'Yüz yıldır İslam toplumunun kayıp zamanlarını yaşıyoruz'
Gazetecilik ve dergicilik alanında Müslümanın kendi gündemini oluşturması konusunda belirleyici bir rol üstlenen değerli gazeteci yazar Ahmet Taşgetiren Müslümanların yeniden kendi kimlikleriyle var olma sürecinin gereklerini anlattı.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-11-13 14:32:59
Röportaj: Samet Öztürk
Sizce Müslümanlar kendi gündemlerini kendileri belirleyebiliyor mu? Eğer belirleyemiyorlarsa, bu gücü ne zaman kaybettiler?
“Gündem” nedir, önce oradan başlamamız gerekir.
Gündem; bir insanın, bir toplum kesiminin, bir ülkenin öncelediği konudur. Çözülmesini gerekli gördüğü sorun olarak telakki ettiği, önemsediği, öne aldığı konudur. O açıdan gündemin belirlenmesini çok önemli görüyorum. Hem birey için hem sosyal yapılar için hem de ülke ve toplumlar için gündem tayinini önemli görüyorum.
Müslümanlar ve gündem söz konusu olduğunda, herhangi bir Müslüman için de, Müslüman bir toplum için de gündem duyarlılığının hayati önem taşıdığını düşünüyorum. Her kişi kendi gündem duyarlılığı etrafında kendisi yoğunlaştığı gibi başkalarının da o gündem üzerine yoğunlaşmasını, dolayısıyla kendi gündemine katkıda bulunmasını ister. Bunu her toplum ister. Bir başka toplumu veya kitleleri kendi gündemi üzerinde kafa yormaya sevk eder.
Müslümanlar söz konusu olduğunda; uzunca bir zamandır kendi gündemimizi belirleyemediğimizi, başkalarının belirlediği gündem üzerine kafa yorduğumuzu ifade etmek isterim. Ben bunu gündemimizin yağmalanması, talan edilmesi olarak değerlendiriyorum. Yani bir anlamda uzunca bir süreden beri kendi zaaf sürecimize girdiğimizden bu yana, kendi büyük müesseselerimizi, devletlerimizi kaybettiğimizden beri, kendi gündemimizi belirlemek ve onun üzerine yoğunlaşmak yerine, başkalarının belirlediği gündem üzerine kafa yoruyoruz.
Şu anda da baktığımızda mesela İslam dünyası ve Müslümanlar olarak aslî gündemimizi belirledik mi yoksa önümüze dünyadaki birtakım güç odakları tarafından konulan gündemler üzerinde mi kafa yoruyoruz, buna bakmamız lazım. Bu noktada başkalarının belirlediği gündem üzerine kafa yorduğumuz kaygısını taşıyorum. Hem ümmetin yaşadığı problemler açısından hem de Müslümanlığımızın öncelikleri açısından kendi sorularımızı sorduğumuzu, kendi cevaplarımızı bulduğumuzu, dolayısıyla kendi gündemimiz üzerine yoğunlaştığımızı söylememiz zor.
Tekrar kendi gündemimizi belirleme yetkinliğini nasıl kazanabiliriz? Bu noktada neler yapmalıyız?
Öncelikle bir gündem duyarlılığı kazanmamız gerekiyor. Eğer gündem duyarlılığı kazanırsak, ‘bizim önceliklerimiz nelerdir’ sorusunu sorarız ve buna kafa yorarız. Başkalarının sorduğu sorular üzerine kafa yorduğumuzu ve bunlarla fazlasıyla meşgul olduğumuzu düşünüyorum.
Mesela Ortadoğu diye bir dünya var ve bu dünya bizim coğrafyamızın içerisinde. Bu dünyadaki soruları dünyanın süper güç odakları hâlâ soruyor ve onun cevapları üzerinde bizi düşündürüyor. Bizler de ona göre kamplaşıyor ve ona göre birbirimizle mücadele ediyoruz, saflara ayrılıp birbirimizi vuruyoruz. Baktığımızda falanca Müslümanın tezi ne ve sizin teziniz ne; bunlar içerisinde her iki tezin de aslında bizim tezimiz olmadığını ve her iki tezin de bizi hedeflerimize götürmeyeceğini görmemiz gerekiyor. Ama biz göremiyoruz ve sürüklenip gitme söz konusu oluyor.
Kendi gündemimizi belirleyebilmek açısından öncelikle bir zihin yoğunlaşmasına ihtiyaç var. Yani aslında Müslüman aydın dediğimiz münevver fikir adamlarımızın öncelikli görevi de budur. Birey olarak Müslümanın öncelikli görevi nedir? Bu soruyu sorup buna cevap aramak, Müslüman münevverin görevidir.
Mesela bir Müslüman ülke olarak Türkiye’nin en büyük önceliği nedir? Mesela İslam coğrafyasında yaşayan Müslüman toplumlar olarak en büyük önceliğimiz nedir? Derdimiz nedir ve çaresi nedir? Soruları bu eksende sorduğumuz zaman işte bir düşünce yoğunlaşması, gündem üzerine bir tefekkür yoğunlaşması gerçekleşiyor. Bunun için belki de bu yoğunlaşma nasıl gerçekleşecektir, biz nasıl dağıldık, bu sorular üzerine de kafamızı yormamız gerekir. Yani zihnimiz nasıl dağılıyor ve biz nerelere savruluyoruz, savruluş sürecimiz nasıl başladı ve devam ediyor, bunlar üzerinde kafa yorarak bir anlamda kendimizi süzmemiz gerekiyor.
Çok farklı etkenlerin tesiri altındayız. Çok kolay bir şeyden söz etmiyorum. Bir anlamda belki düşmüş olmanın paniğini yaşıyoruz biz. Büyük bir devleti kaybetmiş olmanın, İslam coğrafyasının paramparça edilmiş olmasının açık veya örtülü sömürge statüsü içerisine düşmüş olmamızın paniğini yaşıyoruz. Bu defa da denize düşenin yılana sarıldığı gibi, sarıldığımız şeyin yılan olup olmadığının farkına varamıyoruz. Böyle bir problemimiz söz konusudur. Biraz sakin bir şekilde oturup hakikaten Müslümanca düşünen fikir adamlarının bir araya gelmesiyle farklı gündem maddelerinin alt alta sıralanması, bunlar içerisinde hangisinin gerçek gündem hangisinin yan gündem olduğuna karar verilmesi, hangisinin bize ait olmayan sunulmuş ve empoze edilmiş gündem olduğunun tespit edilmesi gerekir. Amerika’nın gündemine göre mi, Avrupa Birliği’nin gündemine göre mi hareket ediyoruz? Bunların masaya yatırılması gerekir.
Küresel güçler gündem oluşturma noktasında hangi metotları uyguluyorlar?
Mesela yakın zamanda Türkiye’de bir “eksen kayması” tartışması oldu öyle değil mi? Avrupa’dan ve Amerika’dan böyle bir eleştiri geldi. Dediler ki biz Türkiye’yi şu eksende biliyoruz. Yani anlamı şu: Biz Türkiye’yi şu eksene oturtmuştuk, 20. yüzyılın başından bu yana böyle gidiyordu. Şimdi yeni bir kadro geldi ve bu kadro yeni değerlendirmeler yaptı. Ve Türkiye’yi bizim öngördüğümüz eksenin dışında başka arayışlar içerisine yöneltmeye çalışıyor. Bunun tam anlamı şudur: Türkiye kendi gündemini arıyor. Bizim belirlediğimiz gündemin dışına doğru birtakım açılımlar yapmaya başladı.
Mesela o eksen kayması propagandası bir tür yaptırımdır. Yani sizi kendi gündeminde tutmak için Türkiye üzerinde uyguladığı yaptırımdır. İstiyor ki siz hep onun gündemi içinde bulunun, onun çerçevelediği yapı içerisinde kalın. Siz oradan kayma ihtimali taşıdığınızda da sizi kınıyor. Kendi özgür düşüncenizle kendi gündeminizi belirleyemezmişsiniz gibi baskıcı ve aşağılayıcı bir tavırla size yaklaşıyor.
Medya, gündem oluşturmak noktasında hâlâ önemli bir güç. Peki, biz bu gücü tam olarak kullanabiliyor muyuz? Türkiye Müslümanları ve dünya Müslümanları olarak, bu açıdan neler yapmalıyız?
Medya, tabii ki önemli bir güç. Gündemin kitlelere intikali noktasında çok önemli bir güç. Belki gündemi küçük odaklar oluşturarak, düşünce merkezleri inşa ederek belirleyen, bunları inşa ettikten sonra bunların oluşturduğu gündemi kitlelere taşıyan, kamusallaştırıp toplumsallaştıran bir güç.
Dünya güçlerinin, küresel güçlerin de medya açısından düşünce tankları var. Oralarda oluşturulan gündemleri küresel medya imkânlarıyla dünyaya taşıyorlar. Bizim ülkemizde de birtakım odakların taşıdığı gündemler, görsel, yazılı ve sesli olarak taşınıyor.
Peki Müslümanlar, gündem ve medya ilişkisini hangi ölçüde yapabiliyorlar? Küresel çapta zayıfız. Küresel haber ajanslarımız, gazetelerimiz, uluslar arası boyutta gazete ve televizyonlarımız, haber ajanslarımız çok sınırlı, yok denecek kadar az.
Yerel çapta da İslam dünyasında küresel güç odaklarının uzantısı niteliğinde medya yapılanmaları oluşmuş durumda. Bir de İslam dünyasında Müslümanlar kendi yapılanmalarını oluşturmaya başladılar. Belki Türkiye’de son on yıl içerisinde çok izafi bir dengelenme meydana geldi. Burada bizim avantajımız, toplumun ruh dokusunun bizim sesimize daha uygun yapıda olmasıdır. İçerideki bizim temel inanç ve değerlerimizle farklılaşan medya yapıları, ne kadar gündem oluşturmak isterlerse istesinler, toplumda sınırlı karşılık buluyorlar. Toplumsal karşılıkları yok değil, sera ortamında statükonun kendisi için yetiştirdiği bir kesim var. Özel hormonlu bir toplum kesimi yetişti ve bu kesim medyayla paslaşarak ülkede bir genel gündem oluşturabiliyor. Ama son on yılda bu nispeten kırılmaya başlandı, dengelendi. Bunun toplumsal karşılığı da büyük. Şimdi zaman içerisinde bunun artacağını düşünüyorum ve Türkiye’deki bu yerli gündem dediğimiz hadisenin oluşması, bunun hele kamu iradesi tarzında ortaya çıkması, bana göre bütün İslam coğrafyasında da büyük etki yapacaktır.
Yani şu anda verilen mücadelenin asıl karakteri, kendi gündemimizi bulma ve onun etrafına asıl irademizi ortaya koyabilme mücadelesidir.
Mısır’da böylesi bir kafa karışıklığı devam ediyor. Mısır toplumunu neredeyse gündemini kaybeden ve etmeyen büyük toplum kitleleri halinde ayrışmış görüyoruz. Yüz yıldan beri böylesi bir kayıp dönemimiz var. Yani Osmanlı’nın devreden çıktığı zamandan beri İslam toplumları kayıp zamanlarını yaşıyor. 1950’den sonra belki ülkelerin bağımsızlaşma süreciyle birlikte kendi gündemimizi bulmaya çalışıyoruz.
Türkiye bu noktada bir hayli mesafe almış durumda. Bunun daha da gelişeceğini düşünüyorum. Küresel iletişim imkânları sadece küresel güç odaklarının işine yaramıyor, bana göre toplumlarımızda İslami duyarlılık arttıkça, medya imkânlarını çok daha fazla kendi gündemlerimiz istikametinde kullanma gücümüz olacaktır.
İletişim araçlarının çoğalması ve internetin sunduğu yeni imkânlara rağmen sormak istiyorum; Usta bir dergici olarak sizce dergilerin gündem oluşturma ve belirleme açısından önemi nedir?
Dergiler biraz daha derinlemesine çalışmalar yapıyorlar. Yani kitlesel medya dediğimiz medya yapısı var. İnternet, sosyal medya, ajanslar ve televizyon gibi yapılardan müteşekkil bir medya yapısı vardır. Dergilerin ise bunlardan farklı olarak daha derinlemesine bir ruh inşa etmek noktasında misyonları olduğunu düşünüyorum. Yani bir dergi yazısı ile gazete yazısı arasında muhteva farklılığı var. Belki gittikleri hedef aynıdır ama derinlik ve ufuk farkı var.
Örneğin Altınoluk gibi aylık bir dergi, daha kalıcı meseleleri gündeme alıyor ve burada yazılan yazılar kitap haline de getirilebiliyor. Haftalık yazılarımızda daha ziyade haftanın gündemiyle ilgili, güncelin ötesinde yazılarımız oluyor. Güncelin arka planlarına bakan, hem düşünsel anlamda hem de gelişme seyri anlamında inceleyen yazılar oluyor. Aylık dergilerde ise kişilik meseleleri, değerler gibi konuları daha derin bir bakış açısı ile incelemek zorundasınız. Aylık dergilerin o açıdan çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Günlük yazılar insana bir hassasiyet kazandırır, sinir uçlarını açar ama aylık dergi, insanın derinliğine nüfuz eden, kişiliğini inşa eden bir boyut taşıyor. O açıdan aylık dergilerin çalışmalarını da çok önemsediğimi ifade etmeliyim.
Altınoluk dergisinde 28. yılımız ve biz şöyle deriz: Yayın çerçevemiz İslam-insan ilişkisini, İslam-Müslüman ilişkisini, İslam-toplum ilişkisini izleyen, değerlendiren, ortaya çıkan açı farklarını insanımızın önüne koyan ve oradan bir kişilik inşasına yönelen bir muhtevayı sunmalıyız. Aslında İslami bir derginin yayın muhtevası böyledir. Farklı yazarlar dergilerin içlerini farklı doldururlar ama dergilerin genel muhtevalarının bu çerçeveye oturduğunu düşünüyorum.
Sizce Müslüman bir gencin gündemi ne olmalıdır? Siz gençliğinizde şahsi gündeminizi nasıl belirliyordunuz? Beslenme kaynaklarınız nelerdi? Neler okuyor ve kimleri takip ediyordunuz?
İslam dünyasının iyi yetişmiş gençlere ihtiyacı var. Ben İslam dünyasının ve İslam’ın yetişmiş insana ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Bizim bu yüzyıllık savrulma döneminde belki en çok kaybettiğimiz şey, kendi özgün insanımızdır, onun mütefekkir kalitesi ve tefekkür boyutudur.
Neticede İslam dünyasında özgül ağırlığı yeterli olmayan insan toplulukları oluştu. Bir buçuk milyarlık nüfusa sahip bir İslam dünyasından bahsediliyor ancak bunun özgül ağırlığı, arzuladığımız nitelikte değil. Sosyolojik olarak “kalabalık” olarak niteleniyor. Bu aslında Osmanlı’nın son döneminde de gündemde olan bir konudur. “Kaht-ı rical” deniliyor; “Adam kıtlığı” demek… Bunu hâlâ yaşadığımızı düşünüyorum. İslam dünyasının böylesi bir insan açığını kapatmak üzere her bir insanımızın “Ben nasıl böylesi bir açığı kapatabilecek donanıma ulaşabilirim?” diye düşünmesi gerekiyor. Hem kalbî birikim açısından hem de tefekkür birikimi açısından nasıl o seviyeye ulaşılabileceğinin düşünülmesi ve buradan yola çıkarak kendimize yatırım yapılması gerektiği kanaatindeyim.
Kalbimize ve dimağımıza yatırım yapmak, bundan on yıl sonra yeni bir İslam dünyası düşünüyorsak onu taşıyabilecek insan unsurundan bahsetmek zorundayız. Öylesi bir dünyayı mesela bize Amerika vermeyecek. Onların gündeminde ve Avrupa’nın gündeminde böyle bir dünya yok. Bunu ancak biz kendi gündemimize alarak gerçekleştirebiliriz.
Belki bizim içimizde şöyle bir gündem olmalı: Ben kendi dünyamı inşa etmeliyim ve bu dünyanın değerlerini Amerika’nın önüne taşımalıyım. Ne kadar sürede, mesela 50 yıl sonra.
Olayı Resûlullah Efendimiz sav açısından değerlendirirsek, Medine’den Bizans Kralına “İslam ol kurtul!” diye mektup gönderildiğini biliyoruz. Mısır Kralına, İran Kralına mektuplar gönderiliyor. O günün şartlarında Bizans süper güçtür, İran süper güçtür, Mısır süper güçtür, Medine ise bir şehir devletidir. Ama orada Resûlullah Efendimizin dünyasında, o dünyayı kapsayan bir ufuk var. O ufku taşıyor. Bugünün Müslümanının yüreğinde de böyle bir peygamberin ortaya koyduğu ufuk taşınabilir. Ve bugünün şartlarında bu daha kolay. Önemli olan o yüreğin bulunmasıdır.
O sahabi, belki o diyara ulaşmak için üç ay yol gitmiştir. Siz şimdi sosyal medyada bir tıklamayla Obama’ya “İslam ol kurtul!” diye seslenebilirsiniz. Ama önce bizim onu çağıracağımız Müslümanlık kıvamının burada bizim kişiliklerimizde ete kemiğe bürünmüş olması lazımdır.
HABERKÜLTÜR
Haber Ara