politika dediğiniz şey; biraz da reel politiktir diyen en liberal aydınlarımız en özgürlükçü aydınlarımız... Ama ben gerçekten bir aydın olarak üzüntü duyuyorum. En son Mandela'yı kaybettik. Allah aşkına hangi etik değer, hangi stratejik çıkar veya reel politika 20. yüzyılda Mandela'nın ahlaki tutumundan daha fazla etkili olmuştur? Yakınınızdaki kardeş bir halkla ilgili çıkarı öne getirdiğinizde kısa dönemde belki çıkarınızı koruduğunuzu zannedersiniz ama uzun dönemde o halkı ve insani vicdanı da kaybedersiniz.
"BUGÜN SURİYE'DEKİ ZULME SESSİZ KALANLAR AYNAYA BAKAMAYACAK"
Çok açık söylüyorum, Sayın Başbakanımız da bizler de 10 sene sonra da Suriye politikamız dolayısıyla Suriye halkının gözünün içine bakarak konuşabileceğiz. Ama bugün bu zulme sessiz kalanlar büyük güçler de dahil olmak üzere hiçkimse aynaya bakamayacak. Suriye halkının gözünün içine bakarak konuşmak, kalıcı dostluğun işaretidir. Bu noktada biz reel politikle ahlaki değerleri bir yerde buluşturmaya çalıştık, çalışıyoruz. Taraf olmak konusu; ben basına açık olan toplantıda Tahran'da söyledim; Biz komşularla sıfır sorun derken zalimlerle sıfır sorun demedik" dedim. Burada bir taraf olmak bir suç değildir.
Evrensel değerleri savunmaya, reel politiğin gereği neyse onu da gerçekleştirmeye devam edeceğiz. Krizin zirvede olduğu dönemde Rusya ile nükleer santral anlaşması yaptık işte reel politika budur. 221 dış temsilcilikle dünyada 7. en büyük temsile sahip olan ülkeyiz. İçinde olmadığımız uluslararası örgüt kalmadı. Ekonomik ve demokratik gücümüz sürdükçe, içinde bulunduğumuz alanların hiçbirinden çekilmeyeceğiz.
Türkiye eskiden dış politikası ile çok fazla aktörü rahatsız etmiyordu. Bizi eleştirenler çoğu, Suriye'deki bu katliamın durmamasından ötürü kendini suçlu hissedenler.
2012'de katliamlar durdurulabilseydi, Suriye'de bu örgütler ve bataklık oluşmayacaktı.
VİZE MUAFİYETİ
"İLK DEFA 2009'DA VİZE MUAFİYETİ İSTEDİK; O DÖNEM ŞAŞIRTICI BİR ÇIKIŞ OLARAK NİTELENMİŞTİ"
Avrupa Birliği'ne 3,5 yıl içinde gelecek vize muafiyeti imkanı ne anlama geliyor?
Aslında benim şahsi kanaatim akademisyenken Gümrük Birliği Anlaşması imzalandığında serbest dolaşım olmadan gümrük birliğine muhalefet edenlerden biriydim. Türkiye'nin o zaman hakkı olduğunu düşünüyordum. O zaman hata yapıldığını düşünüyordum.
İlk defa 2009'da resmen vize muafiyeti istedik. Önce AB toplantıda beklenmedik bir çıkış olarak algılandı. Fakat o günden bugüne çok kararlı bir tutum sergiledik. "Ne istiyorsunuz bizden ki vize muafiyeti uygulansın?" diye sorduk. Diğer ülkelere de uygulanan üç kriter öne koydular:
1- Biyometrik pasaport
2- Entegre sınır yönetimi
3-Geri Kabul Anlaşması
6 ayda biyometrik pasaportu gerçekleştirdik. Çok kısa sürede entegre sınır yönetimi çalışmalarını başlattık. Diğer konularda da çok ciddi bir ilerleme kaydettik. Şu anda geldiğimiz nokta; inşallah 16 Aralık'ta anlaşmaları gerçekleştireceğiz. 3 yıl herhangi bir 3. ülke vatandaşlarını kabul edeceğiz. 3,5 yıl sonra gerçekleşecek; çünkü bu arada sistemi revize edeceğiz; masrafları AB ile bölüşeceğiz. 16 Aralık'ta imza atacağız, ardından süreç işlemeye başlayacak. Bütün teminatları sistemin içine yerleştirdiğimiz bir süreç yürütüldü.
ERİVAN ZİYARETİ
Protokoller niyahet yazılı metinlerdir. Esas zihinlerdeki bariyerleri kaldırmak. Bu noktada da çok ciddi bir çalışma yaptık. Önemli değişimler esti Türkiye'de son 7-8 senede bu noktada. Toprağı bol olsun Hrant Dink 'in vefatı, katledilmesinden sonra buraya gelen diaspora liderleri ve diğer kişilerle bu konuda çok daha özgürce tartışıldığı ortamın doğması da bunun bir parçası. Ki hepimizin arkadaşıydı Hırant Dink, yine minnetle anıyoruz.
Burada bu zihniyet değişiminin yaşanması için 3 ayaklı bir süreç var;
Ben bunu hem Azeri kardeşlerimize değişik vesilelerle anlattım, hem Ermenistan Dışişleri Bakanlığı'na veya Cumhurbaşkanlığıyla görüşmelerimizde hep zikrettik. Şunu söylemeye çalışıyorum;
Birinci ayak; Türkiye'de Ermenistan'ın ikili ilişkileri, iki komşu olan ve komşu kalacak iki ülkeden bahsediyoruz. Bu ilişkilerin en iyi şekilde olmasını isteriz biz.
İkinci normalleşme alanı; aynı anda iki komşumuzun, Ermenistan ve Azerbaycan'ın iki komşu ülke olarak toprak bütünlüğüne saygı esasında ikili ilişkilerinin iyileşmesi, üçüncüsü de; Türk ve Ermeni halkların; yani insanların San Francisco'da, Paris'te beraber kahve içen, Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray'ı tutup sohbetler yapan, ama sonra bir baktığınızda bir şartlanmışlıkla aralarına psikolojik bariyerler olmuş iki halkın arasındaki sorunların aşılması.
Bu üç etken, adım adım bir arada yürüdüğünde son derece başarılı bir barış projesini oluştururlar.
BAĞDAT ERBİL DİNAMİĞİ
Bağdat ve Erbil ile ayrı ayrı görüşmemiz bizim tercihimiz değil, onların aralarındaki ihtilaf.
IRAK'LA PETROL MÜZAKERELERİ
Bütün enerji coğrafyası Anadolu'ya çıksın isteriz.
Eskiden "su akar Türk bakar" derlerdi. Artık enerji akacak Türkiye bakmayacak. Bölgede ne kadar çok barış olursa, ortaya o kadar çok eneji çıkacak. Gönül ister ki Erbil ve Bağdat arasındaki gerginlik bitsin.
SON VİDEO HABER
Haber Ara