Dolar

34,8705

Euro

36,7213

Altın

3.010,14

Bist

10.079,04

'Suriye’ye kör, Mısır’a duyarlı İslamcılığı'

'Acılarımızı yarıştırmamızın hiçbir anlamı ve ahlakiliği yok. Suriye’ye kör, Mısır’a duyarlı olmanın ise ne İslamiliği ne de ahlakiliğinden bahsedilemez.'

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-08-22 09:12:13

'Suriye’ye kör, Mısır’a duyarlı İslamcılığı'
HAŞİM AY *

Ortadoğu’da ağırlık olarak bölgenin en kadim muhalefet dinamiği olan İslami hareketlerin tutuşturduğu intifada ateşinin yol açtığı yeni uyanış dalgası ile bu uyanış dalgasının insani ölçekte mal olduğu bedelin verdiği derin hüznü eş zamanlı yaşıyoruz. İçimize daha çok inciten, derinden yaralayan ise yeni imtihan sürecimizde daha düne kadar omuz omuza beraber yürüdüğümüz nice kişi-kesimlerin gelişmeler karşısında çeşitli nedenlerle yaşadığı bocalama ve aynı zamanda ümmet coğrafyasındaki muasır döneme ait kazanımlarımız olarak sahiplendiğimiz İran ve Hizbullah gibi bir takım ülke ve hareketlerin edindiği tutum olmuştur.

'SURİYE’YE KÖR, MISIR’A DUYARLI' İSLAMCILIĞI


Yine Ortadoğu devrim sürecinin Suriye’de kendisine yol açmaya çalıştığı bir vasatta Mısır sathında yaşanan karşı devrim ve buna karşı İhvan hareketinin binlerce şehit pahasına giriştiği kararlı intifadanın son zamanlarda Suriye’deki katliamlara izah getiremeyen, durduğu yerde bocalayan çoğu kişi-kesimde bir heyecan dalgası yarattığı gözden kaçmamaktadır. Bu kişi-kesimler adeta 2,5 yıllık Suriye dramına karşı gömüldükleri suskunluğun vicdanlarında yo açtığı yaraları şimdi Mısır’daki son gelişmelere karşı duyarlı davranarak pansuman etme yoluna gitmektedirler.

Mısır’da İhvan’ın maruz kaldığı darbe ve buna karşı edindiği direnişçi tutumu sahiplenmek elbette ki onurlu bir davranıştır, İslami kaygı sahipleri için ise aynı zamanda akidevi bir sorumluluktur. Bu bağlamda İslami kaygılar taşıyan kişi-kesimlerin Mısır’daki durum karşısında duyarlı davranarak dayanışma etkinliklerini girmesi hayırlı bir gelişme olup teşvik edilmelidir. Ne var ki buradaki sorun şudur: Bu kişi-kesimlerin önemli bir kısmının Suriye konusunda ya İran-Hizbullah çizgisinin savunuculuğuna soyunup ellerinin onlar üzerinden kardeşlerimizin kanına bulaştığını ya da Suriye’deki direnişin kimliğine ilişkin çekimser kalarak İslamiliğinden yana şüpheci bir dil dillendirerek susma, görmezlikten gelme gibi bir tavır takındığını gördük. 2,5 yılda Suriye halkının ödediği devasa bedel ve direniş öbekleri tarafından öne çıkan pratik bu arkadaşların kafalarının netleşmesine bir türlü yetmedi!

Aslında bu kişi-kesimlerin önemli bir kısmının sadece Suriye konusunda değil, aynı şekilde Tunus, Libya ve Mısır’daki devrim süreçlerine yaklaşımda da pasifizmi getiren aynı kaygılı ruh halini taşıdığını, kendince “temkin”lilik adı altında bir tür siyasetsiz/amelsizlik girdabına duçar olduğuna şahit olduk. Onlara göre kabaca Ortadoğu’da oynanan yeni bir emperyalist oyundan ibaretti. Emperyalistler bölgedeki yerleşik işbirlikçileriyle bu işin artık süremeyeceğinin farkında olarak rejim değişikliği üzerinden bölgeyi yeniden dizayn edeceklerdi. BOP gibi bayatlaşmış bir söyleme de tutunan bu yaklaşım yeni süreçte İslami hareketlere de pastadan pay verileceğini ancak bunun koşulu olarak da kendilerine liberallerin vesayeti altına girme, “seküler demokrasi”yi içselleştirmenin dayatılacağını söylüyorlardı. Bu nedenle ilk etapta İhvan’ın Mısır’daki devrim sürecine katılmasını da bu yönlü bir oyuna gelme olarak nitelendirmiş ve gelişmeleri kendi limanlarına çekilerek dışarıdan tahfif edici bir şekilde izlemek ve değerlendirmekle yetinmişlerdi. Hatta bu kesimlerin önemli bir kısmı İhvan’ın zaten “ılımlı İslamcılık”a uzun zamandır kaydığını da ifade ediyorlardı. Gannuşi ve Nahda ise zaten demokrasi kavramını içselleştirmekle sapalı çok olmuştu (!).

Şimdi Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’deki gelişmelere karşı yaklaşımı kabaca üç aşağı beş yukarı bu kulvarda seyreden samimiyetine inandığımız ancak tutarlılık noktasında sorunlara sahip olduğunu düşündüğümüz bu çizgideki arkadaşların önemli bir kısmının Mısır’da İhvan’ın edindiği son tutum üzerinden alanlara taşarak “İslami Hareket Engellenemez!” demeye başladıklarını görüyoruz. Bu elbette hayırlı bir gelişmedir. Ancak hiç kimse düne kadar sürdürülen tavır ve tutumun yol açtığı yanlışları, hatta vebali görmezlikten geleceğimizi düşünmemeli. Bugün Mursi’yi ve İhvan’ı desteklemek üzere sokağa inenlerin önemli bir kısmının tevbe ve özeleştiri diye bir sorumluluğu olup özellikle de 2,5 yıldır gözlerinin önünde katledile gelen mazlum ve mağrur Suriye halkına ve İslami direnişine bir kardeş olarak özür borçları bulunmaktadır. Bugün yollarımız yine kesişmiş bulunmakta ve meydanlarda çoğu zaman beraber yürümekteyiz yine. Uzun incinme ve gerilimlerden sonra bu noktaya gelmiş olmamız çok şükür sevindirici bir gelişme. Ancak kalplerde oluşan kırgınlık, şüphe, güven bunalımı ve yaraların iyileşmesi için daha baya yol almaya ihtiyaç bulunmaktadır. Bu noktada bir iyi niyet adımı olarak muhataplarımızdan muhasebe ve özeleştiri beklememiz doğal hakkımızdır.

Mesela daha bu sabah katil Esed rejiminin kimyasal gazla katlettiği 600’ün üzerindeki çocuk, kadın ve gencecik insanımızın durumu en az Mısır’da bir günde verdiğimiz yüzlerce şehit kadar içimizi acıtmıyorsa, vicdanımızı harekete geçirmiyorsa ve de sokak merkezli eylemliliğimizde karşılık bulmuyorsa samimiyet sorunumuz var demektir. Hatta bu bir yerde namazla zekâtın arasını ayırmak gibi bir çarpıklık örneğidir. Acılarımızı yarıştırmamızın hiçbir anlamı ve ahlakiliği yok. Suriye’ye kör, Mısır’a duyarlı olmanın ise ne İslamiliği ne de ahlakiliğinden bahsedilemez.

ACILARIMIZI KIYASLAYARAK TUTARLILIK TESTİNE TABİ TUTANLAR

Yine coğrafyamızın bir kez daha kan gölüne döndüğü, şehit kanlarıyla sulandığı bir vasatta acılarımızı karşılaştırarak bizi sigaya çeken, kendince tutarlılık testine tabi tutan seslerin yoğunlaştığını görmekteyiz. Bu gürültü, özellikle de Suriye direnişi ve Suriye Kürdistanı düzleminde bıkmadan usanmadan üzerimize boca edilmektedir.

Daha önce de ümmet coğrafyasının herhangi bir bölümünde meydana gelen bir dram ve buna karşı Türkiye’de ortaya konan dayanışma etkinlikleri hemencecik “Kürdistan” veya “Kürt sorunu” kıyasıyla tahfif edilmeye, anlamsızlaştırılmaya çalışılıyordu elbette. Bu kıyasın gelen kişi-kesimlere göre haklılığı veya haksızlık oranı da, samimiyet düzeyi de tartışılır tabi. Ancak son süreçte özellikle de muhalif direnişçiler-PYD karşılaştırması üzerinden önümüze konulan ve önemli oranda yalan ve iftiraya dayalı olarak şekillenen bu tablo, gayet dayatmacı bir özellikle öne çıkmaktadır. Taraflardan biri rahatlıkla PYD’yi “Suriye Kürtleri”ne indirgeyebilmekte ve bunun savunması üzerinden karşı tarafı şeytanlaştırabilmektedir. Üstelik de bol miktarda yalan ve iftiraya dayanarak…

Suriye’de rejim ile muhalefet arasında süren mücadelenin Direniş-PYD savaşına dönüşmesini elbette ki aklı başındaki hiçbir kimse istemez, temenni dahi edemez. Bu, olsa olsa cani Esed’in, işbirlikçisi İran ve Rusya’nın ve kardeşlerimizin daha fazla ölerek emperyalist taleplere teslim olmaya mecbur hale gelmelerini isteyen bir takım emperyalistin arzulayabileceği bir şeydir. Ancak İntifadanın başlangıcından bu yana PYD’nin gerek bölgedeki siyasi rakiplerine gerekse de direniş güçlerine karşı edindiği tutum ortadayken birilerinin de kalkıp her gerilim ortamında PYD’yi Kürtlerin tümüne indirgeyerek pür u pak çıkarması ahlaki değildir, ahlaki olmadığı gibi gerçekçi de değildir. Direnişin tamamen el-Nusra’ya indirgenmesi, Nusra’nın çete olarak adlandırılması ve farklı coğrafyalardan Suriye’ye savaşmaya giden insanların günah keçisi ilan edilmesi ise kabul edilemez bir durumdur. Eğer hal buysa, yani Suriye’deki mücadeleye başka coğrafyalardan katılmak “çete” olmanın ölçüsü ise o zaman PKK saflarına da yıllardır Kürt veya Kürdistanlı olmayan birçok insan katılmış, katılmaktadır. Bu durumda “çete” kavramını üretenler kendilerine de sıkmış olmuyorlar mı?

Öte yandan son birkaç gündür Esed rejiminin namluyu Suriye Kürdistanının bazı illerine çevirmesi ve Erbil’in sınır kapılarını açması üzerine bölgeden Irak Kürdistanına doğru kitlesel bir göç dalgasının oluştuğu görülmektedir. Ne acıdır ki bir kısım Kürt milliyetçisi yorumcu yine bu insani dramı bile “Rojava’da Direnişçilerin Kürtleri Katli”ne yorabilmekte, Direnişçi-PYD çatışmasına fature ederek ulusal seferberlik çağrıları yapabilmektedir.

Bu yaklaşım sahiplerinin 2,5 yıldır milyonlarca Suriyelinin maruz kaldığı göçe dair neden bu tepkiyi vermediklerini sormak bile anlamsızdır. Çünkü milliyetçi şartlanmışlığın mantığı yok. Hatta büyük bir ihtimalle milyonlarca Suriyelinin 2,5 yıldır muhatap olduğu insani trajediyi de pervasızca Suriye muhalefetine mal edeceklerdir. Tıpkı Suriye’ye kör, Mısır’a duyarlı bir takım “İslamcı”nın da yaptığı gibi…

Hâlbuki bölgeden Irak Kürdistanına doğru başlayan son göç dalgasına yol açan muhtemel faktörler arasında mesela neden Esed’in namlularını buraya doğrultması, PYD idaresinin yol açtığı vesayet, gerek bu kötü idarenin gerekse de objektif koşulların beslediği yokluk ve güvenlik endişesi vs. olmasın?

Ama milliyetçi koşullanma bu soruların hiçbirinin akıldan geçirilmesine izin vermez. Tam tersine –zaten yapıldığı gibi- sahiplerini en derin insani trajediyi bile salt bir kirli propaganda nesnesine dönüştürür. Timsah gözyaşlarını akıtarak fırsatçılık siyasetine meze yapar. Yoksa kabaca “Neden direnişçi çetelere duyarlısınız da çetelerin katliamından kaçan Kürt halkının göçüne duyarsızsınız?” sorusunun hiçbir samimiyeti ve gerçekliği yok. Bu karşılaştırmayı yaparak muhataplarını tutarlılık testine tabi tutanların PYD’nin yer yer insani yardımlara el koyma veya da engelleme yönlü icraatlarından da ya haberi yok ya da işine gelmiyor.

*Haksöz Haber

Haber Ara