Dolar

34,9222

Euro

36,6057

Altın

3.008,53

Bist

10.058,63

İnsanın adalet ve özgürlük arayışı

Kullara kul olma taklitçiliğini aşmadan, sırtımızdaki ağırlıklardan kurtulup ayaklarımızdaki zincirlerden özgürleşmeden; yani kulluğu sadece Yaratıcımıza has kılmadan, gerçek adalet ve özgürlüğe ulaşmamız mümkün değildir.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-11-28 11:22:04

İnsanın adalet ve özgürlük arayışı



İNSANIN ADALET VE ÖZGÜRLÜK ARAYIŞI


Hamza Türkmen *


Kur'an ayetleri, müminlerin, mahrum ve ezilen halkların kurtuluş ve esenlik vesilesi olması gerektiğine işaret eder. Kur'an-ı Kerim'de de, kadim tarihte de mustazafları Firavûni düzenlerden kurtarma girişiminin en önemli örneği Hz. Musa'nın öncü eylemi ve rehberliğidir.

Kendi özgürlükleri ve insani hakları için Roma despotizmine isyan eden kölelerin Spartaküs liderliğindeki isyanı, zincirlerden kurtulmanın, adaleti ve fıtri olanı arayışın en saf ve hesapsız bir açılımı olarak değerlendirilebilir. İseviliği/Nasraniliği, miladi 4. yüzyılda İznik Konsili'nde, Hıristiyanlığa dönüştüren Roma'nın pagan ve teslisçi anlayışına karşı Costantinapolis yönetim örfü içinde, tevhidi değerlerin ve ezilenlerin savunuculuğunu yapan Ariyus gibi hanif eğilimli insanlar da hak, adalet ve özgürlük mücadelesinin taşıyıcıları olmuşlardır.

Emevi-Abbasi saltanat sistemine karşı oluşturulan kıyamlar veya "Tevhid ve Adalet Hareketi" ile elde edilmek istenen hak ve adalet talebinin dinamiği ne ise; "tanrısal adalet"i şiar edinerek zalim prenslere ve işbirlikçi Luther anlayışına, Papalık despotizmine ve seküler ruhbanlara karşı köleleştirilen, sömürülen köylülerin ayaklanmasına rehberlik yapan Thomas Müntzer'in arayışı arasındaki fıtri bağ da, aynı dinamikten besleniyordu. Thomas Müntzer, insanların Tanrı önündeki eşitliğini savunmuştu ve bu uğurda idam edildi.

Son dönemlerde de kapitalist statüye ve işbirlikçi şahlık rejimine karşı gerçekleştirilen İran kıyamı; ABD destekli Siyonist rejime karşı yürütülen Filistin'de intifada ve Lübnan'da Hizbullah'ın direnişi veya Afganistan'ı işgal eden SSCB'ye karşı mücahidlerin zaferi bir azadlık, İslamlaşma ve yeniden varoluş çabalarıydı. ABD İmparatorluğu öncülüğünde küresel kapitalizmin Irak ve Afganistan işgallerine karşı Müslümanların kınlamayan direnişleri ve son ABD sömürüsüne karşı tavır alan Venezüella pratiği, fiili planda ezilenlerin, kültürleri ve toprakları işgal altında yaşayanların ve hakkaniyet arayışına yönelenlerin sevinci oldu.

Savaş halinde yaşayanların fiili direnişleri ve mahrum bırakılan veya sindirilmiş olan halklardan yükselen muhalif oluşumlar ve boykot eylemleri sürekli olarak "işgal altında adalet ve özgürlük arayışı" ifadeleriyle tanımlanmakta veya haberleştirilmektedir. Adalet ve özgürlük arayışından bahsedilince, insanların ortak yaşamlarıyla ilgili kurallar ve otorite ilişkileri, gündemin asıl unsurları olarak ortaya çıkmaktadır.

İsfehanî, adaleti genel anlamıyla, görevini yerine getirmek ve hakkını almak olarak tanımlar.1 Lügatlerde adalet, davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, dengeyi sağlamakta eşit davranmak gibi ifadelerle değerlendirilir. Adalet kavramı Kur'an ve hadislerde de bu lügat kullanımlarının yanında düzen, denklik, takvaya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık gibi anlamlarda kullanılır.2 Kavramın tanımında "görev" ve "hak" kavramları geçince, tabii ki ontolojik ve epistemolojik açılımlar söz konusu olmaktadır. Böyle olunca da kavrama teoloji, felsefe, ahlak, fıkıh, hadis disiplinleri genişliğinde kategorik olarak yaklaşanlar olmaktadır.

"Özgürlük/hürriyet" kavramı ise Kur'an'la iletilmemiş, ama Kur'an bütünlüğünü gözeterek üretilmiş kavramlar kapsamında değerlendirilebilecek bir kelimedir.3 "Özgür" kavramının Türkçe kelime yapımına göre, "öz" ve "gür" gibi kelimelerin birleşimiyle "özü gür" anlamında üretildiğini izah edip, anlam nüansları taşıyan Batılı anlamdaş kelimelerden (liberty, freedom, emansipation) ayırmaya çalışanlar olsa da sorun çözümlenmiyor. Bu kavrama yüklenen anlamlar Batı'da da farklı kelimelerle ifade edilmiştir. Kur'an'da "hrr" köküyle irtibatlandırılan hürriyet kavramı da gerek Abbasiler döneminde köle ayaklanmasında gerek Cehmiyye'ye ve saptırılmış kader kavramına karşı irade serbestliği olarak farklı anlamlarda kullanım alanı bulmuştur.

Adalet ve özgürlük kavramları, fıtri olanı, eşyanın tabiatına uygun olanı, evrensel doğruyu ve adil bir dünyayı arayanların veya zulme, sömürüye, yozlaşmaya, bozgunculuğa karşı çıkanların dillerinden düşürmedikleri kelimelerdir. Bu kelimelerle iyiliğe, kurtuluşa, huzura yönelmek istenmektedir. Ancak Yaratıcımızın son vahyi mesajı, gereğince okunup ölçü alınmadığı zaman, fıtri özelliklere atıflarda bulunan bu kavramlarla arzu edilen iyiliğe ve kurtuluşa yönelmek her zaman mümkün olamaz. İçeriği evrensel vahyin Ölçüleriyle bütünleşmemiş bu kavramlar, çoğu zaman bir aldanışın veya sapmanın failleri de olabilirler. Sadece adalet kelimesinin tanımında geçen görev ve hak kavramlarının kimin tarafından belirleneceği sorusunu veya özgürlüklerin sınırını dikkate aldığımızda bu husus daha iyi anlaşılacaktır.

"Kader" kavramı gibi Kitabi olan anlamından saptırılmış her ilahi bildirim, tevhidi eksenden kayan bir yanılgıyı ve yanlışı besler. Kur'anî bütünlüğe uygun olmayan Kur'an literatürü dışındaki kavramlar için de bu inhiraf hali söz konusudur. Asılda veya üretimde yaşanan bozulmanın tek çözümü, vahiyle bütünlüğü sağlayacak olan inkılabi düzeltmedir ki, o da ıslah çabalarıyla mümkündür.

Bilgimizi, kavramlarımızı, kimliğimizi ve amellerimizi insanlığa evrensel ve mutlak bir hidayet mesajı olarak Yaratıcımız katından gönderilen Kur'an'a göre oluşturmaya ve biçimlendirmeye çalışmak, tevhidi eksende yer tutarak hayatın hakikatine varmak demektir. Tevhidi eksende olmak demek, gerek yaratılışın hakikatine ve hayatın amacına varmak, gerek bilginin kaynağına ulaşmak konusunda vahyi bildirimle buluşmak ve bu bildirimi aklederek kalbi tatmine ve onura ulaşmak demektir.

Temel kaynağımız olan Kur'an'ın rehberliğine göre kavramlarını, kimliğini ve hedeflerini oluşturan müminler, adalet kavramını ancak şeriatla; yani vahyi bildirimlerle bilebilirler. Özgürlük kavramıyla kastedilen de, vahyi olanı ve kul hakkım gasp edenlere, Allah'ın hakkına (hukukullah) ve kul hakkına (hakku'l-ibad) tecavüz edenlere karşı direnişi, hak ve adalet arayışını ifade eder. Müminler için özgürlük talebi ve mücadelesi, sözün amelle birleşmesi ve vahyi bilginin tanıklaştırılması keyfiyetidir. Adalet ise; teolojik, felsefîk veya ahlaki tartışmalar yapmak için değil; zulüm, ifsad ve müstekbirler karşısında zincirleri kırmak, vahye ve gerçeklere şahitlik yapmak için tutunmamız gereken ilahi bir görev ve sorumluluktur. Tabii ki bu görevimizi engelleyen, irademizi ve imkanlarımızı tutsaklaştıran egemenlere, mele-mütref takımına, çağdaş Firavunlara, Hamanlara, Karanlara, Samirilere karşı da direniş ve özgürlük mücadelemizi yaşamlaştırabilmeliyiz. Rabbimizin şu bildirimleri bu konuda sorumluluk alanımızı ve istikametimizi de göstermektedir:

"Allah size adaleti, ihsanı, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar." (Nahl, 16/90)

"Bizim yarattıklarımızdan bir ümmet de var ki; hakka rehberlik ederler ve onunla adalet gösterirler..." (A'raf, 7/181)

"Musa'nın kavminden bir ümmet de var ki (insanları) hakka irşad ederler ve onunla adalet ederler." (A'raf, 7/159)

"Muhakkak Allah emanetleri ehline vermenizi emreder, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmedin." (Nisa, 4/58)

Tabii ki mutlak adalet sahibi Rabbimizdir. Kelamcılar adaletin, Allah'ın zatına mı sıfatlarına mı ait olduğunu tartışsalar da, Rabbimize ait mutlak bir nitelik olduğu bizlere vahiyle yakîni olarak bildirilmiştir. Allah'a ait olan bu mutlak niteliği, Rabbimiz yukarıdaki ayet örneklerinde de görüldüğü gibi, kullarının da fıtri kapasiteleri kadarıyla yaşamlaştırmasını istemektedir. Rabbimizin adaleti mutlak; insanların adaleti ise kavrayışları ve iradeleriyle sınırlıdır. Rabbimiz ahirette hiçbir haksızlığa mahal vermeyecek tarzda adaletle hükmedecektir. (Yunus, 10/54-55; Enbiya, 21/47; Zümer, 39/69) İdrak ve akletme açısından sınırlılığını aşamayan insanın göstereceği adalet ise, hiçbir zaman kusurdan arınmış değildir. Kur'an'da bu husus, kocanın eşlerine karşı adil olmasını emreden ayette açık bir şekilde ortaya konulmaktadır: "Ne kadar uğraşırsanız uğraşın kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz..." (Nisa, 4/129)

Yaratan sonsuz kudret sahibidir. Yaratılan ise ancak kendisine verilen güç oranında bilme ve ihtiyar/seçme gücüne sahiptir:

"Allah her şeyi adilce ve dosdoğru şekilde tek tek sayar." (Cin, 72/28)

"Sayıp dökmek isteseniz de sayamazsınız; bu yüzden her konuda dosdoğru olun." (Buhârî, III/304)

Adalet kavramının Kur'an'daki anlamdaş kelimeleri şunlardır: Kist, kasd, istikamet, vasat, nasib, mizan vd. Adalet kavramının zıddı ise "cevr"dir. İsfehanî'ye göre cevr, bir miktar fazlalık veya eksiklikle denge noktasını aşmaktır. Cevr kavramının anlam nüanslarını taşıyan anlamdaş kelimeler de vardır: Zulm, tuğyan, inhiraf, meyi (kaykılmışlık) vd.

Kur'an-ı Kerim'de cevr (zulm) kavramının zıttı olan adalet kavramının ölçüsü veya dayanağı hakkaniyettir. Ayetlerde "hak" ile adalet etmemiz istenir. Zannın zıttı olan hak lafzı mutlak ilmi ve kesinliği ifade eder. Hak; ilahi, vakiî ve kesin olan vahiy bildirimidir; adalet için başvuracağımız kesin ve objektif ölçüyü ifade eder. Hak, insana ait bir keyfilik taşımaz."Eğer hak onların keyfi arzularına uysaydı göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların düzeni bozulurdu." (Mü'minun, 23/71) Hz. Muhammed'in adalet sıfatını taşıması, risalet görevini (daveti) yerine getirebilmesi, bu konuda insanların keyfi istek ve arzularına meyletmeksizin vahyin gösterdiği biçimde doğru olması ve daha önceki vahyi gerçeklere inanması şartı ile vücut bulabilmiştir. (Şura, 42/15)

Said İbn Cubeyr, "adl" kelimesinin (ki adaletle aynı kökten gelir) manasını soran Sultan Abdulmelik'e (öl. H. 85) yazdığı cevabi mektubunda kavramı dört kısımda ele almıştır:

a) Nisa Suresi 58. ayetinin işaret ettiği gibi Allah'ın hükmüne uygun olarak karar vermede adalet,

b) "Konuştuğunuzda ölçüyü aşmayın." (En'am, 6/152) ayetinin işaret ettiği gibi kelamda adalet,

c) "Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin fayda sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının." (Bakara, 2/123) ayetinin işaret ettiği gibi kurtuluş ve arınmanın sebeplerini vesile edinmede adalet,

d) "Ne var kî kafirler O'na eş koşarlar." (En'am, 6/1) ayetinin işaret ettiği gibi Allah'a eş koşmaktan sakınmaktır.4

Said İbn Cubeyr'in mektubu şöyle devam etmektedir: "Felân filâna adalet etmiş deyimine gelince, anlaşılması gereken o ikisi arasında uçurum olmadığı, aralarında denklik bulunduğudur... Tartı ve ölçü babında adalet, boy, ağırlık, yahut ebatça bir şeyin diğer bir şeye eşitliğinin sağlanması keyfiyetidir, iki şey arasında adalet etmek, o iki şeyi birbirine yahut her ikisini bir diğer şeye eşitlemek demektir. Tek şeye adalet olunmasından murad ise, o nesnenin düzgün, tam, doğru yahut dengeli kılınmasıdır."

Adaletin yakından ilgili olduğu bir kavram da "musâvat/eşitlik"tir. Verilen ile hak edilen arasında dengeyi ifade eden adalet, bazı kere eşitlik ile gerçekleşir. Ancak bu mutlak ve ütopik bir eşitlik değildir.5 Adalet için eşitlik bazen servet ve imkanların paylaşımında, bazı kere de özgür iradeyle katılman imtihanlarda gerçekleşir. Herkese insanca yaşama hakkının sağlanması, doğadan ve doğal imkanlardan yararlanma hakkı, zorunlu ihtiyaçların temini ve şahsi servetlerde fakir ve ezilenlerin haklarının bulunması gibi konularda adaleti gerçekleştirmek eşitlik kavramından çok, denge kavramıyla alakalıdır.6 Hadis literatüründe "adl" kavramı ravinin adil olmasıyla irtibatlandırılarak; ravinin Müslüman, akıllı, mükellef, takva ve mürüvvet/şahsiyet sahibi olması şartıyla değerlendirilir. Ama Medine alimlerinin çoğu (ki genellikle rivayet ekolünü temsil ederler), köle ve kadınların "adl" şartını kabul etmemişlerdir.7 Bu tutum, ticari işlemlerle ilgili kadınlara yönelik farklı bir yaklaşım taşıyan bir ayetin dışında, şahitlik ve adi şartlan açısından Kur'an ayetleriyle, mükellefiyetin kadın erkek, hür köle bütün Müslüman, akıllı, mükellef, takva ve mürüvvet/şahsiyet sahibi kişilerin birbirinin kardeşi ve velisi olduğu hükümleriyle çelişmektedir. Böyle bir kıstas, insanın sınırlı olan algı ve tefekkür kapasitesinin Kur'ani ölçüleri ve muhkem ayetleri gereği gibi kavrayamadığı ve Kitab'ı rehber edinme konusunda hevasına, zanlarına ya da Kitab dışı zanni görüş ve rivayetleri asıl konumuna getirdiği yanlışını da ifade etmektedir.

Kazâ/yargı alanında hak ile hüküm vermenin içtihadi boyutu, zanni durumdan tam olarak kurtulamaz, ama hüküm vereni adaleti gerçekleştirme sorumluluğu ile yüzleştirir. Allah'ın Kitab'ı ile hüküm vermeyenler ise zâlim, fâsık, kâfir diye vasıflandırılmaktadır. (Maide, 5/44)Hicri I. ve II. yüzyılda kendilerini Adalet Ehli (Ehlu'l-Adl) olarak tanımlayanlar (ki mukayeseli mezhepler hukuku çalışmalarına göre bunlara Dirayet Ekolü diyebiliriz), adalet anlayışlarının genel ölçülerini üç maddede belirlemişlerdir:

1. Adaleti aklın bulacağı keyfiyeti.

2. İhtiyar/istemlilik yani insan fiillerinin hür iradeyle oluştuğu keyfiyeti,

3. Sorumluluk, yani insanın adalet ile cevr (zulm) arasında yaptığı seçime göre Allah katında ödüllendirileceği ya da cezalandırılacağı keyfiyeti.8

Ancak "adaletin akılla bulunacağı" hükmü, hem bilkuvve adalet, hem bilfiil adalet açısından ele alınmalıdır.

"Ez-Zerî'a" yazarına göre "bilkuvve adalet", insanın eşitlik ve doğruluk talebinde bulunduğu benliğinde (fıtratında) kuvve olarak saklı bulunan güdüdür. Tam bir bilgi sağlamamakla beraber, adalet ve cevr kavramları şeriattan önce akılla bilinir. "Bilfiil adalet" ise, eşitlik esasına göre adaleti gerçekleştirmektir ki, şeriat/vahiy, adalet kavramını tamamlayan unsurdur. Adalet, ancak şeriatla/vahiyle kavranabilir ve hakikatleri bilinebilir. Şeriat kaldırıldığında külli ve cüzi fiillerde gerçek adaleti tespit etmek mümkün olamaz.9

Allah insan fıtratına takvasını da fücrunu da koymuştur. (Şems, 91/8) İnsan fıtratını şekillendirip ölçülü kılmıştır. (İnfitar, 82/7) O halde insanın fıtri olarak eşitliğe ve iyiliğe yönelmesi, fıtratına ikame edilen yapısal özelliği ile alakalıdır. Bu özellik Adem(a)'den bu yana evrenseldir. İnsanı sınamak için yarattığını bildiren (Ankebut, 29/2) ama başıboş bırakmamak için de (Kıyamet, 75/36) vahyini yollayan Rabbimiz; dolayısıyla insana rasulleri aracılığı ile ilettiği vahiyden hayatın anlamını ve adaletin ölçüsünü kavrayacak idrak ve tefekkür yetileri bağışlamıştır. İşte insanın hayat imtihanı da bu noktada başlamaktadır. İnsan ya hür iradesiyle akledip vahye kulak verecektir ya da nefsinin kötülüklere meyleden boyutuna veya saptırıcıların söylemine veya fısıldamalarına boyun eğip Allah'a yönelteceği itaatini veya kulluğunu, kendi nefsine veya kendi gibi yaratılmış ve aciz olan diğer nefislere/kullara yönelterek adaletsizlik yapacaktır. İşte sahte adalet söylemleri gibi, sahte özgürlük iddialarının oluşturduğu kölelik/kulluk da bu tür yanılgılar veya aldanışlarla başlamaktadır.

Kur'an'a iman etmeden önce, Kur'anî mesajı anlamak ve fıkhedebilmek, Rabbimizin doğuştan verdiği bilkuvve yeteneklerimizle alakalıdır. Bu yeteneklerimizle İbrahim meselinde olduğu gibi yaratılmışları gözlemleyip aklederek bir yaratıcı misyonun varlığına ulaşabiliriz. Veya vahyi kesinlikten bihaberken, yaratılış kanunlarını arayarak, yaratıcı tanrı ve nefsin ölümsüzlüğü inancına ulaşan Hugo Grotius'un (öl. 1645) fıtri olanı gözeten doğal hukuk yönelimi içinde (ki doğal hukukun kurucu babası olarak nitelendirilmektedir) bazı doğrulara ulaşması söz konusu olabilir.10 Vahye iman etmeyen birisinin de Kur'an'ı okurken hakikati kavraması, fıtri yeteneklerini doğru çalıştırmasıyla ve ön yargılardan arman salim bir akıl kullanımına ulaşmasıyla mümkün olabilir. Kur'an-ı Kerim, tazim edilen bir ikon gibi görülmeyecekse, ona, dolayısıyla Allah'a ve Allah'ın Rasulü'ne ittibanın yine kendi sayfalarında da önerilen tek yolu, akletme fonksiyonunu doğru çalıştırabilmektir. Kur'an'la buluşmak, hayatın anlamıyla ilgili yüklerimizden kurtulmak, hak ve adaletle buluşmak anlamına gelir. Bu çerçevede konuya bakıldığında, adaletin fıtri/evrensel olması nedeniyle, zalim birisinin de adaleti söz konusu olabilir. Veya fıtri olan adalet duygusu, zamanla zalim birisini tövbe aşamasına getirebilir. Ancak birçok İslam düşünürüne göre, hayatı anlamlandırmada ve insanların müşterek menfaatlerinde insan, nesnel bir adalet standardı vazedemez. Çünkü insan, alemin bütününü ve mahiyetini kavrayamayacağı gibi, kapasitesi de zaaflarla maluldür. İnsan ancak vahyin verdiği bilgi çerçevesinde mukayyet bir adalet hedefine ulaşabilir. Çünkü mutlak adalet sahibi Allah'tır.

Hadduri gibi bazı akademisyenler, son yüzyıl ıslah önderlerinden Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh'un İslâm'ı ve Batılı adalet standartlarını buluşturmaya çalışan tavizkâr bir şema geliştirdikleri iddiasındadırlar.11 Bu tür iddialara da kısaca değinmemiz gerekmektedir. Dün yaratılış kanunlarına ve fıtri özelliklerimize uygun olanı, bilkuvve adalet telakkisi ile ifade eden müelliflerimizi, akılcı/rasyonalist diye itham eden yaklaşımların; bugün de gelenekçi çizgisinin kaderci ve Cehmiyyeci anlayışlarını aşan, insanlığın hanif ve fıtri sayılabilecek yönelimlerini vahiyle tanıştırmak isteyen mübelliğlerimizi modernistlik veya tavizkârlıkla itham edenlerin, önce dünkü saltanat rejimleriyle, bugün de ulusal ve kapitalist devletlerle olan teba ilişkilerini ve dini anlama usullerindeki mezhebi önyargılarını gözden geçirmeleri gerekir.

Son olarak, fıtri ve vahyi bir sorumluluk olarak ele almamız gereken "adalet" kavramıyla, kullara kul olmaktan kurtulma eyleminin üretilmiş anlamı olarak ele aldığımız "özgürlük" kavramını, anlam olarak birbiriyle irtibatlandırabileceğimiz bir ayet mealini hatırlatalım:

"...(Hakkı getiren) Rasul, insanlara iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, temiz şeyleri helal, kötü şeyleri haram kılar. (Sırtlarındaki) ağırlıklarım ve üzerlerindeki zincirleri indirir. " (A'raf, 7/157)

Müfessirler tarafından ayette geçen "ağırlık" (el-ısr), ağırlığından dolayı insanı hareketten alıkoyan yük, ağır ve zor mükellefiyet anlamında ele alınmıştır. "Zincirler" (el-eğlâl) ise Zemahşeri'ye göre Tevrat'ın ağır hükümlerini ifade etmektedir. Tevrat'ı elleriyle değiştiren ahbari takımının vahye müdahalesi tabii ki beşeri ve saptırıcı bir müdahale ve Yaratıcımızın yetkilerini gasp etmeye yönelik bir şirk eylemiydi. Haklan ve adaletin ölçüsünü kendi nefsini ya da yaratılmışların telkinlerini esas alarak belirleyen her yaklaşım, felsefe, ideoloji, hukuk veya din bir tuğyanı, kulların kullara köleliğini veya zincirlenmesini ifade eden ifsadı, bozgunculuğu ve zalimliği ifade etmektedir. Tevrat karşısındaki nimeti elinden bırakan tağileşme/ululanma nankörlüğü, bugün de Kur'an vahyi karşısında gerek muharref geleneğin taklitçiliği, gerek modernizmin gaybi olanı reddeden veya folklorikleştiren akılcılığı, gerekse de post-modernizmin çok kültürlülük adına Kur'an ayetlerinin evrenselliğini tarihselcilik veya görelilik demagojisiyle beşerileştirmeye çalışan cehdi olarak yeni zincirler örmektedir. İnsanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan vahiyle ve Kur'an'ın bütünsel mesajıyla buluşmamızı engelleyen her barikat sırtımızdaki yeni ağırlıklar ve ayağımızdaki yeni zincirlerdir.

Adalet, fıtrat ve vahiyle buluşmaksa; beşeri kölelik ve zulüm (cevr) ise, kullara veya nefsimize kul olma keyfiyetidir. Kullara kul olma taklitçiliğini aşmadan, sırtımızdaki ağırlıklardan kurtulup ayaklarımızdaki zincirlerden özgürleşmeden; yani kulluğu sadece Yaratıcımıza has kılmadan, gerçek adalet ve özgürlüğe ulaşmamız mümkün değildir."La ilahe illallah" vahyi şiarı, adalet ve özgürlük mücadelesinin en önemli öğreticisidir. Her türlü zulme, sömürüye, zincirlere, ifsada ve şirke "hayır" deme bilincidir. Tanıklaştırılan her "La" lafzı bir özgürlük kıyamıdır. Bugün için küresel kapitalizme ve yaşam tarzına, seküler ulusçuluk anlayışı ve dayatmalarına, gelenekçi, modernist veya post-modernist vahiy dışı her türlü akıl tutulmasına karşı özgürlük mücadelesi, Rabbimize kulluk görevimizin temel vecibesidir. Özgürlük kıyamımızı Allah'ın ilahlığı ile taçlandıracak olan vahyi aydınlık ve adalet sorumluluğu ile buluşup tevhidi değerleri tanıklaştırmamız, fıtri sükûna ve iki dünya saadetine (dareyne) yönelmemiz demektir.

Dipnotlar:

1- Ragib el-İsfehanî, Müfredat, Çıra Yayınları, İstanbul, 2006.

2- Mustafa Çağrıcı, TDV İslam Ansiklopedisi, "Adalet" maddesi, C. 1.

3- Hamza Türkmen, "Kavramların Oluşumunda Kur'ânî Açı", Haksöz Dergisi, S: 189, Aralık 2006.

4- Macid Hadduri, İslam'da Adalet Kavramı, s. 23-24, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1991.

5- Mustafa Çağrıcı, a.g.e.

6- Hayrettin Karaman, TDV İslam Ansiklopedisi, "Adalet" maddesi. C. 1.

7- Abdullah Aydınlı, TDV İslam Ansiklopedisi, "Adalet" maddesi, C. I.

8- Macid Hadduri, a.g.e., s. 67.'

9- Râgib el-İsfehanî, Ez-Zerî'a İlâ Mekârm'iş-Şeri'a (İslam'ın Ahlaki İlkeleri), s. 341-348, Beşikçi Yayınevi, Trabzon, 2003.

10- Hüseyin Hatemi, İnsan Hakları Öğretisi, İşaret Yayınları, İstanbul, 1988.

11- Macid Hadduri, a.g.e., s. 263.

Kaynak:

Haksöz Dergisi - Sayı: 197 - Ağustos 07
SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara