Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Lavrov ve Kerry Moskova’da ne üzerine anlaştılar?

Kerry ve Lavrov’un anlaşmasının asıl kaybeden tarafı Suriye halkının ta kendisidir. Bu anlaşmadan en karlı çıkan taraf ise aleyhinde tehdit oluşturan kimyasal silahları yok etmeyi başarmış olması hasebiyle İsrail’dir.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-11-26 13:22:22

Lavrov ve Kerry Moskova’da ne üzerine anlaştılar?


ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un görüşmesini El Cezire’deki köşesinde değerlendiren Gazi et-Tevbe’nin yazısını Haksöz-Haber okuyucuları için arkadaşımız Kehriban Çiçek çevirdi.

***

Lavrov ve Kerry Moskova’da Ne Üzerine Anlaştılar?


Gazi et-Tevbe / Al Jazeera / 10.08.2013


I. Dünya Savaşı esnasında Fransız ve İngiltere dışişleri bakanları tarafından imzalanan ve özellikle Bilad-ı Şam ile Irak’ı parçalamayı esas alan Sykes-Picot Anlaşması, büyük devletlerin, coğrafi sınırlarla uğraşma âdetinin ilk örneğini teşkil eder. Fakat II. Dünya Savaşından sonra bu durum yeni bir boyut kazanmış, sınırları değiştirmenin yanında ülkeleri nüfuz altına alma çabası ortaya çıkmıştır. 4-11 Şubat 1945 tarihinde Stalin (Rusya), Churchill (İngiltere) ve Roosevelt (ABD) arasında imzalanan Yalta Anlaşmasında olduğu gibi, üç ülkenin de çıkarlarının ön planda tutulduğu anlaşmalar imzalanmaya başlanmıştır.

II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika ve İsrail Ortadoğu’da en güçlü iki aktör olarak karşımıza çıktılar. Bir yandan Amerika diğer yandan İsrail, İslam ve Arap dünyası üzerine çeşitli plan ve projeler yapmaya başladılar. İsrail ve Amerika’nın yaptığı bu projelerden bazılarını, tıpkı Moskova’da 7 Mayıs 2013 tarihinde Kerry ve Lavrov arasında yapılan anlaşmaları incelediğimiz gibi, tekrar gözden geçireceğiz. Ve bu planların uygulanmasında bu görüşmenin rolünü açıklayacağız.



İsrail’in Planı


Şurası bir gerçektir ki; İsrail kültürel, toplumsal ve siyasi dokusu suni bir şekilde oluşturulmuş köksüz bir Batı devletidir. İşte bu yüzden İsrail, bölgedeki bütün toplumlar arasında bir kopukluk yaratmak için kültürel olarak parçalamaya ve siyasi bölünmeler oluşturmaya son derece dikkat eder. Yani İsrail, bölgedeki siyasi yönlendirmeler konusunda çok güçlü ve etkili bir role sahiptir. Nitekim bu, toplumlar içinde ırksal ve dinî açıdan azınlıkta olan grupları isyan ettirip, kopmaları için kışkırtmasıyla açığa çıkmıştır. 60'lı yıllarda Irak'ta Kürtler ve Araplar arasında; 80'lerde Lübnan'da Hristiyanlar ile Müslümanlar arasında meydana gelenler işte tam bu projelerin yansımasıdır. Aynı şekilde Sudan'ın kuzey-güney iki devlet şeklinde kopup bağımsızlıklarını ilan etmeleri bu politikanın bir neticesidir.

Fakat siyasi bölünmeler konusunda İsrail resmi makamlarından birçok belge ve doküman sızdırılmıştır. Bu sızdırılan belgeler içerisinde en önemlilerinden biri Hint asıllı gazeteci Carranjia’nın ortaya çıkardığı ve 1957 yılında Mısır gazetesinde yayınlanan, İsrail’in Cebel-i Arap’ta Dürziler, Cebel-i Alevi’de Aleviler ve Lübnan’da Hristiyanlar için devlet kurma ve de bölgeyi parçalama planlarını içeren dokümandır.

Bu sızdırılan önemli belgelerden bir diğerini de İsrail’de yayınlanan Kifonim isimli bir dergi, Şubat 1982’de yayınlamıştır. Belgeye göre, Siyonist İsrail’in Arap dünyasını parçalamaya dönük dört planı şöyle ifade edilmişti: Mısır’ı kuzeyde Sina ve güneyde Kıptiler devleti olarak ikiye bölmek, Irak’ı ve Bilad-ı Şam’ı parçalamak, Mağrip ülkelerini parçalamak, Haliç ülkelerini parçalamak.

Eski belgelerden birinde de Siyonist lobiden olan yeni muhafazakârların Amerika’yı Irak işgaline sürüklemesi ve böylece bu işgalin de bölgede siyasi ve kültürel bölünmeye, aynı zamanda Cibuti, Sudan, Somali, Moritanya ve Cezayir’de çalkantılara sebep verdiğine vurgu yapılmaktadır.

Anlaşılan o ki, hâlihazırda gördüğümüz Cibuti, Moritanya, Cezayir, Somali, Yemen, Irak ve Sudan’da gerçekleşen bölünmeler ve çalkantılar, derginin vermek istediği bilgiyi doğrulamaktadır.

Amerika’nın Planı

En önemli Amerikalı oryantalistlerden sayılan ve Amerika’nın siyasi eğilimlerini oluşturmada söz sahibi olan Bernard Lewis’in, 1983 yılında ABD Kongresine sunduğu ve Kongre tarafından kabul gören şeytani bir bakış açısı ile hazırlamış olduğu projenin ana tezi “Müslümanların bozuk ve toplumları bozucu bir yapıda olduğu; hiçbir medeniyetin İslamcılar tarafından kurulamayacağı”na ilişkindir.

Amerika güdümündeki Batı kapitalizminin çıkarlarının gelecekte Arap veya İslam dünyasının oluşturabileceği olası tehlikelere karşı kendini korumayı garanti altına alabilmesi, bütün Arap ve İslam devletlerinin birlik olmuş içyapısının, ırk, kabile, din yahut mezhep kantonlarına ayrılıp bu şekilde devletçiklere bölünmesini zorunlu kılar.

Bu noktada Lewis, parçalanmış oluşumların, tam ve karşılıklı bir yıkımın vuku bulması için, kendi aralarında birtakım savaşlara itilmesi gerektiğini ifade eder.

Bu projesi kapsamında Lewis, Kuzey Afrika, Irak, Arap Yarımadası, Yemen, Suriye, Lübnan, Ürdün, İran, Pakistan ve Afganistan’ı parçalayarak Batı’nın çıkarları için olması gereken yeni haritayı da Kongreye sunmuştur.

Burada ifade etmemiz gereken en önemli şey Bernard Lewis’in, Mısır üzerine kurduğu projedir. Lewis, bu projede Mısır’ı dört parçaya bölmüştür. İlki Sina’da Süveyş kanalının doğu sınırını da içine alan başkenti Ariş olan “Bedevi” adı altında İsrail’e tabi bir devlet. İkincisi, Batı sınırı Libya’ya ulaşan, kuzeybatı sınırı Akdeniz’de olan “Kıpti” devleti. Öyle ki kuzeyde 26. enleme doğuda da 30. boylama ulaşan bir bölgeyi kapsar. Üçüncü olarak da Güney Mısır’ın Sudan sınırında kuzeyde 26. enlem ile güneyde Sudan’ın Nevbiye bölgesini içine alan başkenti Esvan olan bir devlettir. Coğrafi olarak en dar toprağa sahip olan dördüncü devlet ise başkenti Kahire olan Mısır İslam Devletidir. Sınırının bir kısmı kuzeyde Akdeniz’e, doğuda Kızıldeniz’e uzanan bölgeyi kapsar. Güneyde 26. enlemle batıda 30. boylam arasında kalan kısımdır.

Kerry ve Lavrov’un Görüşmesi

7 Mayıs 2013’te Moskova’da Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov ile ABD Dışişleri Bakanı John Kerry arasında yapılan görüşmede iki önemli konu ele alındı. Bunlardan ilki Mısır, Suriye, Tunus ve Libya’da gerçekleştirilen Arap Baharı devrimlerinde İslamcıların iktidarda rol almasının önüne geçmek; diğeri ise Suriye’de Esed’in denetimindeki Kimyasal silahları imha etmektir.

Tam olarak bu görüşmeden sonra alınan kararlardan biri, tıpkı 3 Temmuz 2013 tarihinde halk tarafından seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olan Mursi’ye darbe yapılması gibi, Suriye Koalisyon Hükümetinden İslamcıları uzaklaştırmak ve buna ek olarak Michel Kilo başkanlığındaki liberalleri bu koalisyona dâhil etmektir. Mısır’da meydana gelen olaylar, Sisi ve liberal kesimlerin İslamcılara karşı tek blok halinde tavır almaları ve Mısır halkı arasında yaygınlaştırılmaya çalışılan kutuplaştırma olaylarının “Mısır’da Cumhurbaşkanı Mursi’nin görevden darbe ile alınması, acaba Bernard Lewis’in projesinde belirtilen Mısır’ın parçalanması planının ilk aşaması olabilir mi?” sorusuna cevap niteliği taşıması muhtemeldir.

Kerry ve Lavrov arasında gerçekleştirilen görüşmede “Putin’in kendi ülkesi için en büyük güvenlik radikalleşen İslamcılardır!” düşüncesi kabul edilmiştir. Konuyla ilgili olarak, eski dışişleri bakanı ve ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger’in 17 Eylül 2013’te CNN’e verdiği bir röportaj önemlidir. Kissinger’in, Putin ve Moskova hakkında sorulan bir soruya “Rusya için en büyük güvenlik tehdidi giderek radikalleşen İslamcılardır ve bu konuda Amerika Ortadoğu konusunda tek başına karar vermemelidir.” cevabı bu düşüncenin kabul gördüğünü teyit etmektedir.

Kimyasal silahların imha edilmesi meselesinin de 2012 yılında Putin ve Obama arasında gerçekleşen 20. zirvede konuşulmaya başlandığını ve 14 Eylül’de Rusya’nın da tekrar gündeme getirmesiyle karara bağlandığını söyleyebiliriz.

Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in katıldığı ve Şam yönetiminin de onayladığını bildirdiği, Sen Petersburg’ta Putin ile Obama arasında 5 Eylül 2013 tarihinde gerçekleşen zirvede bu konuyla alakalı nihai karara varılmıştır. Ve son olarak 15 Eylül 2013 tarihinde Lavrov ile Kerry tarafından Cenevre’de bir toplantı gerçekleştirilmiş ve bu toplantıda Rusya’nın bu konudaki girişiminin detaylarına değinilmiştir. Şam yönetiminin elinde bulunan kimyasal silahların listesini yayınlaması için kendilerine bir hafta süre verilmiş ve bu süre zarfında Şam-Güvenlik Meclisinin ilgili kararları çıkarması gerektiği ilan edilmiştir.

Şimdi Suriye’de nasıl bir çözüm bekliyoruz? Büyük olasılıkla Lavrov ve Kerry arasındaki anlaşmada Suriye’nin bölünmesi konusunda herhangi bir talep yok. Çünkü Amerika’nın da Rusya’nın da İsrail gibi onayladığı şey Esed ailesi tarafından yönetilen bir Suriye’nin çıkarları için makbul oluşudur. Çünkü İsrail, Suriye’de mezhepsel olarak Alevilerin elde etmiş olduğu mezhebi azınlık iktidarının, diğer bütün azınlıklara örnek teşkil edebileceğine itibar ediyor.

Eğer 2014 Temmuzunda Esed yönetimi giderse Baas ordusu, rejimi korumaya devam edecektir. Bundan sonra da hükümet ve muhalefetin onayını almış bir koalisyon işbaşına gelecektir ve bu şekilde bölgede 2014 senesinde “Yemen modeli” bir senaryo uygulanmaya başlanmasının başlangıcı olacaktır.

Şu açıkça görünüyor ki, Kerry ve Lavrov’un anlaşmasının asıl kaybeden tarafı Suriye halkının ta kendisidir. Bu anlaşmadan en kârlı çıkan taraf ise aleyhinde tehdit oluşturan kimyasal silahları yok etmeyi başarmış olması hasebiyle İsrail’dir. Hal böyleyse, bütün bunları gerçekleştiren taraflardan Rusya nerede kazanç elde etmiştir?

Muhtemeldir ki, bir yönden Rusya da bu anlaşmadan sonra Suriye’nin geleceğinde rol alacak ve Türkiye topraklarında kendisini de tehdit eden füze kalkanlarının ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır.

Peki, Suriye muhalefetinin bütün bu gelişmeler sonucunda ne yapması gerekmektedir? Suriye meselesinin sonlandırılması konusunda rejimin zayıflatılabildiği kadar zayıflaması için Suriye muhalefeti, bütün taraflarıyla birleşip Esed rejimine karşı tek bilek halinde mücadele vermelidir.

Haber Ara