Dolar

34,8780

Euro

36,7935

Altın

3.045,45

Bist

10.143,48

Oslo Anlaşmaları: Kırılmış umutlar

13 Eylül 1993'teki Oslo Antlaşmaları, bölgede temel önemde bir siyasi değişimi oluşturacak gibi görünüyordu.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-10-08 09:59:50

Oslo Anlaşmaları: Kırılmış umutlar
DIDIER BILLION*

Aradan 20 yıl geçtikten sonra, o dönemdeki umutlar kayboldu. Yine de antlaşmalar Batı Şeria'daki görece istikrarı sağlayan, İsrailliler ve Filistinlileri ekonomik düzenlemelerle güvenlik alanında işbirliği ile bağlayan bir çerçeve oluşturdular. Böylece bir paradoks oluştu: Bir yandan hâlâ İsrail-Filistin çatışmasını çözme olanağı oluşturabilir gözüken bir çerçevenin varlığını sürdürmesi, öte yandan da yıllardır süregelen bir siyasi blokaj durumu. Aslında çatışma artık İsrail'in varlığı değil, Filistin'in varlığı konusunda sürmektedir. Çözülmesi gereken sorunlar yaşayabilir bir Filistin devletinin oluşturulması ve halkının kaderidir. Birçok gözlemci için Oslo Antlaşmaları'nın başarısızlığa uğraması 1995 Kasım ayında İzak Rabin'in suikasta uğraması ve ardından 1996'da Likud cephesinin seçim zaferinin sonucudur. Ancak aslında bu süreci yıkan, Oslo Antlaşmaları'nın en temel sorunların ileri tarihlere ertelenmesini öngören görüşme yönteminin kendisidir: Kudüs'ün statüsü, sınırlar sorunu, koloniler, sığınmacılar ve su kaynaklarının paylaşımı.

Likud cephesinin ve İşçi Partisi'nin tutumları, bir dönem için farklı olduysa da, zaman için birbirlerine yaklaştılar ve farklılıkları minimum düzeye indi. Likud, siyasi ve ideolojik savaşı kazandı ve İsrail devleti adına layık bir görüşmeye hiçbir marj bırakmayan dayatmaları içeren bir barış sürecini savunmaya başladı. Bu koşullar içinde, muhtemel bir Filistin devleti sınırlarının gerçekte ancak Filistinliler üzerinde vesayetini koruyacak bir şekilde oluşması halinde İsrail devleti tarafından kabul edileceğinden kaygılanılabilir. Bu durum 2000 yılı 28 Eylül'de El Aksa intifadasının, 2006 Hamas seçim zaferinin ya da 2007 yılından beri Filistin (Yönetimi) topraklarının fiilen iki parçaya bölünmesinin gösterdiği gibi, karşıtlıklar oluşturmaktadır. Bu son iki unsur Filistin toplumunun daha da İslamcılaşması ya da uzlaşmayı ilkesel olarak reddettiği anlamına değil, hâlihazırdaki Filistin Yönetimi'nin gerçek anlamda bir Filistin devleti kurmayı başaramamasına muhalefet eden Hamas'ın taşıyıcısı olduğu yeni bir milliyetçilik biçiminin ifadesi oldu. Güvenlik ve nüfus yönetimi sorunlarının bir bölümünden kurtulmuş olan İsrailliler için, Filistin Yönetimi gitgide daha da etkisizleşen bürokratik karakteriyle İsrail için sorunlardan kurtulmaya yaramaktadır.

Bu nedenle ABD himayesinde birkaç hafta önce yeniden başlatılan görüşmeler, muhtemelen hiçbir sonuç vermeyecektir. Gerçek bir antlaşmanın unsurları biliniyor ama İsrail, buna muhalefet etmektedir. Filistinliler barışa yönelik tarihsel adımı attılar: Filistinliler, hakları olan topraklarının önemli bir bölümünden vazgeçtiler. İsrailliler 1948 savaşıyla elde ettikleri ve 1967'ye kadar yönettikleri toprakların yüzde 78'ini ellerinde tutabilecekler. Bu durum, İsrail için İsrail devletinin kurulmasından önce Yahudi devleti için çeşitli planlarda öngörülen topraklardan daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Diğer bir ifadeyle Filistinliler, tarihsel topraklarının yüzde 22'sinden vazgeçtiklerini 1988 yılında bu çözüme dayalı olarak kamuoyuna açıkladılar. Aynı zamanda 2002'de, Arap Ligi İsrail'e -eğer 1967 sınırlarına dönmeyi kabul ederlerse- tüm Arap ülkeleriyle barış yapabileceği sözünü vermişti. İsrail ise bu teklifi reddedip Filistin topraklarında yerleşim kurmayı sürdürdü: 1993'te Oslo Antlaşmaları'nın imzalandığı sırada 262.500 kişi olan yerleşimciler, bugün 520.000 kişilik bir nüfus oluşturmaktalar!

Bu parametreler ışığında 4 hipotez formüle edebiliriz: (1) Filistinlilerin çoğunluğu [Güney Afrika'daki] Bantustan'a dönüşmüş bir Filistin'de ikinci sınıf vatandaşlar olarak zar zor hayatta kalmayı kabul ediyorlar ama yeni kuşak kaçınılmaz olarak muhtemelen şiddetli taleplerde bulunacak. (2) Durumun gitgide kötüleşmesinin ardından Filistinlilerin önemli bir bölümü sürgün dayatmasıyla karşı karşıya kaldı. Böylece ilk sığınılacak ülke olan Ürdün, Likud teorisyenlerinin bazılarının uzun zaman önceki hedeflerine uygun olarak, bir ikame edici Filistin devletine dönüşecek. (3) Çıkmaz karşısında taraflar yerleşim sürecinin durdurulması temelinde, toprak paylaşımı ve Yahudi yerleşim bölgelerinin uğrayacağı zararı telafi etmek için toprak değiş tokuşu, kısaca uluslararası hukukun uygulanması perspektifiyle çözüm masasına oturacaklar. (4) Yaşayabilir bir Filistin devleti oluşturmanın gitgide artan zorlukları karşısında, Filistin Yönetimi kendini lağvedip federal temelde iki uluslu bir devletin oluşturulmasını vazedecek.

Oslo'dan 20 yıl sonra, sözde barış süreci maalesef bir tuzağa dönüştü. Filistin Yönetimi için bu bir varlık nedeni, istihdam kaynağı, dış kaynaklı finansal yardımla Batı Şeria'da görece düzenli bir ekonomik ilerleme anlamına gelmektedir. Oysa Gazze Şeridi'nde durum felaket boyutunda. İsrailliler ise sözde görüşme süreci içinde kalarak, en azından kısmen, uluslararası düzende dışlanmadan kurtulabileceklerini çok iyi bir biçimde anladılar. ABD, Filistin topraklarında yeni Yahudi yerleşimlerini eleştirmekten olabildiğince imtina ederek uluslararası arabulucu imajını parlatma gayretinde. Avrupalılar ise bir kez daha süreçte hiçbir varlık göstermiyorlar.

*Paris Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü Müdürü

Zaman

Haber Ara