Selanik’teki Abdülhamit hatırası
Sultan II. Abdülhamit Han’ın sürgün hayatını geçirdiği Alatini Köşkü, Selanik’te yerli yerinde duruyor. Şehrin düştüğü 1912 yılına kadar burada ikamet eden sultan ve maiyeti, köşkte hazin bir sürgün hayatı geçirdi.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-11-08 06:15:49
Erkam Emre / Zaman
Uzun ve bir o kadar da yorucu yolculuğun nihayetinde hedefe ulaşmak üzereydiler. Bu kafilede, benzerlerine nisbetle farklı bir hava vardı. Sirkeci Garından bir akşam üzeri apar topar hazırlanan üç vagonluk trenin istikameti, efkâr-ı umumiyeden özellikle gizlenirken, önemli bir hadisenin cereyan ettiği gayet âşikârdı. Varılacak hedefte da olağandan farklı bir hareketlilik vardı. Etrafta dönüp duran kalabalık, bir cadı kazanı gibi kaynıyor, çeveresinde atlı müfrezelerin bulunduğu on beşe yakın hususi araba, Selanik Garına doğru toz duman kaldırıyordu. Belli ki, az bir müddet içinde yanaşan trende Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin önemli bir şahsı bulunuyordu.
Nihayet, buharı üstünde tüten bu özel tren, akşam üzeri güneş batmak üzereyken rayların üzerinde göründü. Civar belde Kılkış’tan çıkıp gelen jandarmalardan, trenin ilk vagonu önünde kalabalık bir emniyet şeridi teşekkül etti. Herkesin gözü kapıdan yavaş adımlarla inen zatın üzerinde. 32 sene, 7 ay, 27 gün bir imparatorluğa sultanlık etmiş II. Abdülhamit Han, vakur bir çehreyle kendisine tahsis edilmiş vagondan aşağı indi. 67 yaşındaki siyasi deha, kendisini karşılamaya gelen heyete selam verdikten sonra, beraberinde gelen maiyetinden haber istedi. Aralarında hanedanın sadece çocuk ve kadın mensuplarının bulunduğu 38 kişinin emniyetinden emin olduktan sonra Alatini Köşkü’ne doğru hareket etti. Kısa bir müddet sonra bindiği araba Selanik’in Yalılar mahallesinde bulunan, bahçe içerisinde gayet muazzam bir köşke yanaştı.
Mimar Vitalino Poselli tarafından Yahudi sanayici Moise Alatini için inşa edilmiş köşk, şimdi sabık sultanın ikametine verilmişti. Bahçede kendisini üçüncü ordu komutan vekili Hadi Bey, Selanik Belediye Reisi İsmail Hakkı ve merkez kaymakamı Tahsin Bey’ler karşıladı. Sultanla birlikte gelenler arasında dört kadın efendiden başka küçük şehzadeler Abdürrahim ve Abid efendilerle, Şaziye, Ayşe ve Refia sultanlar, kalfalar, birçok haremağası ve bazı sadık bendegan bulunuyordu. Henüz tahtından indirilmiş II. Abdülhamit sürgün yıllarını geçireceği köşkün merdivenlerini tırmanırken, Selanik camilerinin minarelerinden yatsı ezanı işitildi. Ulu Hakan, tırmandığı merdivenlerde bir müddet soluklanıp ezana “Aziz Allah, Celle Şânühû!” diyerek mukabelede bulundu.
Selanik sokaklarında bir garip köşk
Evvelki hafta Türkiye ve Yunanistan devletleri arasında yapılan karşılıklı nüfus değişiminin yani mübadelenin 90. yıl dönümü çeşitli tören ve ziyaretlerle anıldı. 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması uyarınca Selanik’ten göç eden Türk mübadillerin torunları, atalarının senelerce yaşadığı bu şehirde ziyaretler gerçekleştirirken, Osmanlı’nın son döneminde kilit bir rol oynayan şehrin de tarihi bakiyesini görme fırsatı buldular. Şehrin özellikle eski yerleşiminde, Osmanlı devrinin izlerini en güzel yansıtan eserlerin birçoğu günümüze kadar muhafaza edilmiş. Bunların içinde bir tanesi özellikle tarihi yaşanmışlığıyla dikkati celp ediyordu. Kırmızı tuğlaları ile hemen göze çarpan melez üslûp ile inşa edilmiş Alatini Köşkü, bugün Yunanistan’ın Makedonya Eyalet Valiliği tarafından kullanılıyor. Sultan II. Abdülhamit’in tahtından indirilerek herkesten tecrit edildiği bu köşkteki ikameti sırasında, Osmanlı Devleti’ni yıkıma götürecek hatalar serisinin ilk kısmı cereyan etti. Bu manada Alâtini Köşk’ü, Yıldız Sarayı’ndan apar topar gönderildikten sonra, Sultan ve ailesimim hazin hayatı hakkında önemli hatıralar taşıyor.
Abdülhamit Han’ın kızı Ayşe Osmanoğlu, ‘Babam Abdülhamit’ adlı kitabında, Selanik’teki sürgün yıllarını yürek burkan bir dille anlatır. Selanik’e gelişle beraber, şâşaalı saray hayatının artık gerilerde kaldığı uzun sürmeden hissettirilir onlara. Köşke girer girmez kapıların üstüne kapatılması, kepenkleri kapalı boş odalarda birer mahpus olarak kalacaklarının habercisidir. Çocuklar ve sultanın eşi olan kadın efendiler, mobilyasız odalarda yatacak döşek bulamamalarına çok içerlemiştir. İlk gün yakınlarda bir otelden getirilmiş kirli yorgan ve nevresimler içinde yatarak idare ederler. Saraydan getirilen çamaşırlar İttihatçılar tarafından ayıklanmış ve en eski olanları bavullara konulmuştur. En temiz görünenleri sultanın kullanması için tahsis edilir ve kalan kıymetli eşyalarının kendilerine ulaşması için dua etmekten başka bir çare kalmamıştır. Çocuklarının bu durumuna şahit olan devrik sultan ise bir baba olarak mahcubiyet duymakta ve her vesile ile ailesini teselli etmeye çalışmaktadır.
O günlerden kalan ilginç bir ayrıntı ise başta Abdülhamit Han olmak üzere, hünkarın ailesi ile yakından ilgilenen ve hizmetleri temine memur edilmiş genç zabit, sonradan Cumhuriyet devri önemli siyasilerinden Fethi Okyar’dır. Hünkârı karşılamak üzere derhal buraya gelen Fethi Bey, Ayşe Osmanoğlu’nun anlattığına göre, sultan ve ailesine gayet edeple ve saygı ile muamele eder. Saraydaki eşyaların buraya taşınması için büyük çaba gösterir. Öyle ki, Fethi Bey, saraydan eşyalarla geldiğinde İnekçi Mehmet Ağa ile iki ineği, bir de tatlıcıbaşı Raşid Ağa’yı da beraberinde getirir. Artık aile bir nebze rahata kavuşsa da tecrit devam etmektedir. Köşkün etrafında nöbet tutan askerler ne sultana ne de ailesinden bir ferde bahçeye çıkıp hava alması için müsaade vermez. Fethi Bey’in İstanbul’a avdetinden sonra bu işe Arnavut Rasim Ağa tayin edilir. Rasim Ağa, soluk yüzü ve sert mizacıyla sultana memleketteki ahvâlden haber almasını sağlayacak gazeteyi dahi temin etmez.
Abdülhamit’e tabancalı suikast
Yine Ayşe Osmanoğlu anlatıyor: “Saat tahminen on buçuktu. Babam yemekten evvel hava almak için balkona çıkmış dolaşıyordu. Ben de kendi odamda mandolin çalıyordum ki, üst balkondan bir patlama sesi işitildi. ‘Eyvah! Korktuğumuza uğradık!’ diye feryatla üst balkona koştuğumda gözüme ilk ilişen babam oldu. Balkonun kenarında durmuş az önceki hadiseyi annemle, Saliha Naciye Hanım’a anlatıyordu. Babam Sultan Abdülahmit, ‘(Kürt) Salim bize kurşun attı. Şu karşıdaki taflanların arasında saklanmış. Gözümle gördüm. Ben çık diye bağırınca her nedense ikinci kurşunu atmadan ayağa kalktı.’ diyerek bize izah etti.”
Hatıratında ayrılan bu kısımdan daha sonra anlayacağız ki, sultanın canına kast eden Salim, İsmet Paşa’nın vasıtasıyla Kuleli Askeri Mektebi’nde sultanın verdiği maişetle geçinmiş bir yüzbaşıdır. Niçin yaptın diye sorulduğunda “Cümlemizi kurtarmak için.” demesi, bazı mihrakların sürgünde olan bir padişahtan dahi ne derece ürktüklerini ortaya koyuyor. Sultan II. Abdülhamit Han, 1912 yılında Beylerbeyi Sarayı’na gönderileceği güne kadar ailesiyle bu köşkte yaşadı.
SON VİDEO HABER
Haber Ara