İfade özgürlüğü ve dini değerlerin karalanması
Başta sorduğumuz soruya dönecek olursak, Hukuk açısından Dini değerler ile açıktan alay etmek prensip itibari ile ifade özgürlüğünün kapsamı dışındadır diyebiliriz.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-07-22 14:45:27
Ali Osman Karaoğlu
“İfade Özgürlüğü” Birleşmiş Milletler’ce 1948’de deklare edilmiş “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nden Türkiye’nin de taraf olduğu “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”ne kadar neredeyse insan hakları ile ilişkilendirilmiş bütün belgelerde yer alan, Batı devletlerince Liberal Demokrasi’nin kurucu unsurlarından kabul edilen bir haktır. İnsanın, diğer canlılardan ayrılan “düşünce” yeteneğinin “İfade Özgürlüğü” ile ancak hayat bulduğu kabul edilmektedir. İfade Hürriyeti’nin akademik tafsilatına girmeden söyleyebiliriz ki genel itibari ile her sistemin İfade hürriyetine getirdiği sınırlamalar birbirine benzemektedir. Ancak son yıllarda hem Batı’da hem de İslam dünyasında hukukçularca tartışılan asıl mesele İfade Hürriyetinin dini değerler ile alay etmeyi kapsayıp kapsamadığı meselesidir.
Bilindiği üzere Batı tarihini değiştiren süreçlerden birisi, Katolik Kilisesi’nin baskın uygulamalarına karşı ortaçağda din savaşlarının meydana gelmesi ve süreç içerisinde Batı’nın Hıristiyanlığı özel hayata hapsetmiş olduğudur. Nitekim Katolik Kilisesi, tartışmasız iktidar konumu üzere, Descartes, Rousseau, Locke, Voltaire, Hume gibi düşünürlerin insan hakları üzerine yazdığı kitaplara da sansür uyguluyordu. Özellikle buna Reformasyon süreci de eklenince Batı’da din algısı “herhangi bir kültürel bilgi yığını” tarzında entelektüel bir şekle büründü. Oysa İslam dünyası böyle bir süreç hiç geçirmedi, dini özel hayata hapsetmediği gibi Din sürekli “Devlet düzeyinde” dahi temsil gördü ve insanların her dakikasını düzenleyen bir olgu olarak yerini korudu.
Belirttiğimiz farklı tarihsel süreçler farklı algılar oluşturdu doğal olarak. Bu veçheden bakıldığında Batı’da Din ile alay etmek aslında bir anlamda Batı’nın geçirdiği sürece “saygı duruşunda bulunmak” şeklinde algılanmaktadır. Buna paralel olarak da Batılı zihin yapısı, teknik gelişmesini “Dogma”lardan kurtulmasına bağlamakta ve İslam dünyasından da aynı süreci geçirmesini beklemektedirler. Yani “Kutsal”ını ve “Sabite”sini yitirip sekülerleşen Batı insanı için Din ile alay etmek, Komünizm gibi herhangi bir düşünce sistemi ile alay etmekle eşdeğerdir. Oysa İslam’da Hz. Peygamber’i kendi canından çok sevmediği zaman kişinin tam manası ile iman etmiş olmayacağına dair hadisler mevcuttur.
Böyle bir saptamadan sonra öyle zannediyoruz ki Batı insanının İslam ile neden alay geçtiği meselesi daha kolay anlaşılabilecektir. Nitekim belirttiğimiz gibi, Batı insanının İslam ile alay etmesi 11 Eylül ve sonrasında oluşan İslamofobia ile artmış ise de aslında yeni bir durum değildir. Haçlı seferleri sırasında Hz. Peygamber “Türk kıyafetleri içerisinde bir Zorba” şeklinde batı ressamlarınca resmedilmiş, günümüzde Salvador Dali de aynı şekilde alaycı portrelere imza atmıştır. Edebiyatta Dante ile başlayan Hz. Peygamber ile alay modası sonraları William Blake gibi birçok edebiyatçı tarafından sürdürülmüştür. Günümüz itibari ile en çok hatırladıklarımız ise Danimarka’da Jyllands-Posten gazetesinin yayınladığı “Karikatür”ler, Selman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” kitabı ve Sam Bacile’nin “Müslümanların Masumiyeti” adlı filmidir. Bahsi geçen olayların hepsi yukarıda bahsettiğimiz Batı algısının dönüşümü açısından izah edilebilir. Peki Selman Rüşdi neden Müslüman olduğunu söylemesine rağmen böyle bir kitap yazmıştır? Bu soruya vereceğimiz cevap, Türkiye’de de gençler arasında yayılmaya başlayan Dini değerler ile alay modasına ışık tutacaktır.
Kanaatimizce bu sorunun cevabı “sekülerleşme” olgusu ile ancak açıklanabilecektir. Selman Rüşdi genç yaşta İngiltere’ye okumak için gitmiş, geri kalan bütün hayatını İngiltere’de sürdürmüş ve Ayetullah Humeyni’nin dinden çıktığı gerekçesi ile verdiği ölüm fetvasından kurtulabilmek için müslümanım demek zorunda bırakılmış (kendi ifadesi), dini pratiklerin önemsiz olduğunu düşünen bir profil çizmiştir. Din olgusuna yaklaşımı sebebiyle Kraliçe tarafından “Sir” ünvanına layık blunmuştur. Yani kısacası “sekülerleşmesini tamamlamıştır”. Kendi kullandığımız bir tabirle “Çift Alemli Düşünce Sistemi” çökmüştür. Bugün de İslam dininin gençler arasında bir kültür haline dönüşmesi, sekülerliğin yaygın hale gelmesi ve Facebook, Twitter gibi iletişim araçlarının gelişmesi ile Türkiye’de gençler “isyankar” bir tavra bürünmüş, Dini değerler ile alay etmek suç olmadığından klavyesi ile oturduğu yerden çok rahat davranabilen bir hale doğru sürüklenmiştir.
Başta sorduğumuz soruya dönecek olursak, Hukuk açısından Dini değerler ile açıktan alay etmek prensip itibari ile ifade özgürlüğünün kapsamı dışındadır diyebiliriz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu hususta “Nefret Söylemi” (Hate Speech) adıyla içtihat birliği oluşturmuş, Din hakkında konuşmayı fikir özgürlüğü çerçevesinde görmekle birlikte Dini değerler ile alay ederek bir kesime karşı yapılan ayrımcılığı ve provokasyonu “Nefret Söylemi” çerçevesinde değerlendirmiştir. Ayrıca 1999’da İslam Konferansı Teşkilatı’nca (İslam İşbirliği Teşkilatı) kavramsallaştırılan “İslam’ın Karalanması” (Defamation of Islam) Birleşmiş Milletler tarafından da “Dinlerin Karalanması” (Defamation of Religions) şeklinde benimsenmiş ve devletler açısından bağlayıcı veya tavsiye kararı niteliğinde birçok “Genel Kurul Kararı” alınmıştır. Kanaatimizce hem Birleşmiş Milletler hem Avrupa Topluluğu hem de İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi olan Türkiye’nin Dini değerler ile alay etme hususunda “Türk Ceza Kanunu”nda veya en azından “Kabahatler Kanunu”nda bir düzenlemeye gitmesi yerinde olacaktır. Nitekim ABD’de “Nefret Söylemi Yasası” şeklinde düzenlemeler mevcuttur.
SON VİDEO HABER
Haber Ara