Dolar

34,8783

Euro

36,7749

Altın

3.045,23

Bist

10.144,62

Zaman yazarından Erdoğan'a itiraz: Anlaşılan hala rehine vatandaşlar var!

Başbakan Erdoğan'ın Ruhban okulunun açılması ile Yunanistan'ın Türkiye ve Batı Trakya Türklerinin talepleri arasında bağlantı kuran açıklamasına, Zaman Gazetesi yazarı Herkül Millas'tan itiraz geldi.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-10-08 10:43:38

Zaman yazarından Erdoğan'a itiraz: Anlaşılan hala rehine vatandaşlar var!

Başbakan Erdoğan’ın Ruhban okulunun açılması ile Yunanistan’ın Türkiye ve Batı Trakya Türklerinin talepleri arasında bağlantı kuran açıklamasına, Lozan’a dayanarak bir itiraz geldi.


Herkül Millas'ın Zaman gazetesindeki “Lozan ve vatandaşlık” başlıklı (8 Ekim 2013) yazısının bir kısmı şöyle:

‘Vatandaş' kelimesinin anlamı böylesine belirsizleşirse, farkında olmadan, anayasa da, yasalar da, uluslararası antlaşmalar da belirsizleşir. Acı olan, mütekabiliyet anlayışına dayandırılan uygulamaların ne denli ötekileştirici, ayrımcı, bölücü olduğu görülmüyor olmasıdır.

(…)

Mübadeleye dâhil edilmeyen ve artık anayasa ve yasalara göre Türkiye'nin vatandaşları sayılan, daha doğrusu sayılması gereken azınlıklar bugün de, bunca demokrasi paketlerine rağmen, hâlâ bir tür denge, koz ve rehine işlevi görüyor. Amele taburları, işçi alayları, Varlık Vergisi, dil konusunda baskılar, kırıp dökme saldırıları ve “ihraçlar” yaşanmıyor ama vatandaş da olunamıyor. Lozan Antlaşması'nda azınlıkların statüsünü belirleyen ve kamu hizmetinde çalışmaktan kendi kurumlarını kurmaya, eğitimden din alanındaki özgürlükleri kapsayan bütün maddeler ihlal edildi (37'den 45'e bütün maddeler). Hele Bozcaada ve Gökçeada ile ilgili yerel yönetim sağlayan 14'üncü madde (anasır-ı mahalliyeden mürekkep bir teşkilât-ı mahsusa-i idariye), imzaların hemen sonrasında unutuldu. Buna karşılık bir mütekabiliyet ilkesi uyduruldu. Oysa antlaşma çok açıktır: Taraflardan biri yapması gerekeni yapmadığında öteki tarafın Milletler Cemiyeti'ne (bugün Birleşmiş Milletler'e) başvurması gerekmektedir. Eşitlik sağlayan hakların geri alınması söz konusu değildi.

Tabii bu şartlarda vatandaşlıktan söz edilemez. Çağdaş ulus devletlerinde vatandaş olmak eşitlik anlamındadır. Eşitliğin olmadığı yerde vatandaşlık yoktur, geçmiş dönemlerdeki statü vardır. Yani nüfus mübadelesine yol açan anlayış günümüze de aşılmamıştır. Bu konu demokrasi ile ilgili değildir; “vatandaşlık” kavramında var olan belirsizlikle ilgilidir. Geçenlerde Başbakan'ın söyledikleri ilginçti (Hürriyet, 4.10): “Ruhban okulu konusunu biz çözeriz. Bunu Yunanistan'ın bakanlarıyla çok konuştuk. Bu bizim için anlık bir şey. Dedim ki Atina'da iki tane camimiz var. Bize izin verin bu camilerimizi yapalım. Sen Sinod meclisinde üye 17 tane papaz vatandaşımız var. Batı Trakya'da 150 bin vatandaşımız var. Yunanistan yönetimi oradaki vatandaşımın dinî vecibelerini yerine getirmesi için seçilmiş bir imam atadılar. Bu ana kadar hep yaptık yapacağız diyerek ipe un serdiler.”

Yani hem Türkiye hem Yunanistan vatandaşları “vatandaşımız” sayılabiliyor. Batı Trakya'da 150 bin Türk vatandaşı algılanıyorsa, herhalde İstanbul 'da da iki-üç bin Yunan vatandaşı algılanıyor. “Vatandaş” kelimesinin anlamı böylesine belirsizleşirse, farkında olmadan, anayasa da, yasalar da, uluslararası antlaşmalar da belirsizleşir. Acı olan, mütekabiliyet anlayışına dayandırılan uygulamaların ne denli ötekileştirici, ayrımcı, bölücü olduğu görülmüyor olmasıdır. Çözüm ise tabii ki yeni yasalar ve yeni beyanlar değildir; bir şeyler “demekle” bir şeyin sağlanmadığını on yıllardır görüyoruz. “Yavaş yavaş” ve “halkımız henüz hazır değildir” mazereti de zararlıdır. Çünkü sorun, bir algı ve kültür sorunuyken, fatura soyut bir zaman mazeretine çıkartılıyor.

(…)

Ama anlaşılan hâlâ rehine ve pazarlık aracı “vatandaşlar” var. Yurtdışında yabancı birilerinin yaptıklarının bedelini “vatandaşlar” ödüyorsa, onlar da zamanla vatandaş olmadıklarını düşünmeye başlarlar. Dışlanmayacakları yeni yurtlar bulmak üzere çıkar giderler. Yani muhacirlik, göç ve mübadele ruhu sürer gider. Tabii amaç buysa yapılanlar da anlam kazanır. Ama öte yanda, hoşgörülü ecdat edebiyatı, birlikte yaşamanın özlemli söylemi, “geri dönün” davetleri de durmadan tekrarlanıyor. Sahi, ne isteniyor?


Yazının tamamını okumak için tıklayınız...

Haber Ara