Dolar

34,8931

Euro

36,6241

Altın

3.010,73

Bist

10.058,63

Laik Türkiye'den 'Mahya' manzaraları

Ramazan aylarında şehir meydanına hakim ve en az iki minaresi olan büyük camilerin minareleri arasına asılan ışıklı yazı yani “Mahyâ”, Osmanlı insanının İslam medeniyetine bir hediyesidir. Zira İslam coğrafyası içerisinde sadece Türkiye’de bulunmaktadır.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-08-22 09:52:13

Laik Türkiye'den 'Mahya' manzaraları
AHMET ANAPALIRamazanın ruhuna uygun veciz sözlerin yazılı olduğu kandillerin asılmasıyla başlayan mahya geleneğinin İlk ne zaman çıktığına dair rivayetler çeşit arz etmesine rağmen kaynaklar genel olarak Sultan İkinci Selim Han’dan sonrasını göstermektedir. Sultan İkinci Selim döneminde, mübarek gecelerde, büyük camilerin minarelerinde kandil yakıldığına dâir rivayetler vardır. Kanuni’nin torunu, İkinci Selim’in oğlu Sultan Üçüncü Murad zamanında, Şubat 1588’de, Berat, Regaib ve Mevlid gecelerinde de kandiller yakılması için ferman çıkarılmıştır. Belki de kim bilir bu tarihten sonra havanın kararmasına müteakip minareler arasında kandiller yakıldığı için bu mübarek geceler Berat Kandili, Regaib Kandili, Mevlid Kandili şeklinde isimlendirilmiştir.

Osmanlı’nın dünyaya ferman okuduğu yıllarda cami mahyalarında yazan yazılar imparatorluğun hakim olduğu güce ve hakimiyete dair yazılardı ve genelde; 'Fetih suresinin ilk ayeti, 'Maşallah', 'Bismillah', 'Leyle-i Kadir', 'Hoş geldin yâ Ramazan', 'On bir ayın sultanı', 'El-Firak', 'Elveda', gibi dini mahiyette ifadeler yer alırdı. En meşhur mahyalar ise Süleymaniye Camii'ne kurulurdu. Fakat memleketin içinde bulunduğu sosyolojik ve tarihi gerçekler değiştikçe bu mahyalardaki mesaj içerikli yazıların muhteviyatı ve konusu da değişti. Mesela Millî Mücadele yıllarında uzun süre devam eden savaşlar ve bunun doğurduğu ekonomik sıkıntı, savaşlar boyu artan şehitlere bağlı olarak sayıları çoğalan yetimler mahyaların ana konularıydı. “Yetimleri Koru, Şehitlere Fatiha, Hilal-i Ahmeri Unutma, Muhacirlere Yardım” gibi mahyalar o günlerde en çok kullanılan mahya yazıları olmuştur. Sosyolojik olarak bu mahyalar bize Türkiye’de siyasi durum, toplum ve din kavramlarının ayrılmaz bir bütünün parçaları olduğu mesajını da bizlere vermektedir.

LAİK DEVLETİN PROPAGANDA ALETİ CAMİLER

II. Meşrutiyet`le başlayan `Mahyaların ve tabii olarak camilerin siyasileşmesi ve mahya metinlerinin toplumu şekillendirme aracı olarak kullanılması, Cumhuriyet devrinde daha belirgin şekilde sürmüş ve yer yer `lâik` unsurlar, işlenmiştir. Osmanlı zamanında cami mahyaları ile birlikte topluma verilmeye çalışılan mesaj; birlikte hareket etme duygusu ve beraberlik hissiydi. Fakat, 1923’de cumhuriyetin ilanından sonra devlet mekanizması her şeye olduğu gibi cami mahyalarına da el attı ve halkına vermek istediği, ezberletmeye çalıştığı “dogma”ları sanki dini bir vecibeymiş gibi cami minareleri arasına asılan bu yazılarla ayet-hadis mukabilinde vermeye çalıştı. “MÜSLÜMANLAR CUMHURİYETPERVERDİR” o günlerde kullanılan mahyalardan sadece bir tanesidir. Devlet cami mahyalarına varana kadar her şeyi propaganda malzemesi olarak kullandı ama ortada çok ciddi bir sıkıntı vardı. Zira bu devlet “Laik”ti ve din ile devlet işlerini ayırması gerekiyordu. Fakat realitede durum hiç de öyle değildi. Devlet olanca gücü ve hacmiyle din kurumları üzerinde hâkimiyetini kurmuştu cami mahyalarına müdahale etmeye kadar… Yani Türkiye’de uygulanan laiklik, Türk tipi bir laiklikti.

“VAR OL İNÖNÜ” VE “ATATÜRK” YAZILI MAHYALAR

Tek-parti döneminde her ne kadar `lâiklik` din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlansa da, siyasetin din üzerinde ağır vesayet oluşturmasıyla dini müesseseler hayatın dışına taşınmış, ya da din siyasete alet edilmiştir. Özellikle dini ritüeller siyasallaştırılmış, siyasetin basit birer aracı haline getirilmek istenmiştir. Cumhuriyeti kuran ekip bazen ilginç yazıları veya mahyada yazılmaması gereken yazıları da rahat rahat yazdırabiliyordu. Mesela o günlerde kim ülkeye başkanlık yapıyorsa onun adı sanki halka ulaştırılması gereken dini bir mesajmış gibi mahyalarda yerini alıyordu. Sultanahmed Camii'nin minareleri arasına 'Para biriktir' mahyası, Fatih Camii minarelerine “Cumhuriyetin '30. yıl kutlu olsun”, Edirne Selimiye Camii'ne 'Atatürk' ve 'Var ol İnönü' mahyaları asıldı.




Kısacası Türkiye’nin tek parti rejimi ile idare edildiği yıllarda din siyasete alet edilmiş ve edilirken de bir beis görülmemiştir. Dolayısıyla lâiklik tanımı da mahyalar gibi hava da kalmıştır. O senelerde Laiklik anlamında asıl sorun, dinin devlet işlerine karışması değil, devletin din işlerine karışmasıdır. Bu nedenle daha 1950`li yıllarda `Anayasada lâikliğin tanımı yapılsın`, diyen Ali Fuat Başgil Hoca`nın bu önerisi boşuna değildir. Aradan yarım asırdan fazla bir süre geçse de Başgil Hoca`nın önerisi hâlâ önemini ve güncelliğini korumaktadır.

“WELCOME” DİYE BİR MAHYA OLABİLİR Mİ?

1946'da laik olduğunu her fırsatta tekrarlayan Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi İstanbul'a bir "Hoşgeldiniz" mahyası astırmıştı. Ancak ilginç olan, bu mahyanın hangi dilde yazıldığı ve kime hitap ettiğiydi.

Welcome Missouri

Bugün malum bir güruh tarafından aslı esası olmayan bir iftira dillendirilmekte ve hakikatmiş gibi genç nesillere servis edilmektedir. Bu asılsız iftiraya göre Türkiye’yi ABD’nin dümen suyuna sokan ve uydusu yapan güya Demokrat Parti ve başındaki Adnan Menderes’miş. Hâlbuki hakikat hiç de öyle değildir. Yakın tarihe aşina olanlar bilir ki Türkiye ile ABD arasındaki yakınlaşma ve Türkiye’nin ABD’nin yakın çekimine girmesi Adnan Menderes’in Başbakanlığı döneminde Demokrat Parti iktidarında değil, bizzat başında İsmet İnönü’nün bulunduğu ve ülkeyi çeyrek yüzyıldan fazla seçimsiz, sandıksız yöneten tek parti iktidarı yani CHP’dir.

ABD, CHP flörtü öyle bir yakınlığa ulaştı ki, bu aşkın şahidi bizzat Ramazan Mahyaları oldu. Bu sımsıcak dostluk ortamını bir hayli ısıtan olay, Demokrat Parti iktidarından dört sene evvel 1946 Nisan'ında gerçekleşir. Gazeteler günler öncesinden Missouri adlı ABD savaş gemisinin Cebelitarık'tan geçip İstanbul'a gelmekte olduğunun haberleriyle dolup taşar. Amerikalılar sözde 1,5 yıl önce ölen ama savaş sırasında Türkiye'ye getirilemeyen eski ABD Büyükelçimiz Münir Ertegün'ün kemiklerini getirmektedirler. Bunun tamamen bir bahaneden ibaret olduğu, bir süredir Türkiye'ye sarkmakta olan Sovyetler Birliği'ne gözdağı vermek ve bizi ABD koruma şemsiyesi altına almak için geldiği 5 Nisan 1946'yı takip eden günlerdeki şaşaadan ortaya çıkacaktır.

Şimdilerde Amerikan karşıtı olduğunu iddia eden ve o günleri hatırlayan CHP'liler bile Missouri'nin gelişinin o yıllarda ne yaman bir coşkuyla kutlandığını hatırlayacaklardır. Mesela Altan Öymen anılarında o günlerin İstanbul'undaki hazırlıkları şöyle aktarıyor:
"Amerikan denizcilerinin iyi şeyler görmesi isteniyordu. Dolmabahçe rıhtımından Taksim'e ve Beyoğlu'na giden yollardaki kötü görüntüler yok ediliyordu. O sırada genelevlerin bulunduğu Abanoz Sokağı da içten ve dıştan badana ediliyordu."

Ayrıca Missouri markalı bir sigara çıkarılmış, hakkında şiirler yazılmış, hatta Ankara'nın en iyi lokantalarından biri, adını Washington Lokantası olarak değiştirmiştir.

Üstelik Cumhurbaşkanı İnönü ve savaş kaçağı iken nasılsa başbakan yapılan Şükrü Saraçoğlu ile birlikte göğsüne İstiklal Madalyası'nı takarak ABD'li generallerle boy boy pozlar vermekte herhangi bir sakınca görmemişti. Anlayacağınız CHP, Amerikalı denizcileri 'büyük üniforması'nı giyerek ağırlamakla meşguldü.

Tabi "Welcome" levhaları yalnız genelev, pavyon, bar gibi eğlence yerlerinin kapılarına değil, Kızkulesi'ne de asılmıştı. Ancak bir "Welcome" yazısı vardı ki, hepsini fersah fersah aşıyor ve CHP iktidarının laiklik söyleminin nasıl da kabukta kaldığını, hiçbir samimiyeti bulunmadığını en çarpıcı bir şekilde gösteriyordu. Bu, Missouri zırhlısının önünde demirlediği Dolmabahçe Camii'nin minareleri arasına asılan "Welcome" mahyasıydı.

Aklın hafsalanın eriyip yandığı yerdeyiz. İsmet İnönü ve CHP ekibinin tüm Türkiye’ye hakim olduğu dönemde bu ülkenin İslam halifeleri tarafından yapılan muhteşem camilerine Amerikalı bir yabancı mutlu olsun diye İngilizce mahya yazdırılmış… Şimdi CHP’lilere soru; Menderes mi Amerikancı yoksa İsmet İnönü mü?






İlerleyen süreçte bu durum tamamen zıvanadan çıkmış ve mahyalarda ölçü ve usül kalmamıştır. Güçlü olan ve ülkeyi yöneten irade, Laiklik adına ülkeyi yönetmekte ve dini vecibelerini yerine getirmeye çalışan gariban halka, köyündeki çocuklara Kur’an-ı Kerim öğretmeyi bir kulluk vazifesi sayan bir köy imamına veya namazı Arapça kılmak isteyen herhangi bir hamala dünyayı zehir etmeyi, yaşadığına bin pişman etmeyi laikliğe hizmet olarak saymaktadır. Din ile devlet işleri birbirinden ayrılsın diye akla gelmedik yöntemlere başvuran bu laik parti mensupları, durum tam tersi olunca yani devletin din işlerine müdahalesi söz konusu olunca dut yemiş bülbüle benziyor, ağızlarını bıçak açmıyordu. 1935 ile 1950 yılları arasında akla hayale gelmeyen, vicdana merhamete sığmayan mahyalar camilerin o güzel minareleri arasında arz-ı endam ediyorlardı.

Kapitalizmin kol gezdiği yıllarda halkı para biriktirmeye iten “Para Biriktir”, anlamsız ve şekilsiz uçak şekilleri, ya da sanki ülkenin ne durumda olduğunu tüm dünya bilmiyormuş gibi halkı bir şekilde “gaza getirmek” için “Türk Yılmaz” şeklinde mahyalar çoktan dinî mesajlar vermesi gereken mahyaların yerini almaya başlamıştı bile.






Zaman hızla ilerlemiş Türkiye’de demokrasi tohumları filizlenmeye başlamış, yönetim zihniyeti ve iktidar, halkın istediği biçimde değişmeye başlamıştır. Kimilerine göre çok güzel gelişmeler olarak ifade edilen bu değişim darbeler ve olağanüstü haller dışında iktidara gelemeyen o malum güruhu içten içe sarsmaya ve depresyona sokmaya başlamıştır. Düzenli bir biçimde periyodik olarak ülkede seçimler yapılıyor ama bu güruh hep muhalefette kalıyordu. Tek bir yol kalmıştı bu zevat için; DARBE…

Takvimler 28 Şubat 1996’yı gösterdiğinde Türkiye’de alışılagelmiş senaryo tekrar oynanmış ve iktidarda bulunan halkın seçtiği parti kapatılmış ve iktidar tam bu zevatın istediği gibi el değiştirmiştir. İşte Türkiye’deki bu sosyolojik ve psiko-patolojik değişim her zaman olduğu gibi cami mahyalarına da yansımıştır. Tek parti döneminde camilerin mahyalarını dolduran saçma sapan sözler ve propagandaları uyduran zihniyetin torunları yine yapacağını yapmış seneler sonra camilerin mahyalarını yine binbir türlü saçmalıklarla doldurmaya başlamışlardır. O günlerin en göze çarpan mahyaları, tüyleri diken diken edecek cinsten sözlerdi. Türkiye’de yaşayan ve cami mahyalarına önem veren Müslüman İnsanların gözünde devrim yapmanın ne demek olduğunu bilmeyenler ya da bilip de değiştirmek isteyenler “TEK YOL DEVRİM” şeklindeki saçmalıkları cami minarelerinin arasında arz-ı endam etmeye başlamıştır. Artık.



İnsanları istedikleri kalıplara sokmayı yaşama tarzı haline getiren ve kendisi gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımayan bir faşizanlıkla yazılan “YA SEV YA TERK ET”, bu ülkenin onlarca millet tarafından oluşturulan koca bir imparatorluğun bakiyesi olduğu unutularak kültürel, sosyolojik, biyolojik, antropolojik farklılıkları görmezden gelerek herkesi Türk yapmanın gayreti ile üstelik ırklara bölünmeyin ümmet olarak birleşin ve Allah’ın ipine sımsıkı sarılın diyen cami kubbelerinin üstüne “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”, ya da demokrasinin bir gereği olarak seçimle ve halkın isteği ile iktidarın başına geçen seçilmiş bir hükümeti anti-demokratik yöntemlerle devirip darbeci ve zorba zihniyeti başa geçiren kuvvetlere yaranmak ve 28 şubat postmodern darbesinin mimarını övmek için “ORDUMUZA ŞÜKRAN BORÇLUYUZ” gibi İslam, cami, minare, mahya edebine uymayan sözler yakışıksız birer ucube olarak bir dönem cami mahyalarını işgal ettiler.





Bu geçici bir dönemdi ve geçti gitti elhamdulillah. Bundan sonra bu ülkede yaşayan ve bu ülkenin manevi mirasını atasından emanet olarak aldığı bilinç ve şuurunu gözeten nesiller var olduğu sürece bir daha da böyle kara günler yaşanmayacaktır.
Selam olsun atasının manevi mirasını koruyacak olan o mukaddes davanın dönmez emanetçilerine… Vesselâm


SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara