BİR: Suriye politikası hiçbir komplekse kapılmaksızın değiştirilmeli. Yeni Suriye politikası, “akan kanın durması” hedefine yönelmeli.
“Artık Suriye’de tek bir kişi bile ölmemeli” hedefi, biricik amaç haline gelmeli. Türkiye barışın en hızlı taraftarı olmalı ve “ateşkesi sağlayacak güç” olarak devreye girmeli.
*
İKİ: Alevi vatandaşlarımızda son zamanlarda giderek artan kaygıların giderilmesi için dört başı mamur ve içtenlikli bir “ilk hedefler bildirgesi” yayınlanmalı ve yürürlüğe sokulmalı. Cemevleri ibadethane olarak kabul edilmeli, köprünün adı değiştirilmeli.
*
ÜÇ: Sokak gösterilerine “Marjinal grupları ezip de geçelim hey!” mantığıyla yaklaşmaktan vazgeçilmeli. Hem barışçıl gösterilere izin verilmeli, hem de gösterilerin nedenleri sosyolojik olarak incelenmeli.
*
DÖRT: Kürt sorununun çözümü, “Az ver/çok kazan” mantığından çıkarılmalı... Meseleye eşitlikçi, özgürlüğe dayalı ve hakkaniyet ölçüsüne uygun yeni bir anlayışın inşası olarak bakılmalı... Ve hepsinden önemlisi bu tutum artık içselleştirilmeli.
*
BEŞ: “Yaşam tarzımıza müdahale ediliyor” algısına ve kaygısına, “Bunların hepsi fasa fiso” mantığıyla yaklaşılmamalı... “Biz kimin yaşam tarzına müdahale ettik” diye bağırmak yerine, “Acaba bu algıya neler neden oluyor” denmeli ve algının yıkılması için mücadele edilmeli.
*
ALTI: Bağırmaktan dinlemeye geçilmeli. Retoriğe değil bilgece sözler etmeye özenilmeli. Nefret edenleri daha çok nefret ettirmeye, sevenleri daha çok sevdirmeye yönelik stratejiden derhal vazgeçilmeli. “Bir oy daha fazla almak” anlayışını bir tarafa bırakıp, “Barış içinde beraber yaşamaya bir adım daha atmak” anlayışına geçilmeli.
*
YEDİ: “Bunlar”, “onlar”, “şunlar” gibi sözcükler literatürden çıkarılmalı... Sadece “biz” denmeli. “Biz” dendiği anda “siz” denmemeli. Taraftarların saflarını sıklaştırmak yerine ülkenin saflarını sıklaştırmaya çalışılmalı. “Biz her şeyi biliriz”den, “Biz her şeyi öğrenmeye ve anlamaya hazırız”a geçilmeli. Kibrin yerini alçakgönüllülük almalı.
*
SEKİZ: Farklılıklar zenginlik olarak, eleştiriler yol gösterici meşaleler olarak, özgürlükler insanlığın olmazsa olmazları olarak görülmeli. İnsani haklar lütuf gibi sunulmamalı. Verilen hizmetler başa kakılmamalı.
*
DOKUZ: En çok itham edenin değil en çok anlayış gösterenin baş üstünde tutulduğu, en çok kışkırtanın değil en çok yatıştıranın yükseldiği, en savaşçının değil en barışçının tercih edildiği bir döneme geçilmeli.
*
ON: Türkiye’nin en önemli meselesinin, “Bir arada beraberce yaşama ülküsünün yitirilmesi” olduğu görülmeli... Atılan her nutuk, yapılan her iş, ortaya konan her yaklaşım bu ülkünün yeniden kazanılmasını sağlamayı amaçlamalı.
İsrail’in mutluluktan uçtuğu günler
İSRAİL son günlerde acayip mutlu...
Çünkü Suriye’de olup bitenlerin “tam da istediği” gibi olduğunu düşünüyor.
İsrail’e göre...
Suriye’de en iyi durum, mevcut statükonun devam etmesi.
İstiyor ki: Her şey böyle devam etsin, ne Esad kazansın, ne muhalifler. Beraberlik hali hiç bitmeden sürsün.
İstiyor ki: Ölene kadar, bitene kadar, tükenene kadar mücadele etsinler... Tıpkı bir iç kanama gibi... Kanamaya devam etsinler.
Bu nedenle ABD’nin “vurmaması”nı fazla önemsemiyor İsrail.
Ve olup biteni büyük bir keyifle izliyor.
*
Soruyorum:
Müslüman dünya için bundan daha ağır bir zillet hali olabilir mi?
Kıyma makinesi ya da devrimi ıskalamak
28 Şubat’ta “Twitter” olsaydı, ne olurdu?
Çevik Bir’le kafa bulmaz mıydık?
Beşli çeteyi hacamat etmez miydik?
“Laikçi teyze” tipini karikatürleştirmez miydik?
Atılan yalan manşetlere şimşek hızıyla cevaplar vermez miydik?
Başörtüsü direnişini örgütlemez miydik?
Cuntacıları deşifre etmez miydik?
Hepsini yapardık, hem de fazlasıyla yapardık vallaha...
*
Size bir şey söyleyeyim mi? 27 Mayıs’ta Twitter olsaydı... Menderes’i asamazlardı.
Astırmazdık.
*
O yüzden bana çok saçma geliyor bugünü 27 Mayıs ile kıyaslamak.
Başbakan Erdoğan arada sırada yapıyor bunu.
Diyor ki: “27 Mayıs’tan önce ‘Gençleri kıyma makinesinden geçiriyorlar” diye iftiralar atılmıştı. Aynısı bugün de yapılıyor”.
Oysa bugün bu türden bir yalanı 4 saat bile gündemde tutmanız imkânsız.
Bakınız: Ahmet Atakan’ın düşüşüne dair görüntülerin anında ortaya serilmesi...
Bakınız: Ali İsmail’in dövülerek öldürüldüğüne dair görüntülerin bir anda ortalığı kaplaması...
Bakınız: Ethem’in vuruluş anını gösteren görüntülerin anında dolaşıma girmesi.
Bakınız: Bir türlü görüntüsü ortaya çıkarılamayan “Camide içki içtiler” iddiası...
*
İnsan bazen hayret ediyor: Başbakan Erdoğan internet devrimini ıskaladı mı acaba?
Azalarak bitsin istenen şeyler
ATEİSTLER cennete gidecek mi diye tartışma başlatmak.
Ne zaman iki Rus gemisi Boğaz’dan geçse akla hemen “Ruslar sıcak denizlere iniyor” başlığının gelmesi.
İktidar çevresinin “Gezi”den başka konuşacak konu bulamaması durumu...
Suat Kılıç ve kına edebiyatı...
Türkiye’de yapılan her seçimin ölüm kalım savaşı haline dönüşmesi...
Yaz filmleri.
Pıtrak gibi çoğalan mantıcılar.
Taksim’in yeni halini sevmedim
MEYDAN genişledi ama ortaya çıkan bezgin ve sıkıcı bir betondan başka bir şey değil.
Araçların yer altına inmesi, meydandaki canlılığı öldürecek gibi...
Ne zaman araçsız, geniş ve betona dayalı meydan görsem aklıma Orta Asya Cumhuriyetleri’ndeki meydanlar gelir. Taksim de biraz öyle olmuş: Ruhsuz, yapay ve zorlama.
Taksim’in yeni haline şöyle bir tepeden bakın: Gezi Parkı da olmasa betondan bir anıt gibi.
Bir meydan, çevresindeki binaların cazibesiyle güzelleşir... Taksim’de meydan ortaya çıkınca çevresindeki binaların çirkinliği de ortaya çıkıvermiş.
Araç geçişleri için yapılan alt geçitlere bir-iki süsleme kondurulmakla hiçbir şey çözülmez. Taksim’e daha esaslı bir bakış gerekiyor.
Keşke belediye, bu projeyi bir oldubittiye getirmeseydi.
Erdoğan ‘gizli CHP’li’ mi?
BAŞBAKAN Erdoğan’a göre...
Suriye politikası... Suçlu CHP.
Reyhanlı... Suçlu CHP.
Mısır... Suçlu CHP.
Sokak gösterileri... Suçlu CHP.
ODTÜ... Suçlu CHP.
(Nasıl olduysa olimpiyatların suçlusu olamadı CHP.)
*
Neyse...
Demem o ki:
Başbakan Erdoğan’ın CHP’yi CHP’lilerden bile fazla ciddiye alması insanı ister istemez düşündürüyor:
Yoksa CHP’ye kıyak mı geçiliyor?