Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Unutulan medeniyet

Cami medeniyeti Emevi, Abbasi, Fatımi, Eyyübi ve Memlüklü dönemlerinde gelişmeye ve ihtişamlı örneklerini vermeye devam etti. Cami mimarisinin gelişim aşamasında Selçukluların emekleri de gözardı edilmemelidir.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-10-11 09:46:47

Unutulan medeniyet
Hulefa-i Raşidin dönemi sonrasında Emeviler Dönemi başlar. Mekke ve Medine’de bulunan sahabe ve tabiin ile görüş ayrılığına düşen Emeviler kendilerine Şam’ı başkent seçerler. Hz. Ömer döneminde Şam’ın fethedildiğinde şehrin merkezinde büyük bir kilise bulunmaktadır. İçinde Hz. Yahya’nın makamının da bulunduğu bu kilisenin yanına şehrin Müslümanları küçük bir mescit inşa ederler.



Şam Emeviye Camii

Emevilerin Şam’ı başkent yapması ile şehrin önemi ve nüfusu artar. Mescit Müslüman cemaat için yetmez olur. Şehrin yöneticileri, kiliseyi camiye çevirmek için Hıristiyanlardan isterler. Hıristiyan din adamları durumu düşünür ve belli şartlar karşılığında kilisenin yerini Müslümanlara verebileceklerini söylerler. Birkaç yerde Hıristiyanlar için kilise yeri verilecek ve bir cami de kilise yapılmak üzere Hıristiyanlara terk edilecek! Bu son madde bir hayli ağırdır. Müslümanların yönettiği bir ülkede, azınlık durumunda olan Hıristiyanlar bir camiyi kiliseye çevirmek için istemektedirler. Şehrin ileri gelenleri bu şartları kabul ederler. Ancak onların da bir şartı vardır. Verilen caminin minaresi yıkılmayacak, beş vakit ezan okunmaya devam edecektir. Bugün Şam’ın tarihi sur kapılarından biri olan Bab-el Şarki yakınlarında bu kilisenin duvarı dibindeki tarihi minareden hâlâ ezan okunmaya devam etmektedir.



Tolunoğlu Ahmet Camii

Emeviler döneminde Şam Emeviye Camii bugünkü görünümü aldı. Camide plan şeması olarak Medine’deki Mescid-i Nebevi örnek alındı. Kıbleye doğru enine genişleyen kapalı, üç nefli yapı, ardında enine dikdörtgen bir avlu ve avluyu çeviren revaklar ile bu revakların arkasında odalar... Tarih boyunca nice dinî ve ilmî çalışmaya merkez teşkil eden bu odalardan bir tanesi öyle bir eserin vücut yeridir ki insan duyunca şaşırır kalır. Büyük Selçuklu Devleti döneminde, meşhur Nizamiye Medreselerinin baş rektörü diyebileceğimiz İmam Gazali Hz., vazifesinden ayrılacak, bu camide bir odaya kapanacak ve 11 sene boyunca kaldığı bu mekanda İhya-yı Ulumiddin adlı eserini hazırlayacaktır. Demek ki camiler tarihte, büyük eserlerin vücuda getirildiği mekanlar olarak da hizmet etmişlerdir. Meşhur bir Arap atasözü vardır: “Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn” (Bir mekanı şerefli kılan, oradaki şereflilerdir). Elbette ki tarihte öyle camiler vardır, nice kıymetli zat oraya uğramış, bu mekanda ona ait bir emanet muhafaza edilmiştir.



Hz. Hüseyin Camii


Emeviye Camii de böyle bir yerdir. Caminin içinde bir tanesi Hud Peygamber’e, bir diğeri Hızır Aleyhisselâm’a ait iki adet makam vardır. Ayrıca Yahya Aleyhisselâm’ın mübarek başı yine bu camide muhafaza edilmektedir. Hz. Hüseyin’e ait mübarek baş, Kerbela vakası sonrası Şam’a getirilecek ve yıllar sonra Fatımiler Mısır’a götürene kadar burada kalacaktır. Hatta ahirzamanda Hz. İsa’nın bu caminin beyaz renginden dolayı Ak Minare denilen altı Emevi, üstü Osmanlı üslubunda olan minaresine ait şerefeye ineceğine inanılmaktadır.



El-Ezher

Müslümanların ilk kıblesi Kudüs


Şam’a Emeviye Camii’ni inşa etmiş olsalar da Emeviler burayı pek sevmemektedirler. Çünkü Şam’ın bir kutsallığı yoktur. Mekke ve Medine’de de tutunamadıklarına göre kendilerine kutsal bir yeri başkent yapmalıdırlar. Sonunda böyle bir yer bulurlar. Kudüs, Peygamber Efendimiz’in (sas) miraç basamağı, Müslümanların ilk kıblesi... Bu düşünce sonrasında Emeviler, Kudüs’e daha çok yatırım yapmaya başlarlar. 7. yy’ın sonu ve 8. yy’ın başında Abdülmelik b. Mervan ile Velid b. Abdülmelik, Beytü’l-Makdis üzerine iki muhteşem eser inşa ettirirler. Miracın gerçekleştiği Muallak Kayası üzerine Kubbetüssahr (Kaya Kubbesi) ile bugün halkın Mescid-i Aksa olarak adlandırdığı Cuma Camii. Sekizgen bir formda olan Kubbetüssahr, bu mukaddes alan üzerinde bir mescid vazifesi görürken, Mescid-i Aksa şehrin en büyük camii haline gelir. Normalde erken dönem camileri hep Medine formu dediğimiz enine dikdörtgen iken Mescid-i Aksa’nın arkaya uzayan planı 1099’da Haçlıların Kudüs’ü işgali ile alâkalıdır.



Kayıtbay Camii

Yapının ortasına arkaya doğru uzayan ikinci bir bina ekleyerek mescidin şeklini haç formuna benzetmişler, Selahaddin Eyyübi 1187’de Kudüs’ü kurtardığında bu iki binanın aralarını doldurarak yapının kıbleye doğru dikine uzayan bir bina haline gelmesini sağlamıştır.

Müezzinin atla çıktığı minare

Abbasilerde cami denildiğinde akla gelen en önemli örnek Samarra Ulucamii’dir. Türklerin topluluklar halinde Müslüman olduğu ve Abbasi yönetiminde vazife aldığı günlerde bu insanların istihdamı adına Samarra adında bir şehir kurulur. İçine de harikulade bir cami inşa edilir. Bir kampüs derecesindeki bu Camiü’l-Kebir’de tarih boyunca nice simalar yetişir. Mısır’da devlet kuracak olan Tolunoğlu Ahmet bunlardan sadece bir tanesidir. 19. yy’da Avrupalılar tarafından caminin değerli birçok süsleme unsuru sökülmüş olup bugün Avrupa müzelerinde sergilenmektedir. O ihtişamlı camiden bugün geriye kalan en önemli şey dışa helezonik merdivenleri olan devasa minaresidir. Bir dönem müezzinlerin ezan okumaya at ile çıktıkları bu minare ve başta Almanya Pergamon Müzesi olmak üzere birçok müzedeki duvar alçı süslemeleri, İslam sanatının o dönemde ulaştığı zirve noktayı bize göstermektedir.



Berkuk Camii

Abbasiler döneminde Mısır valisi olan Tolunoğlu Ahmet, Kahire’ye devasa boyutlarda bir cami inşa ettirecektir. Tarihte bilinen ilk Türk İslam camisi olan bu yapı ile artık kıbleye karşı dikine de uzayan cami plan şeması başlar. Ayrıca bu cami ile önemli bir detay da devreye girer; mihrap önü kubbesi. Bilindiği üzere çadır kültüründen gelen bu toplum mimaride kümbet ve kubbeyi sıklıkla kullanacaklardır. Kubbetüssahr gibi birkaç yapıyı saymazsak camilerde kubbenin yaygın olmadığı o günlerde artık kubbe yaygınlaşmaya başlayacaktır. Öncelikle imamların namaz kıldırdığı mihrapların üzerinde başlayacak ve bu mimari öğe Kahire’den Anadolu’ya kadar gelerek, Meyyafarikin (Silvan), Dunaysır (Kızıltepe), Harput, Malatya Ulucamii vb. birçok eserde kendisine yer bulacaktır. Tolunoğlu Ahmet Camii’nin de aynen Samarra’daki gibi son derece zarif dışa helezonik merdivenleri olan bir minaresi mevcuttur.



Kayıtbay Camii Kubbesi

Cami mimarisinin gelişim aşamasında Selçukluların emekleri gözardı edilmemelidir. Devasa boyutlardaki bu eserler bütünü ile küçük kubbelerle örtülü olup, genelde merkezdeki avlu etrafında bulunan dört eyvanlı bir plan şeması etrafında şekillenmektedirler. Ortada şadırvanı da bulunan bu yapılarda günün beş vakti namaz kılınmakta olup, namaz haricindeki vakitlerde bu dört eyvan, dört ana derslik olarak hizmet verir. İsfahan Ulucamii bugün bile görenleri kendisine hayran bırakan plan ve işleyişi ile cami tanımının son derece uç bir noktasıdır. Artık eyvan ile kubbe mükemmelen bir araya gelmiştir. Yapıların dışları sade olsa da içeride muazzam bir süsleme göz kamaştırmaktadır. Sultan Melikşah ve eşi tarafından yaptırılan bu eserin yanında yine Melikşah tarafından yaptırılan başka önemli camiler de vardır. Babası Alparslan’ın kapılarını açtığı Anadolu’yu şekillendirmek oğlu Melikşah’a kalmıştır.



Emir Taybars


Anadolu’nun kapısı hükmünde olan Diyarbakır’a, Şam’daki Emeviye’nin bir benzerini inşa etmek ister. Bugün 900 yıllık geçmişi ile hâlâ sapasağlam ayakta duran Diyarbakır Ulucamii, Büyük Selçuklu’nun Anadolu’ya en güzel hediyesidir. Avlusunun kıbleye bakan sağ duvarında 22 metre uzunluğunda, çiçekli kûfî inşa kitabesi toplumun zarafetini ve camiye verdikleri önemi çok güzel anlatır.

O yıllarda Mısır, Tunus’tan gelen Fatımilerin eline geçer. Şii akideyi yayma adına dört bir yana eser veren Fatımiler bu dönemde yeni kurdukları El-Kahira’da El-Ezher adından bir camili medrese açacaklardır. Günümüzün bu ünlü eğitim merkezi, Selahaddin Eyyübi’nin Fatımilere son vermesi ile Sünni akideye hizmet etmeye başlayacak, Memlüklüler ile mükemmel bir hal alacak ve son noktayı Osmanlılar koyacaktır. Geniş bir cami avlusu etrafında sıralanmış farklı medrese binalarından oluşan El-Ezher’de her bir medreseyi yaptıran zat, kendi okulunun içinde yatmaktadır. Kapıdan girişte sağda Emir Kankabay, solda Emir Akboğa, sol ileride Emir Taybars ve sağ ilerideki medresesinin içinde de Osmanlı’nın Kavalalı öncesi son Kahire Valisi Abdurrahman Kethüda yatmaktadır. El-Ezher’in ana giriş kapısı üzerindeki birbirinden harika iki minarenin biri Memlük Sultanı Kayıtbay’a, diğeri Kansu Gavri’ye aittir.

Masallara fon olan mekanlar

Çocukluğumuzda hepimizin dinlediği birtakım masallar vardır. Alaaddin’in Sihirli Lambası, Sinbad ya da Ali Baba ve Kırk Haramiler. Bu masallardaki şehir silüetini hatırlıyor musunuz? Süslü minareler, boğum boğum soğan kubbeler. Ben çocukluğumda bu silüetin Arap mimarisi olduğunu sanırdım. Sonra sanat tarihçisi olunca öğrendim ki bu mimari bizim ecdadımıza aitmiş. O silüet Bağdat ve Kahire’ymiş ve bunları yapanlar Selçuklular, Zengiler ve Memlüklülermiş. Eğer cami süsleme sanatında son noktayı görmek isterseniz Memlüklü camilerine bakın derim. 14. yy’da Kahire’de Memlüklülerin ilk Çerkes hükümdarı Berkuk’un yaptırdığı eseri incelediğinizde bana hak vereceksiniz.



Samarra Ulu Camii

Önde kıbleye doğru uzanan bir ibadet ve ana dershane sahını. Yanlarda yüzlerce öğrencinin yatılı kaldığı üç katlı odalar, arkada hocaların yatılı kaldığı bir hankah, ana ibadet sahınının iki yanında Berkuk ve eşine ait türbelerin kubbeleri. Bir dönem Mukaddime’nin yazarı İbn-i Haldun’un da vazife yaptığı bu eserle sınırlı değil tabii ki Memlüklü camileri. Devasa boyutlardaki Sultan Baybars Camii’nden, her yerinden zarafet akan Kayıtbay Külliyesi’ne, İstanbul’un fethinde Fatih’e şiir yazıp gönderen Eşref İnal’ın iki camili medresesinden, Kalavun, Muhammed Nasır ve Sultan Hasan’lara kadar Memlüklü’yü de yakından tanımaya ihtiyacımız var.

Her bir Memlüklü camisindeibadet sahnının sağ kenarında bir pencere olup, burası caminin banisi olan zatın türbesine açılmaktadır. Sanki burada yatarak, bu mekanda kılınan namaz, yapılan dua ve oluşturulan ilim halkalarındaki derslere iştirak etmeyi, ruhen istifadeyi arzulamaktadırlar.

Fatımiler, Hz.Hüseyin’inmübarek başını Şam’dan, başkentleri Kahire’ye getirip burayı bir meşhet haline getirmişler. Selahaddin Eyyubi, bu meşhedi camiye çevirecektir. Bugün Kahire’de Hz. Hüseyin Camii adı ile bu mekan insanları ağırlamaya devam etmektedir. Bu caminin son minaresini Sultan Abdülmecid Han yaptırmıştır.

Erken dönem Anadolu beylikleri camilerinden Divriği Ulucamii, süslemeleri ve eda ettiği fonksiyonları ile Mengüceklilere ait sıra dışı eserlerden biridir. Barok, kilim desenli ve şifahane kapısı bir şaheser olup, cami kıble duvarı önünde uzanan şifahanesi ile bu plandaki tek eserdir.

TALHA UĞURLUEL / ZAMAN

Haber Ara