'Kapalıçarşı ecdat yadigarı'
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Sayım Çınar'a konuştu
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-09-14 14:32:34
"Kapalıçarşı ile ilgili bir projemiz var. Burası 1461 yılından beri dünyanın en büyük ve hala en canlı kapalı çarşısı. Burası ecdat yadigarı olduğu için sorumluluğunu taşıdığımız tarihi bir yönü var."
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Sayım Çınar'a konuştu.
İşte o röportaj:
ALIŞILMIŞIN DIŞINDA BİR BAŞKAN MODELİ: MUSTAFA DEMİR
Röportaj: Sayım Çınar
Başkanım siz 2004 Yerel Seçimleri’nde Fatih Belediye Başkanı seçildiniz. 2009 Yerel Seçimleri’nde ise Fatih ile Eminönü birleşince Tarihi Yarımada Fatih’in Belediye Başkanı oldunuz. Göreve geldiğiniz andan bugüne Fatih’te birçok yeri koruma altına alarak yenilediniz ve yenilemeye de devam ediyorsunuz. Bu anlamda Fatih’te olumlu değişimler görüyoruz. Türkiye böyle şeylere pek alışkın değil. Siz bu olumlu değişimleri sürdüren bir başkan olarak Fatih’te neler olduğunu söyleyebilir misiniz?
Ben 2004 yılı için yapılan seçim döneminde “Sürekli yaşanılabilir bir Fatih” ideali ile yola çıkalım demiştim. Tabii o zaman yeni bir belediye başkanı adayı olduğum için çok anlaşılmamıştım. Sonrasında bu sloganımız oldu. Bu ideal de şöyle gelişti; üniversite yıllarımda Çapa’da birlikte okuduğum ve aynı yerde ikamet ettiğim arkadaşlarımla görüşüp konuştuğumda hepsinin İstanbul’un nispeten daha iyi olduğunu düşündükleri yerlerde oturmaya başladıklarını öğrendim. Kendi çocukluğu ya da ailesinin çocukluğu Fatih’te geçmiş, buradaki okullarda okumuşlar. Fakat sonra daha rahat yaşayabileceklerini düşündükleri başka yerlere geçmişler. İşte o zaman anladım ki bu yer değişimleri bir şehir için kan kaybıdır. İnsanlar bir yerde oturuyorlarsa ve ömürlerinin sonuna kadar orada yaşamayı tercih etmeyip başka bir yere gidiyorlarsa o şehir kan kaybediyor demektir. Çünkü şehir, belli bir kültürel seviyeyi yakalamış ve bunu ilişkilerine yansıtmış insanı ile birlikte kıymetlidir. Yoksa başlı başına toprak parçasından başka bir şey değil. Onun için biz insanıyla Fatih’i daha yaşanabilir bir semte dönüştürerek yaşam sürdürme noktasında cazip hale getirmek üzere çalışıyoruz.
“Cazibe yaratma sürecinde ayrım gözetmeksizin bizden önce yaşamış tüm medeniyetlere ait tarihi eserleri ve onların kültürel boyutunu korumak ve hatta yeniden yaşatmak durumunu elden bırakmıyoruz.”
Fatih’te gördüğümüz dönüşüm, diğer kentsel dönüşüm projelerinden de farklı gibi…
Tarihi Yarımada olarak nitelendirdiğimiz bu bölgede her tarafı yıkıp yeniden yapmak mümkün değil. Bu yüzden dönüşümü kendi küllerinden yeniden yaratarak sürdürmek zorundayız. Böyle olunca buraların kendi dinamiği, içindeki cevherleri nedir diye dönüp bakıyoruz. Bu yüzden cazibe yaratma sürecinde ayrım gözetmeksizin bizden önce yaşamış tüm medeniyetlere ait tarihi eserleri ve onların kültürel boyutunu korumak ve hatta yeniden yaşatmak durumunu elden bırakmıyoruz.
Şu sıralar devam eden çalışmalarınız neler?
Beşikçizade Tekkesi, Emir Buhari Tekkesi, Sümbül Efendi Tekkesi, Sultanahmet Medresesi, Rüstempaşa Medresesi, Hadım Hasan Paşa Medresesi, Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi gibi tarihi eserlerimizin restorasyonunu tamamladık. Sinan Paşa Medresesi, Ekmekçizade Ahmet Paşa Medresesi, Murat Molla Kütüphanesi, Alman Çeşmesi gibi tarihi eserlerimizde de çalışmalarımız devam ediyor. Fatih Camii, Süleymaniye Camii gibi büyük camilerimizin de restorasyonu yapıldı, çevre düzenlemeleri devam ediyor. Ayrıca Fatih Camii’nin içinde bulunan Akdeniz Medresesi’nin restorasyonu da tamamlanmak üzere. Aynı camii içinde yer alan Karadeniz Medresesi’nin de restorasyon projeleri kurul tarafından onaylandı. Bu liste uzayıp gidiyor aslında ben sadece birkaç örnek verdim.
Fatih semtinin her noktasından adeta tarih fışkırıyor. Ama insanlar ne yazık ki yanı başındaki bu tarihin farkında değiller. Siz bu bilinci artırma anlamında da çalışmalar yapıyorsunuz. Bu çalışmalar ne kadar verimli oluyor?
Bizim yerel yönetim vizyonumuzun pek çok parçalarından bir tanesi, hatta en önemlisi de budur; tarihi ve kültürel bilincin geliştirilmesi. Fatih’te, daha doğrusu şehirde yaşayanlarda şehircilik bilincinin oluşturulması için bulunduğu yerle ilgili temasının sağlanması, bu yerlerin geçmişiyle ilgili bilgilendirilmesi ve o yerle hemhal olması gerekiyor. Fatih için konuşursak; mesela Sarıgüzel Caddesi’nde oturuyorsa “Sarıgüzel ” kimdir ya da yaşadıkları yerlere isimleri verilmiş olan “Balipaşa”, “Akşemsettin”, “Molla Gürani” kimdir? Neden bu yerlere isimleri verilmiş? Bu konuda semt sakinlerini bilgilendirmek gerekir. Bunun için sosyokültürel etkinlikler yapmak, bazı yerlere bu önemli şahsiyetlerin isimlerini vermek, onlarla ilgili konferanslar, seminerler düzenlemek bir şekilde bu bilinci artırmanın bazı yollarıdır. Biz bu çalışmalara önem veriyoruz. Çünkü bilfiil hem insanlar bilinçleniyor hem de şehircilik ruhu oluşuyor. Yani yaşadıkları toprakla bağları daha güçleniyor. Bu bizim için son derece önemli.
Yurtdışına baktığımızda örneğin Paris şehri, turizmi artık doruğunda yaşayan ve bu anlamda en çok getirisi olan şehirlerden bir tanesidir. İstanbul özellikle Tarihi Yarımada’daki kültürel zenginlikleriyle söz konusu emsal şehirlerden birisi olabilir. Siz Fatih Belediyesi olarak turizmin gelişmesi için özel bir şeyler yapıyor musunuz?
Vizyonumuzun parçalarından biri de bu; güçlü bir finans sisteminin oluşturulması ve turizme katkıda bulunmak. Fatih’te on bin tane tarihi eser var. Fatih’i İstanbul’un herhangi bir semtinden ya da Türkiye’nin herhangi bir şehrinden ayıran özelliği farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış olmasıdır. Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu ile 8500 yıllık tarihinde 1500 yıl dünya imparatorluğuna başkentlik yapmış bir yer burası. Şimdi böyle bir yerde belediye başkanıysanız tabii ki potansiyeli olan turizm gelirini artırmak ve bu yönde katkı sağlamak önceliğiniz olmalı. Biz bu bölgedeki eserlerin restorasyonunu gerçekleştirirken sürekli bu yönünü de göz önünde bulunduruyoruz. Çünkü İstanbul Kapalıçarşı’sıyla, Mısır Çarşısı’yla, Yerebatan Sarnıcı, Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet’iyle İstanbul’dur. Dışarıdan biri gelip bunları görmeden giderse İstanbul’u gördüm diyebilir mi? Bu yüzden biz Fatih’i hiçbir zaman sadece kendi sınırlarıyla düşünmüyoruz. İstanbul’un tümüne hizmet eder gibi çalışıyoruz.
2012 yılında Türkiye’yi ziyaret eden turist sayısı 36 milyon, bıraktığı gelir ise 29 milyar dolar seviyesindeydi. Bizim şimdi 2023 hedefimiz turist sayısını 63 milyona, bırakacağı geliri de 86 milyar Dolar seviyesine çıkarmak. Bu hedefi gerçekleştirebilmek için de biraz önce söylediğim gibi cazibeyi sürekli artıracak şekilde çalışmak gerekiyor. Bunun için dünyada belki ilk ve çok etkili olduğunu düşündüğümüz gönüllü turizm elçileriyle çalışıyoruz. Sürekli hareket eden turizm zabıtaları ile bu çalışmaları destekliyoruz. Dünyadan şehrimize gelen insanların memnun olabilmeleri için güvenlik de dahil her türlü detayı düşünüyoruz. Esnafımızın kendi işlerini yaparken aynı zamanda bizi temsil ettiklerini unutmamaları için sürekli temas sağlıyoruz.
“Anadolu’da ne varsa Fatih’te de o var.”
Fatih aynı zamanda Rumları ve Ermenileriyle azınlık psikolojisinin hakim olduğu Samatya’sı ya da Kocamustafapaşa’sıyla da oldukça özel bir yer. Bütün mozaikler burada içiçe geçmiş. Fakat yine de İstanbul’da yaşayıp bu bölgeleri bilmeyen, tanımayan pek çok kişi var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İstanbul özellikle son 50 yılda çok büyüdü. Ama eminim İstanbul’da doğmuş 50 ya da 60 yaşlarında birine İstanbul’un semtlerini sorsanız size Mahmutpaşa, Tahtakale, Eminönü, Samatya, Yedikule, Balat, Çarşamba, Fındıkzade, Cankurtaran, Çapa ya da Cerrahpaşa’dan söz edecektir. Buralar evet Fatih’e bağlı yerler ama aslında İstanbul’a mal olmuş semtler. 1980’lerde çekilmiş Türk filmlerini izlediğimizde filmlerin geçtiği yerler neredeyse bu bölgelerde. Bir de bu semtlerin temeline bakarsak, Ermeni Patrikhanesi Yenikapı’da, Rum Patrikhanesi Balat’ta, İstanbul Müftülüğü, Valilik, Büyükşehir Belediyesi gibi kurumlar burada. Bu yüzden İstanbul’un kalbi Fatih’te atıyor demek yanlış olmaz. Ve bunlar Fatih’e inanılmaz bir renklilik katıyor. Dışarıdan bakınca nasıl görünüyor bilmiyorum ama ben 10 yıldır burada hizmet eden biri olarak Fatih’in rengini Anadolu’nun renklerinden farklı görmüyorum. Anadolu’da ne varsa Fatih’te de o var.
Fatih kültürel anlamda bu kadar zenginken burayı sadece Çarşamba’dan ibaret sanan kişilere ne demeli?
Haklısınız. Fatih denilince akla ilk Çarşamba’nın gelmesi söz konusu. Ama bu önyargının oluşmasındaki ölçü nedir bilmiyorum. Mesela genel seçimleri ölçü alırsak, Fatih’in oy dağılımı bütün partilerin aldığı oyların dağılımına eşittir. Yani Ak Parti genel seçimde oyların %51’ini aldıysa bu oran Fatih’te de aşağı yukarı aynıdır. CHP ülke genelinde ne kadar oy aldıysa Fatih’teki yansıması da birbirine o kadar yakındır. Biraz da böyle bakmak lazım. Burası hakikaten bir Türkiye mozaiği. Huzur içinde yaşamlarını sürdüren her türden, düşünceden, inançtan insanı rahatlıkla bulabilirsiniz.
Arapların da Fatih semtinde yaşadığını görüyoruz. Buraya geldikleri ve burada yaşadıkları için oldukça mutlu görünüyorlar. Bu durumu nasıl buluyorsunuz?
Bu duruma iki açıdan bakmak lazım: Birincisi olağanüstü şartlar. Suriye savaşı nedeniyle hakikaten çok sıkıntı içinde olan ve savaştan kaçarak bu süreci İstanbul’da geçirmek isteyenler var. İkincisi turizm için ziyaret amaçlı gelenler var. Tarih boyunca da Arapların bu bölgeye hep bir ilgisi olmuştur. Bunun nedeni de tüm selatin camileri burada. Osmanlı’ya ait tarihi eserlerin bulunduğu yerler burada. Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı gibi yoğun ilgi gören çarşılarımız burada. Kendilerini Fatih’te yabancı hissetmiyorlar.
Araplar ile kültürel olarak da yakınız. Mesela yemek kültürümüz birbirine çok benziyor.
Çok haklısınız. Kadınlar Pazarı olsun, Horhor Bölgesi olsun, kebapçıların fazlaca olduğu yerler. Hatay, Urfa, Diyarbakır, Siirt ve Gaziantep yörelerine özgü yerel yemekleri burada rahatlıkla bulabilirsiniz. Bu yüzden de kendilerini daha rahat hissediyorlar buralarda.
“Fatih’in her bölgesi birbirinden güzel.”
Peki siz Fatih’in en çok hangi bölgesini seviyorsunuz?
Fatih’in her bölgesi birbirinden güzel. Ama İstanbul dediğinizde bir Boğaz gerçeğinden söz etmemek olmaz. Ve Boğaz’ın en güzel görüldüğü yer de Sarayburnu’dur. Bu yüzden rahat bir nefes alabildiğim ve eşsiz bir manzarası olduğunu düşündüğüm için Sarayburnu’nda bir an geçirmek bir ömre bedeldir diyebilirim. Burası beni çok heyecanlandırır.
Şu sıralar tarihi romanlar hem çok yazılıyor hem de tutuyor. Ülke olarak tarihle yeni yeni ilgilenmeye başladık diyebiliriz. İnsanlara tarihi daha fazla sevdirtmek için neler yapılabilir?
Medeniyetlerin kendilerine ait en güzel eserlerini bıraktıkları yerler şehirlerdir. Dünyanın en güzel eserleri bu topraklar üzerinde yapıldı ve bırakıldı. Bu yüzden öncelikle bunun farkına varmaları gerektiğini düşünüyorum. Mesela ben şahsen çok merak ediyorum; Roma, Bizans ya da Osmanlı’nin kendi dönemlerinde bir Ayasofya hangi şartlar ve koşullarla yapıldı. Süleymaniye yapılırken Kanuni Sultan Süleyman’dan, Mimar Sinan’a ve taş işçilerine kadar o süreç nasıl yaşandı. Nasıl bir vizyonları, dünya görüşleri ve bakış açıları vardı. Bu kadar muhteşem eserler nasıl ortaya çıktı. Bunları öğrenmek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü o zaman yaşadığımız yerlerden haz almaya başlarız. Tarihle yeni tanışma sürecini ben biraz da insan ömrüne benzetiyorum. Yani bilinç anlamında bu toplumun, milletin gelişimini bir insan ömrü gibi de düşünebiliriz. Şöyle ki; üniversiteye yeni başladığımda dersler bittikten sonra çıkar Beyazıt’tan başlayıp Kapalıçarşı, Mahmutpaşa, Eminönü oradan da vapurla karşıya geçer oraları gezer ve sonra tekrar geri dönerdim. Genç adamız, koşturuyoruz. Ama oralardan sadece geçip giderdik. Okul bittikten, ayaklarımız yer tutup artık gelecek endişesi yavaş yavaş kaybolmaya başladıktan ve hele çocuk sahibi de olduktan sonra durup geriye bakma ihtiyacı hissediyor insan. Ben kimim, neredeyim? Benim geçmişimde neler var? Yaşadığım yerin önü, arkası nedir? Gelecek nasıl bir şeydir? Toyken bunları sorgulayamazsınız ve hatta göremezsiniz belki. Kültür denilen şey de biraz böyle; süreç içinde olgunlaşan, ekonomik boyutu başta olmak üzere bir sürü parametresi olan. İnsanlar bu yüzden daha yeni yeni bilinç sahibi oluyorlar. Türkiye’nin tarihe merakı ve ilgisi özellikle altını çiziyorum biraz da bu son on yıl içinde gelişti. Bu bilinçteki insanlar sadece karınlarını doyurmanın ötesinde gönüllerinin de doyurulması gerektiğini düşünerek artık her şeye daha geniş yaklaşıyorlar. Biz, bu süreci yaşayan avantajlı bir kuşağız. Her şeyden evvel ben kendim bu maneviyatı yaşıyorum. Ve bu yaşadıklarımın diğer insanların da farkına varması gerektiğini düşünüyorum. 21. Yüzyılda, Tarihi Yarımada gibi bir yerde hayat sadece karın doyurmaktan, para kazanmaktan ya da lüks bir hayata sahip olma gayretinden ibaret olmamalı. Bence gerçek anlamda avantajları varsa yaşadığın yerin değerini bilmelisin. O zaman ayağını bastığında yerin altında neler olduğunu hissedersin. Böylesi bir bilincin zaman içinde daha da yerleşeceğine ve olgunlaşacağına inanıyorum.
Bilincin olgunlaşması ve algıların açılmasından söz etmişken sosyal medyanın da Y kuşağı üzerinde etkisi yadsınamaz. Bu anlamda gerek kurumsal çalışmalarda gerek özel hayatımızda bu sosyal portallar hayatımızın bir parçası oldu. Sizin Twitter ya da Facebook ile aranız nasıl? Kullanıyor musunuz?
Sosyal medyayı yakından takip ediyorum. Şahsen yeterince aktif olarak bu mecraları kullandığımı düşünmüyorum. Artık ülke gündemi hakikaten oradan çıkıyor. Kitleleri etkileme açısından da sosyal medyanın normal medyadan çok daha ileride olduğunu söyleyebilirim. Duygularımı, düşüncelerimi ifade etmekte, yaptıklarımızı ya da yapacaklarımızı anlatmakta, hayallerimizi paylaşma konularında aktif olarak içinde bulunamasam da çalışma arkadaşlarımla birlikte olabildiğince dışında kalmamaya çalışıyoruz.
Fatih Belediyesi’nin aylık olarak çıkardığı bir de gazetesi var. Birebir siz mi ilgileniyorsunuz?
Belediye içindeki bir grup arkadaşımızın olağanüstü gayreti ve özeniyle bu gazeteyi kendimiz hazırlıyoruz. Hazırlık sürecinde sürekli başında olmasam da basımından önce mutlaka gözden geçiriyor tüm sayfaları tek tek inceliyorum.
“Bölgenin kültürel anlamda sanata bu gibi yansımalarını çok seviyorum ve mümkün olduğunca desteklemeye çalışıyorum.”
Fatih hem ruhani hem de romantik tarafıyla duyguda ve düşüncede insana oldukça derinlik katan bir semt. Yakın bir zamanda Tuna Kiremitçi’nin çıkardığı Gönül Meselesi romanı örneğinde de gördüğümüz gibi pek çok edebi esere de zemin olabilecek güzellikte bir yer. Siz nasıl buluyorsunuz?
Evet. Edebi eserlere zemin olma konusunda en güzel örneklerinden bir tanesi de Peyami Safa’nın Fatih Harbiye’sidir. Elbette o dönemlerde daha romantik, daha muhafazakar, daha içine kapanık, daha derin, daha duygusal ve dini hassasiyetler bakımından daha dindar bir geçmişi de var Fatih’in. İçeriden bakınca gerek ibadethaneleri, gerek okulları ile tüm inançların bir arada yaşayabildiği güzel bir atmosfer var bu sınırların içinde. Böyle olunca da dışarıdan bakan bir gözün de ilgisini çekiyor. Çünkü Türkiye’nin bütün değerlerine ulaşabileceği yegane yer. Bu değerler böylesi edebi ve kültürel eserlere yansıyarak yüzyıllar ötesine de taşınabiliyor. Yerli edebiyatçılarımız ve sinemacılarımızın ilgisine haiz olduğu gibi büyük Hollywood yapımcıları için de tercih edilen bir yer. Bu yüzden Ben Affleck Argo’yu çekmek istediğinde desteklerimizi hiç esirgemedik. Ve çalışmalarını kolaylaştırmaya gayret ettik. Yine çok tartışılan bir James Bond serisi Skyfall için Sam Mendes geldiğinde aynı hassasiyet ile desteklerimizi verdik. Bunun yanı sıra Olivier Megaton Taken 2 filmini, Hossein Amini The Two Faces of January filmini bu bölgede çekti. Şimdi gündemde Russell Crowe’un The Water Diviner filmi var. Belki Dan Brown’un Cehennem kitabından yapılacak sinema uyarlaması için de burası tercih edilebilir. Çünkü kitabın son yüz sayfası İstanbul’da geçiyor. Bölgenin kültürel anlamda sanata bu gibi yansımalarını çok seviyorum ve mümkün olduğunca desteklemeye çalışıyorum.
Belediyenizin birçok kültür merkezi var. Burada kültür-sanat kapsamında yazar söyleşileri gibi etkinlikler yapıyorsunuz. Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Kültür-sanat buluşmalarımız kapsamında gerçekleşen yazarların biyografik söyleşileri son derece başarılı geçiyor. Televizyon ve internet gibi iletişim araçlarının bu kadar yaygın olduğu, insanların oturduğu yerden istediği bilgiye rahatlıkla ulaşabildiği bir çağda böylesi etkinliklere kimler katılır ki diye düşünmedik desem yalan olur. Ama deneyimlerimizden yola çıkarak söyleyebilirim ki tüm bu teknolojilerin gücüne rağmen hala o birebir yapılan klasik sohbetler ve muhabbetler aranılıyor. İnsanlarımız, değer verdikleri, takip ettikleri yazar veya sanatçılarla aynı atmosferi yaşamak istiyorlar. Bu yüzden etkinliklerin çok başarılı geçtiğini düşünüyorum. Bir de lokasyon da çok önemli. Bu söyleşilerimizi yaptığımız yerler insanların evlerinden çıkıp yürüyerek kolaylıkla ulaşabildiği mesafedeler. Bu yüzden da katılımlardan çok memnun kalıyoruz.
İstanbul bir ülke olsaydı Avrupa Birliği’ne büyük bir ihtimalle şimdiye kadar girmişti diye düşünüyorum.
Vizyon açısından İstanbul Avrupa’ya bence çok fazla gelir. Birçok Avrupa ülkesine kıyasla tek başına İstanbul müthiş bir derinlik. Dünyayı Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e ortadan çizin. Dünyanın orta noktası Türkiye hatta İstanbul çıkacaktır. Sultanahmet’ten Gülhane’ye dönerken sol tarafta çukurda Roma döneminden kalma bir taş vardır. Adı Million Taşı. İşte orası dünyanın sıfır noktasıdır. Eskiden gezginler, seyyahlar, kaşifler, tacirler ve tüccarlar dünyanın her neresindelerse kendi konumlarını bu taşa olan uzaklıklarına göre belirlemişlerdir. Bunda bir tane de Roma’da var başka yerde yok. Bu gibi şeyleri araştırıp öğrenince İstanbul’un Allah’ın bize altın tepside lütfettiği bir yer olduğunu görmemek mümkün değil.
“Problemlerin üstesinden geleceğiz.”
Kapalıçarşı’da esnaflarla birlikte bir takım çalışmalar yürütüyorsunuz. Bundan biraz söz eder misiniz?
Kapalıçarşı ile ilgili bir projemiz var. Burası 1461 yılından beri dünyanın en büyük ve hala en canlı kapalı çarşısı. Burası ecdat yadigarı olduğu için sorumluluğunu taşıdığımız tarihi bir yönü var. Bir de bugün insanların geçimini sağladığı, geleneksel ticaretin yapıldığı ve dünyada en fazla ziyaret edilen ilk 10 yer arasında olmanın getirdiği bir sorumluluk da var. Ama bunlardan önce bu zamana kadar aşılamamış bazı problemleri de görmek gerekir. Bu anlamda teknik çalışmalarımız devam ediyor. Projelerin ihalesi yapıldı, projeler çizildi ve bitti. Büyük bir hızla sonrası için ilerliyoruz. Restorasyon ile ilgili rölöveler Anıtlar Kurulu’nda. Kurul belirli aralıklarda bunları değerlendiriyor. Yüzde 20’si onaylandı ama yakından takip ettiğim için rahatlıkla söyleyebiliyorum; Anıtlar Kurulu’ndaki süreç yavaş gidiyor, çok daha hızlı olabilirlerdi. Bir de Kapalıçarşı’nın yapısal sorunuyla birlikte yönetsel problemleri var. Aslında buranın bir yönetimi yok. 3150 dükkanı, iş yeri var. 25.000 insan çalışıyor. Yazın turizm mevsiminde 250-300 bine yakın insan ziyaret ediyor ama yönetimi yok. Bir Eyfel Kulesi’nin 11 kişilik yönetimi var. Bütün kararları onlar alıyorlar, her şeyi yapıyorlar. Ama böyle bir yerde yönetim yok. Bu problem Osmanlı’dan kalma tapu sisteminden kaynaklanıyordu. Bu sistem orayı bir AVM gibi yönetme hakkını sağlamıyordu. Yakın zamanda bir deprem yasası geçti. Bu yasanın on beşinci maddesi sırf Kapalıçarşı’nın bu problemini çözmek için hazırlanmış bir maddeydi. Çok şükür onaylandı. Şimdi biz o yasaya dayanarak Kapalıçarşı’nın yönetimiyle ilgili bir plan yapıyoruz. Yönetim planı hazırlıyoruz. Oradaki esnaf ve sivil toplum kuruluşlarıyla paylaştık. Onların görüşlerini de alıyoruz şüphesiz. Onların geri dönüşleri doğrultusunda son güncellemeleri yapıp yeniden sunacağız. Kabul edilirse hayata geçireceğiz ve yönetim planı çerçevesinde seçim işlemlerine başlayacağız. Tıpkı AVM’lerde olduğu gibi. Başta yönetim eksikliği olmak üzere pek çok problemleri de vardı. Bunları aşmak için yasanın geçmesi gerekiyordu. Bu çalışmalar neticesinde problemleri aşarak, Kapalıçarşı’yı tarihine yakışır bir hale getireceğiz.
SON VİDEO HABER
Haber Ara