Dolar

34,8800

Euro

36,8224

Altın

3.049,96

Bist

10.104,20

Kürdistan ve siyasal akıl 'Mesud Barzani'

Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır'da IKBY lideri Barzani ile görüşmesi gündemin en önemli konusu. Gözler bu görüşmede. Remzi Peşeng'in bu görüşmeyi değerlendirdiği yazıyı siz okuyucalarımız ile paylaşıyoruz.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-11-14 14:16:57

Kürdistan ve siyasal akıl 'Mesud Barzani'

TIMETURK / HABER MERKEZİ

Türkiye geleneksel tavrından vazgeçti mi?

“Aynı tarzda ve farklı cephelerde”, Güney Kurdistan Türkiye’nin gelecekteki stratejisinin AB ekseninde olacağını ve bunun kendilerine sağlayacağı olanakları görmeye başladılar.

Şimdi soruyu tersten sorma sırası gelmiştir:

1 AB’ye girecek olan bir Türkiye’yi Güney Kürtler’i kendileri için hâlâ bir tehdit olarak görüyorlar mı? Böylesi bir süreçte Türkiye’ye karşı ne türden yaklaşımlar göstermelidirler. Dahası Türkiye’ye hangi güvenceler verilebilir. Bunun analizleri yapılmış mıdır?

2- Türkiye için bir Kürt devlet varlığı ne gibi alternatifler üretebilir?

3-Rezervleri belli olan petrolün stratejik değeriyle, sınırsız rezervleri olan su kaynaklarının hangi sorunları birlikte ve farklı olarak ele alınmasına olanak vereceği tesbit edilmiş midir?

Eğer bu sorunlar Türkiye ile tartışılmayacaksa başka kimle yapılabilir?
Koşullar böyle bir diyaloğu zorluyor ve ikna güçlerini kullanma yeteneği sadece biz Kürtler’e kalıyor...

Arap dünyası bazı isimlendirmelere karşın, henüz kendi birliğini ne ekonomik, ne de politik anlamda kuramamıştır. Buysa tarihsel olarak yaşanması gereken bir durum gibi önümüzdedir. Bu nedenle geleceğin Ortadoğu’su kimilerinin iddia ettiği gibi karmakarışık bir Ortadoğu Birliği değil, önce Arap dünyasının “parçalı” birliği olacaktır.

Ve bu tür birlikler etnik guruplara karşı daha da reaksiyonel olduklarından Kürtleri birinci planda ilgilendirmektedir. Kürtlerin bağımsızlık talebini kısan ve onları Irak rejimi altında yaşamaya zorlayan en önemli etken İran ve Türkiye’nin tavrıydı. İran bu tavrını askeri vesayet altında devam ettirmektedir. Peki ya Türkiye bu tavrından vazgeçtiği söylene bilinir mi ?

Mesud Bazrani “uluslararası koşullar uygun değil” dediklerinde anlatmak istedikleri öz olarak Türkiye’nin tavrıdır. Yoksa orada bir Kürt devleti kurulmuş, kurulmamış, bugünkü dünya şartlarında ne ABD’nin, ne de İngilizler’in umurlarında bile değildir. Onların da bu konuda sessiz kalmalarına neden olan, yine Türkiye ile olan stratejik ortaklıklarıdır. Bu devletler farklı politikalarına karşın elbette Türkiye’yi de dikkate almak durumundadırlar. Türkiye’nin tavrı belli olmadan bu toprakları koruyucu güç altına almanın zorluklarını bilmektedirler. Ancak İsrail’in de içinde olduğu bölgesel, genel bir çatışma durumunda bu dikkatler gözardı edilebilir.

Bu nedenle Kürtler dört ya da beş devlet arasında bölünmüş olsalar da, devletleşmeleri konusunda esas engelin sadece iki devletten geldiğinin altını çizmekte yarar vardır:

Bu iki devlet Türkiye ve İran’dır. Söz konusu iki devlet arasında ise ön planda olan, Batı’yla bağlantıları güçlü olan Türkiye’dir.

Dolaysıyla Güney Kürtleri’nin Türkiye’ye yaklaşımları günü kurtarma ve ekonomik çıkar tarzında değil, stratejik boyutlarda olmalıdır. Suriye ve Irak ise bu konuda sadece besleyici yan faktördürler. Suriye ve Irak Ortadoğu’da manda yönetimlerindeki geçmişleriyle beraber en fazla 80 yıla dayanan bir devletleşme deneğine sahiptirler. Irak’ta bu süreç zaten Körfez Krizleriyle kesintiye uğradı ve düşüş başladı. Suriyede ise ne olacağı artık bellidir.

Oysa Türkiye ve İran yüzyıllara dayanan bir devlet tecrübesinden gelmektedirler. Dünyadaki değişimlerin kendisine sağladığı bütün olanaklara karşın, Türkiye’nin Kürtler’e karşı hala önyargılı davranması arasındaki çelişki nereden gelmektedir? Sıkı geliştirilen diplomatic tarafik bu çelişkilerin azaldıgını göstermektedir.

ayrıca Kurdistan davasının uluslararası bir karakter almaması konusunda İran güçlerinin kaygıları da aynı doğrultudadır. Amaçlar arasındaki farklılık ne kadar değişik olursa olsun, somut olan nokta, Ortadoğu'da Kürt sorununun bütün parçalarda uluslararası bir karakter almadan çözümünün mümkün olmadığıdır.

Sadece ilgili devletlerin arasındaki ilişkilere sıkıştırılmış bir Kürt sorunu gerçek çözümsüzlüğün kendisidir. Bölge halklarının hiçbirisinin böylesi bir çözümsüzlükte çıkarı yoktur. Egemen güçler kendilerini ilkel prensipler uğruna zora sokmaktadırlar. Onlar açısından gerçek korku, kabul etme değil, "yönetebilme" korkusudur.

Devlet tecrübesinin manda yönetimleriyle birlikte ancak 90 yıllık bir geçmişi olan Irak ve Suriye’nin Kürt sorununa yaklaşımlarındaki “yönetebilme” korkusunu anlamak mümkündür.

Devlet geleneğinin güçlü, insan hakları ve hukuk normları deneyiminde ise zayıf olduğu İran’ı da bu sınıflamaya katabiliriz. Bu ülkelerde kullanılan yöntem bu nedenle ancak politik ve askeri "zor" olacaktır. Ancak, Batı demokrasisiyle olan geniş ilişki ağına karşın Türkiye’nin de bugüne dek Kürt sorununu demokratik normlar içinde ele almamasını, bugünkü politik elitin yetersizliğinde arayabiliriz.

Bir dönem devlet geleneğinin güçlü ve tarihsel deneylerle zengin olan Türkiye'de, bu birikimi yadsırcasına sorun başka bir yöntemle ele alınmaktaydı, her iki milletin ortak çıkarları temelinde çözüme kavuşturmak yerine ülke bilinmez noktalara sürüklenmek istenmekteydi. Devlet gözünde Kürtler kararlı bir toplum olarak kabul görülmek istenmediğinden, genel siyasi ve hukuki statünün değişimin yansımalarıyla sorunun üstünü örtmeyi denemektedirler. Fakat yeni sürec her zamankinden cok destegi hak etmektedir.

Kürt sorununda taraf olma iddiasında bulunan PKK’nın taşıdığı en büyük handikap buradadır. Kendisini devlete karşı bir taraf olarak gösteren PKK, sorunun içsel muhataplarını dinleme ve anlama yeteneği gösteremediğinden, gerçek bir muhatap haline de gelememektedir. Ellerinde kalan kalan tek argüman ise sahip oldukları silahlı güçlerdir.


Oysa İmralı sürecinden beri ileri sürdükleri demokratik yöntemlerle, sahip oldukları silahlı güçlerin faaliyetleri arasında tam bir çelişki vardır. Çelişkinin sadece bu yönü bile onların, AB nezdinde de muhatap olarak alınmamalarının temel nedenini oluşturmaktadır. İmralı duruşmalarından beri silahların susmasıyla AB sürecinin hızlanması arasındaki paralellik dikkatleri çekmektedir. Çatışan bir Türkiye’nin AB’ne üye olma beklentisi ne kadar gerçek dışıysa, böylesi bir çatışma ortamında Kürt sorununun çözümü de o kadar sorunludur.

Kürtler tarihlerinde birçok kez isyan etmişler ancak somut hiçbir hak elde edememişlerdir. Şimdi uluslararası şartların sonucu olarak önlerine açılan siyasi ve hukuki haklardan faydalanma becerisi gösterenler, toplumsal dinamizmi ilerleten güçler olacaktır. ( Ne Hikmetse Öcalan Kurdistan davasının Uluslararası bir boyut kazanmasını red etmektedir) Türkiye’nin taşıdığı kaygıları İmralı ifadelerinde dile getiren Öcalan, bu noktayı şöyle değerlendiriyordu: “Türkiye’de çatışma ve şiddet ortamı, insan hakları ve demokratik gelişmenin önünde engel teşkil etmektedir.

Ağırlıklı olarak Kürt sorunundan kaynaklanan şiddet, bunda temel rol oynamaktadır.”ve “Bizden kaynaklanan, devleti ihtiyatlı kılan, gerek eski programsal yaklaşım, gerek her an silaha tekrar başvurma riski süreci zorluyor.” Türkiye bu süreci değiştirecekmi? Kesinlikle. Artık Türkiye, Güney Kurdistan karşısın da kabul edilmiş yürürlükte olan politikalardan vazgeçecektir.

Türkiye’de Kürt sorunu ilk defa bir siyasal iktidar tarafından sivilleştirilerek ele alınmaktadır. Bu fırsatı hem Kürt siyasetinin hem de bu güne kadar sorunu sadece askeri boyutlarıyla ele alıp çözmeye çalışan ama başaramayan güçlerin iyi değerlendirmeleri gerektiği kanısındayım.

Bu güçlerin tek kaygısı her türlü baskıyı uygulayarak Misak-ı Milli sınırlarını koruma odaklıydı. Onlar hükümetlere yol, okul ve birkaç devlet yatırımı yetkisi verirken, işin askeri ve siyasi yanını kendilerine saklıyorlardı. daha da ileri gidersek Türkiye öylesine ilginç safhalardan geçti ki, Genelkurmay İstihbaratıyla Mit, Jitem Emniyet istihbaratının birbiriyle çatışmasına tanık olduk. Hükümetler ise bu garip savaşı sadece izlenmekle yetiniyorlardı

Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasından önce ve sonrasında Onun üzerinden yürütülen politikalarda sivil idare olarak hükümetlerin gerçekte hiçbir etkinlkleri olmamıştır. sadece,askerlerin sıkıştığı yerlerde bürokratik sorunları gidermekle sorumlu kılınmışlardır

İmralıya özel bir statü verilmiş ve Öcalan üzerinde askeri bir vesayet yakın zamana kadar uygulana gelmiştir.Bugüne kadar yapılan çeşitli denemelerin başarısızlıkla sonuçlanmasında bu vesayetin önemli bir rolü vardır. Çünkü sorunun siyasi yanı sürekli boşlukta kalmıştır.Sürecin ilerletilmesinde Öcalanın verdiği mesajların da yeterli olmadığı görülmüştür. Siyasette askerin ketum davranması, sivillere de verilmeyen inisyatif, sorunun boşlukta sallanmasına neden olmuştur.

Çünkü cumhuriyet tarihi boyunca jandarma baskısından çok çeken Kürt insanı silahlı gücün kabalığına boyun eğmiş ama güvensizliğini kalbinde her zaman saklamıştır.

Bu PKK hareketi için de geçerlidir. Adına ister “Derin devlet”, ister “Özel Harp Dairesi” veya şimdi çok yaygın olarak kullanıldığı şekilde “Ergenekon” diyelim Öcalan,üzerinde dolaşan bu hayaletlerden bir anlamda kurtulmuş durumdadır. Diğer bir deyimle şimdi O, daha “özgür” durumdadır.
Bu nedenle cumhuriyet tarihi boyunca askeri vesayet altında çözülmeye çalışılan ama bir türlü çözülemeyen Kürt sorununun bu vesayetten kurtuluş aşamasına geldiği tarihsel bir dönemden geçmekteyiz demek doğru olacaktır. yıllardır devleti ve cumhuriyeti korumayı sadece kendilerine ait gören militer bir eğitimden geçen askeri kadroların bu görevi aynı derece hak sahibi olan sade vatandaşa da vermelerinin zamanı gelmiştir.

Eğer bir toprak üzerinde yaşayan insanlara vatandaşlık bağının doğurduğu güven ve sıcaklığı veremiyorsanız,sorun onlarda değil, sizdedir, Türkiye bundan böyle kışla kültürlü hükümet modelleriyle yönetilemeyecek kadar ağır sorunlarla karşıkarşıyadır.

Kürt sorunu üzerinden tartışacağımız onlarca sorun su yüzüne çıkmaktadır. Bütün bu sorunlarla karşıkarşıya kalıp çözüm üretmeye çalışan ise sol bir iktidar değil paradoksal olarak bu terimlere “yabancı” gibi görünen muhafazakar bir hükümetin oluşudur. Gelinen aşamada Kürt sorununun siyasal boyutuyla ters orantılı olarak silahla karşı durmaya çalışan PKK kendisinin bir sorun haline geldiği gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Kürt sorununun siyasal çözümünde kullanılmaya çalışılan bu silahlı bir güç, şimdi çözümün karşısında olan bir güç haline dönüşmüştür,şu anda yaşanan yarım kalmış, Kemalizmin çözmekte yetersiz kaldığı, ama er ya da geç yapılması gereken çözüm süreci

Türkiye’nin çağdaş dünyaya açılması bu sorunu doğru cagdaş ölcülerde ele alarak tamamlanmasıyla mümkündür. ve eğer Öcalan sorunu sadece PKK/Kürt sorunu açısından alırsa dönemin sorunlarına olması gereken yanıtı veremeyecektir. İşte bu noktada Türkiyenin Güney Kurdistan ilişkileri bu parelelde okumak mümkündür

Çok daha geniş kapsamlı, Türkiye'nin derinliğine inen sorunlarıyla beraber ele alması halinde tarihsel rolünü gerçek anlamıyla oynamış olacaktır.

Bu yaklaşım tarzı kronikleşmiş PKK sorununun daha anlaşılır boyutlarda çözülmesine yardım edecektir.Öte yandan barış süreci Kürt siyasetinin de sivilleşmesinin önünü açacaktır. Özellikle yerel yönetimlerin güçlendirilmeleriyle bugün pasif durumda olanlarda canlı ve dinamik tarzda politikaya katılmasına yardımcı olacaktır. ve böylece eksik olan hukukun taşları ancak bu şekilde yerine oturtulabilecektir. daha bir cok nedenle yeni süreci eskisinden farklı kılar ve desteği hak etmektedir.

Dışarıya açılmak, Ortadoğu ve Orta Asya pazarına girmek isteyen ve Türkiye’yi bu çıkmazdan kurtarmak adına hareket eden Liberallerin, Kürt sorununu çözmeden attığı bütün adımlarda, geride yarım bıraktığı şeylerin ağırlığını hissetmesi sürpriz olmamalıdır. Anadolu'nun kapısını Kurdistan'dan açan Türkler, yeniden Orta Asya'ya girmek için ayaklarına doladıkları düğümü çözmek zorundadırlar.

Remzî Pêşeng

Twitter: remzipeseng

Haber Ara