Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Osmanlı'da hac rehberliği nasıl yapılırdı?

Günümüzde kutsal topraklara yapılan ziyaretler; tecrübeli rehberler sayesinde hem daha sağlıklı yapılıyor hem de yapması gereken ibadetleri tam olarak bilmeyenlere büyük kolaylıklar sağlıyor. Peki Osmanlı devrinde hacılarla ilgilenen, onlara yol gösteren günümüzün rehberleri hükmünde kılavuzlar var mıydı?

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-10-01 17:21:27

Osmanlı'da hac rehberliği nasıl yapılırdı?


Sözlükte tavaf ettiren anlamına gelen ve hadis kaynaklarında da bu manada kullanılan 'mutavvıf kelimesi daha sonra tavaf ettiren, hacı adaylarına yol gösteren, hacı kılavuzu manalarını kazanmış ve hacıların kalacak yerleri, yeme içme, sağlık vb. meseleleri ile ilgilenen, ayrıca hac, sa'y ve umrede nasıl hareket etmeleri gerektiğinin yanında haccın rükünlerini yerine getirmelerine yardımcı olan kişiler için bir görev unvanı haline gelmiştir. Mutavvıflar için 'delil' de denmiştir.

Hac maksadı ile Mekke'ye gelenlerin ödediği ücret, şehir halkı için mutavvıflığı cazip hale getirmiş, özellikle bazı aileler bunu bir geçim vasıtası olarak seçmiş ve böylece bir meslek grubu oluşmuştur.

MUTAVVIFLIK BİR MESLEKTİ

Mutavvıflığa çocuk yaşta çıraklıkla başlanırdı. Mutavvıf adayı belli bir tecrübe kazandıktan sonra ahilikteki çıraklıktan ustalığa geçişi hatırlatan bir merasimle bütün mutavvıfların huzurunda mesleğe girer ve yeni üye tarafından davetlilere verilen muallimiye adlı ziyafetin ardından merasim, Kur'ân tilavetiyle sona ererdi.

Mutavvıflar dışa, hatta birbirlerine kapalı taife denilen alt gruplara ayrılmışlardı ve toplum içinde ayrı bir sosyal birim olarak yaşarlardı. Her taifenin başında tayinle gelmiş bir şeyhü'l-mutavvifîn (mutavvıflar şeyhi, reisi) ve bütün teşkilâtın başında da bu şeyhlerin kendi aralarında seçtikleri bir şeyhü'l-meşâyihîn (şeyhler şeyhi) bulunurdu.

Osmanlı toprakları dâhil olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan Müslümanların hac görevini yerine getirmek üzere Hicaz'a ulaştıklarında, geldikleri bölgeye ait 'delil'lik hizmetini sürdürecek şahıslar belli idi. Bu görev ölüm veya diğer bir sebeple başka birine tahsis edilmediği müddetçe uzun yıllar hiç değişmeden sürdürülebilmekteydi.

Mesela; Rus tebaasından olan Müslüman Kazakların mutavvıfı (delili) olan Ömer Ebu'n-Nur Efendi bu görevi kırk yıl sürdürmüştür. Delillerin değiştirilmesi halinde ise, hacıların mağduriyetlerine binâen şikâyetlerine rastlanmaktadır.
Hacıların refakatine verilen deliller iki sınıftır. Bunlardan birincisi, hacıların Cidde'ye ulaştıkları günden Mekke-i Mükerreme'ye geldikleri zamana kadar hacılara rehberlik ve yardım eden şahıslardı ki bunlara vekil ismi verilmekteydi ve Cidde ahalis indendiler.

Mekke-i Mükerreme sakinlerinden bulunan ikinci sınıf deliller ise; mutavvıf, muallim ve şeyh namı ile bilinirlerdi. Bunlardan her biri Mekke Şerifı'nden ruhsat almadıkça bu vazifeyi yapamazlardı.

1899 tarihinden önceki senelerde ecnebi tebaasından bulunan Müslümanlar dahi mutavvıflık etmeye mezun bulunmakta idiler. Hac vazifesini yerine getirmek ve dinî bir vecibeyi ifa etmek maksadıyla dünyanın dört bir tarafından Hicaz bölgesine gelen yabancı uyruklu hacılar, kendi cins ve milletinden olan mutavvıfları istihdam etmekte idiyseler de 1899 senesi itibarı ile görevde bulunan Mekke Şerifi'nin son bir kaç seneden beri benimsemiş olduğu usul gereği mutavvıflık hizmeti özellikle Osmanlı Devleti tebaalarına kalmıştı.

Mekke Şerifi tarafından mutavvıflara verilen ruhsatnameler, iki çeşitti. Bunlardan birincisi Takrir ve ikinci ise Tahsis olarak isimlendirilmekteydi.

Takrir denilen ruhsatnameyi taşıyan deliller, sade mutavvıflık vazifesini ifaya salahiyetli olurken tahsis nevinden olan ruhsatname sahiplerinin bir memleketten gelen hacıların tamamına veyahut bir kısmına rehberlik etmeye hakları vardı. Dolayısıyla o memleketin hacıları bunların delaletlerini kabul etmeye mecbur oldukları gibi diğer mutavvıflarm da tabii olarak o memleket hacılarına delillik yapmaya yeterli olmaları gerekirdi.

HACILARI SOYUYORLARDI

Ecnebi tebaalarından da mutavvıflarm bulunduğu zamanlarda genellikle mutavvıflarm ellerine verilen ruhsatnameler için Mekke Şerifi tarafından çok az bir vergi alınırken mutavvıflık vazifesinin sadece Osmanlı Devleti tebaalarına mahsus olduğu günden itibaren ruhsatnameler müzayedeye konur ve bu suretle bir tahsis ruhsatiyesi bazen beş yüz altından fazlaya bile satılabilirdi.
Bu ruhsatnamelerin yenilenmesi zarureti belirli bir usul çerçevesinde ve özel bir nizamnameye tabi olduğu halde Mekke Şerifi, bunları her sene yenilettirerek istediği gibi her bir ruhsatiye için beş altından yüz elli altına kadar örfen bir aidat almakta olduğundan, bu ruhsatnameleri taşıyan bazı şahıslar da vermiş oldukları parayı ele geçirmek için türlü türlü hilelerle hacılardan para çekip adeta onları soymaktaydılar.

1893 senesinde Hasan Hilmi Paşa'nm Hicaz Vilâyeti valiliği esnasında İngiltere konsolosu Hintli ve Malezyalı hacılardan bu suretle tahsil edilen paradan dolayı şikâyette bulunmuştu. Her bir hacının istediği mutavvıfı seçmekte serbest olduğu ve tahsis ruhsatnamelerinin bu yolla mutavvıflara satılması emri, hacıların tercih hürriyetlerine zarar verdiğinden bu gibi ruhsatnamelerin satılması ve verilmesi kanun ve nizama aykırıydı. Bu konuda ileri sürülen bu şikâyet ve çözüm teklifleri padişahın iradesi ile Hicaz kıtasında ilan edilmişti; fakat bu ilan bir sene sonra hükmünü kaybetmiş olduğundan, Mekke Şerifi de her sene bu tahsilât-ı örfiyeye devam etmiştir.

KURALLARA UYMAYAN CEZALANDIRILIRDI

Bütün bu olumsuz ve usule aykırı hallerden dolayı birinci olarak, eskiden olduğu gibi ecnebi mutavvıflarm dahi kullanılmasına müsaade edilmesi; ikinci olarak, mezkûr tahsis ruhsatnamelerinin bundan sonra verilmemesi; üçüncü olarak hacıların istedikleri mutavvıfı istihdam etmekte tamamen serbest bırakılmaları hususunda gereken emirlerin ilgililere bildirilmesi ihtar olunmuştur.

Mutavvıflar arasında deve ücretleri ile kararlaştırılmış olan mutavvıflık aidatlarının fazla alınması gibi görevini kötüye kullanan ve hacılara kaba davrananlar çıkması durumunda bu gibiler şeyhleri tarafından cezalandırılır ve kendilerine meslekten el çektirilirdi. „

Mesela, mutavvıflar yaptıkları hizmet karşılığında yaklaşık on riyal almakta iken, pazarlık haricinde ekseriya fazla para talep etmekte oldukları, hatta Kabe-i Muazzama'ya girmek için her hacının iki riyal ödemeye mecbur tutulduğu gibi şikayetlere rastlanmıştır. Bunların sıhhatli olup olmadığı hususunda gerekli tahkikat yapılarak doğruluğu tespit edilmesi halinde bu gibi uygunsuz durumun tekrarlanmaması için gerekli tedbirler alınırdı.

Mutavvıflar hizmetlerinin karşılığında iyi bir ücret alır ve bir hac mevsiminde ailelerinin yıllık nafakasını sağlayabilirlerdi. Ancak kazandıkları paranın bir kısmını şeyhlerine vermek zorundaydılar. Yakın zamanlara kadar Cidde'ye gelen hacılardan toprakbastı parası yanında bir de delil parası alınırdı.

Günümüzde hacı kafilelerine daha çok kendi ülkelerinden gönderilen din görevlileri yardımcı olmaktadır. Son zamanlarda mutavvıflara hacılar tarafından ödenmesi gereken ücret, hükümet veya ilgili hac organizasyonu firmaları tarafından ödenmektedir.

(yedikıta dergisi)

SON VİDEO HABER

İstanbul2da 4 katlı otelde yangın

Haber Ara