'Mezhepçilik 2003'te başladı'
'Bugün 'Sünni Mübarek'in gitmesini alkışlarken, Esed'le sırf 'Nusayri' olduğu için kaderini birleştiren İran'dan 'birlik' çabası bekleyemeyiz. Suudi Arabistan'dan ise zaten hiçbir şey beklemiyoruz.'
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-08-31 15:16:30
MEZHEPÇİLİK 2003'TE BAŞLADI
İdris Saruhan *
Kendimizi kandırmayalım... İslam dünyasında, Şii-Sünni gerilimi her zaman vardı. Mahmut Şeltut, 1940'lı yıllarda Dar-ul Takrib çalışmalarını hobi olsun diye yapmadı.
Fakat Şiilerle Sünnilerin birbirlerini gördükleri yerde boğazlamaya kalkmaları, 2003 yılında Irak'ın işgaliyle başlar.
El Kaide'nin etkisini/varlığını dışarıda tutarak söyleyelim. Irak işgali, İslam dünyasındaki kanlı iç çatışmaların ve Müslüman'ın Müslüman'dan nefretinin miladıdır maalesef...
Türkiye'de, 'mezhepçilik fitnesine dikkat' konulu çok konuşma dinledim. Kimi bana abartılı geldi, kimi gereksiz, kimi de alttan alta mezhepçilik kokan...
Yine de mezhep farklılığının kitlesel kıyımlara sebep olacağı aklımın ucundan geçmezdi. Ta ki 2005'te Irak, Kerkük ve Musul'a gidinceye kadar...
İşgal, Saddam gibi bir canavarı def etti ama ülkede Sünnileri, Şiileri, Arapları ve Kürtleri daha önce hiç olmadığı kadar parçaladı...
Irak'ta birçok Sünni'yle oturduk, konuştuk.
Statülerini kaybetmişlerdi.
İstisnalar elbette vardı, fakat 'Şii' lafı geçince neredeyse tamamının yüzü değişiyordu. Neredeyse tamamı, 'Şiilerle artık yaşayamayız' diyordu.
Eşlerini boşayacağını söyleyenler bile gördüm.
Şiiler, kimin patlattığı meçhul bir bombayla öldüklerinde seviniyorlardı. Şiilerin de aynı duygu içerisinde olduğundan emindim.
Sonradan ismi Ali, Osman, Ömer, Hüseyin olanlar öldürülüp yol kenarlarına atılınca karanlık bir yola girdiğimiz belli olmuştu.
Ülkeler nüfuzlarını genişletmek, diktatörler iktidarlarını sağlamlaştırmak için kirli bir oyuna girdiler, mezhepçiliği beslediler, nefreti yaydılar...
Sanırım sorunumuz, kitleleri harekete geçirecek bir 'birlik' çabasından yoksun olmamız.
Bir Hasan El Benna, bir Seyyid Kutup, bir Ali Şeriati, hatta artık 'mezhepçilik haramdır' diyen bir Fadlallah yok. Kimlerin olduğunu, kimlerin sırtının sıvazlandığını ise herkes biliyor.
Suriye'de hayat hakkı tanınmayan 'Sünni' İhvan, 1982 yılında, 'Şii' İran'dan ilham alıp 'devrim' deyince Hafız Esed'in gazabına uğramıştı. Bugün aynı İran'ı, İhvan'a karşı Beşşar Esed'in yanında görüyoruz. Birkaç yıl öncesine kadar tüm İslam dünyasının kahramanı Nasrallah'ı, Esed'le kol kola görüyoruz. Suudi Arabistan'ın tek varlık sebebinin Şii düşmanlığı olduğunu görüyoruz.
Kimileri son zamanlarda Türkiye'yi ve hükümeti de 'mezhepçi siyaset' yürütmekle suçluyor.
Hükümetin dış politikasına eleştiri yöneltmek normal. Fakat 'mezhepçi siyaset' izlemekle itham ve eleştirmek insafsızlık.
Türkiye mezhepçi siyaset yürütse, tüm Batılı ülkeleri karşısına alarak İran'ın nükleer enerji hakkını savunmaz, 2005 yılında muhtemel bir ABD saldırısına karşı Suriye'ye kefil olmazdı.
Eleştireceksek eğer, Türkiye'nin henüz babasının işlediği cinayetlerin hesabını kapatmamış, nedamet göstermemiş bir Esed'in demokratlaşabileceğine kanmasını eleştirelim.
2000'li yıllarda bile Suriye'de Seyyid Kutup kitabı bulundurmak içeri atılmak için kafiydi, Kürtlerin vatandaşlık hakkı dahi yoktu ve biz bu Beşşar Esed'in iyi niyetli olduğuna inandık. Sadece hükümet değil, gazetelerimiz, yazarlarımız, işadamlarımız ve sivil toplum kuruluşlarımızla hepimiz buna inandık.
Bugün 'Sünni Mübarek'in gitmesini alkışlarken, Esed'le sırf 'Nusayri' olduğu için kaderini birleştiren İran'dan 'birlik' çabası bekleyemeyiz. Suudi Arabistan'dan ise zaten hiçbir şey beklemiyoruz.
Türkiye, mezhep siyaseti izlemiyor doğru ama Dar-u Takrib için daha büyük bir çaba göstermeli. Bu tarihi bir sorumluluk...
* YENİ ŞAFAK
Haber Ara