Bir Bosna Okuması: Aşık Garip Coğrafyası
7-14 temmuz tarihlerinde İHH Trabzon ve AID ekibi beraber Bosna’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu çalışma bir gezi yazısından ziyade zaman-mekân okumasıdır.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-07-18 09:11:15
Rabbimiz hiç şüphesiz ki cüzî şerlerde külli hayırlar murâd etmiştir. Bir gün bir savaş cereyan ediyor, Suriye’de kardeşleriniz öldü diye haber geliyor, meğer yüreğimizin Suriye diye bir parçası varmış, farkına varıyoruz. Ümmet dağılmış her biri bir yanda, bir fırsatını bulup yüreğimizin o tarafını kanatmaya başlıyorlar. Arakan’da katliam olduğunu duyuyoruz, Doğu Türkistan’da zulüm artıyor, Mısır’da çatışmalar oluyor; meğer ne çok parçamız varmış, varmış da biz bilmezmişiz. Grozni’nin Kudüs’un kardeşi olduğunu Saraybosna’nın İstanbul’un kardeşi olduğunu nasıl hatırlamayız? Ve keşfediyoruz, başlıyoruz gönül coğrafyamızı adım adım kazanmaya…
Bosna… Sırpların katliama girişmesi ile yüreğimizin Bosna diye bir köşesi olduğunu keşfediyoruz. Osmanlı’nın halen yaşadığı, İstanbul’un ikiz kardeşi Bosna… Bosna’ya dair bir şeyler söyleyecek isek evvela islamın bu topraklara gelişinden başlamalıyız.
-Bosna’nın İslamlaşma Süreci
Hicri 2. Asırda, Tunus’tan deniz yolu ile İtalya’nın Sicilya yarım adasına gelen Müslümanlar Sicilya İslam Emirliği’ni kuruyor. Efendimiz’in tevhidi metodunu kendilerine yol bilmiş sahabe ve ardından gelen tâbiîn nesli islamı yaymak için dünyanın dört bir yanına dağıldığında Balkanlar da bu şereften nasibini alıyor. O gün için islamın Avrupa’ya açılan iki kapısı var; Endülüs’teki Emevi Devleti ve Sicilya’daki İslam Emirliği. Bosna Hersek bölgesine de İslamın erleri islamı yaymak adına ilk defa Sicilya’dan geliyor. (Haritadan bakarsak, deniz yolu ile Sicilya-Bosna yakındır) Bosna bölgesinin İslamlaşması büyük ölçüde Osmanlı zamanında olacaktır fakat süreci en başından beri, bu topraklara islamı yaymak adına gelen ilk mücahidlerden beri öğrenemezsek, Bosna’nın tarihini İslam ile değil Osmanlı ile başlatırız ki, bu da algımızda bir eksen kaymasına yol açacaktır.
Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılışının ardından İspanya’dan Müslümanların kovulması 1492 yılında olmuş idi. Bundan 500 yıl sonra 1992’de Sırplar “500 yıl geçti, biz artık Avrupa’da Müslüman istemiyoruz” diyerek katliama giriştiler. Onlar Boşnakları Müslüman oldukları için öldürmek, Mostar köprüsünü 99 basamağı ile islamı temsil ettiği için yıkmak, onu yıkarak islamın nurunu söndürmek istediler. Asıl alacağımız ders buydu; salt kültürel veya ırksal bir çatışmadan öte gayretullaha dokunan bir yönü vardı bu savaşın. 2 yıl içinde Avrupa’da Müslüman bırakmayacağız diyerek harekete geçtiler fakat Kahhar olan Allah’ın da elbette bir planı vardı. Sırpların bu vahşi, kindar, müslümanlara ve dolayısıyla Allah’a meydan okumaya kalktıkları tavırlarının odağında İslam düşmanlığı vardı; durum bu iken bizim bu savaşı veya savaştan yıllar sonra gerçekleştirdiğimiz Bosna gezisini İslam üzerinden değil de turistik/kültürel faaliyet üzerinden algılamamız bir şeyleri eksik bırakacaktır. Velhasıl, Bosna’da gördüğümüz taş bir köprü, sağlam bir yapı, gezilecek bir yer değil; islamdır, islamın garip coğrafyasıdır.
-Sarı Saltuk Türbesi/Tekkesi
Hicri ikinci asırda bölgeye gelen mücahidlerin ardından Bosna’nın İslam ile ikinci tanışması Selçuklu zamanında Müslümanların o bölgeye göçü ile oluyor. Üçüncü sefer ise Selçuklu Sultanı Sarı Saltuk’un Bosna’ya gelmesi ile. Sarı Saltuk’un 28 türbesinden biri de Bosna’nın Blagay bölgesinde bulunuyor. Moskova, Litvanya, Mortitanya, Bosna, Makedonya, Edirne, İznik.. Dünyanın dört bir yanında makâmı var Sarı Saltuk’un. Kafkaslar, Avrupa, Balkanlar, Anadolu… Bir hükümdarın türbesi bunca diyarda ne geziyor Allah aşkına, bir de dirisini düşünün... Dünyanın bu kadar farklı bölgesinde olmasından muradı ne olabilir? Cevap basit aslında, bize bir harita çiziyor… Yürek fethi gerçekleşsin diye, türbesi o diyarlarda bulunursa Müslümanlar da adını yalnız bırakmaz bu diyarlara İslam davası adına gelirler diye bize bir harita çiziyor Sarı Saltuk.
Sarı Saltuk’un türbesi Mostar şehrine yakın, Blagay’da. Türbenin bulunduğu mekânın güzelliğini her türlü gezi rehberinden okuyabilirsiniz, fakat bana hayret veren bir özelliğinden bahsedeceğim. Tekkede, tekkenin duvarlarında, tekkeden bir saat sonra vardığımız Mostar şehrinde, şehirdeki kitapçıların duvarında gördüğüm ortak bir isim, bir tutamak, bir odak noktası, bir maksud var idi: hüve. (Arapçada ‘O’)Türbedeki duvarlarda büyükçe yazılmıştı. Mostar’daki İslami kitapçının duvarında da vardı, ve hatta satılan bir çantaya da nakış olarak ‘hüve’ işlenmiş olduğunu gördüm. Bu belki bir hatırlatma, belki bir derinlik, belki sembolleşmiş bir anlatımdı. Fakat verdiği mesaj açıktı; O (Allah) bu şehrin mekanlarına, insanlarına, yapılarına işlemişti, elbette sahipsiz değildi; iman nakşolmuştu bu şehre. Sadece yazılı olduğu duvarlara değil bu şehrin sakinlik, dinginliğine, insanların güzel huyluluğuna bakınca da O’nun isimlerini, tecellilerini görebiliyorduk. Bir yandan büyüklerin ayak izlerini, imanın bir nakış gibi işlendiği güzellikleri temaşa ederken diğer yandan kötülükler de gözümüze çarpıyordu elbette. Yine bir türbenin avlusunun da çarşı haline getirilip şadırvan kısmında edebden yoksun bir şekilde giyinmiş satıcıların sigara içip gülüştüğüne şahit olduk ki, bu çok can sıkıcıydı. İslamın Bosna tarihi her ne kadar eskilere dayansa da, bugün orada islamın garip kalmadığını söylemek eksik aktarmak olacaktır. Bu minvalde, dönüş yolunda dinlediğimiz şiirin adı da yüreğimizin Bosna köşesindeki sızıyı anlatıyordu aslında: Aşık garip coğrafyası…
-Fatih Sultan Mehmet’in Rüyası
Bosna’da islamın geçmişine devam edersek, tâbiîn neslinin ardından Sarı Saltuk’un ektiği tohumlarla yeşeren İslamın, Osmanlı zamanında Bosna’da şahlanış yaşadığını görürüz. 2. Murat bölgeyi hakimiyetine alıp vergiye bağlıyor, ardından Fatih Sultan Mehmet 1463 yılında resmen topraklarına katıyor. Fatih Sultan Mehmet’in Bosna seferine çıkmadan önce rüyasında Hz.Ebubekir, Hz.Osman ve Hz.Ali’yi gördüğü anlatılır. Rüyayı Akşemsettin’e yorumlattığında hocası, Bosna’yı fethedeceğini, bu diyarda hep Hz.Ebubekir gibi ılımlı, Hz.Osman gibi önemli, Hz.Ali gibi ilim ehli kimselerin yetişeceğini fakat Hz.Ömer’i görmediği için burada daima adaletsizliklerin var olacağını söylüyor.
Bosna’da ilim ehli veya çok önemli insanlarla tanışma fırsatımız olmadıysa da ülkede gördüğüm müslümanların Hz.Ebubekir’i anımsattığını söyleyebilirim. Ve tarihlerinde 10 tane katliam görmüş bir millet olarak da adaletten uzak kalmaya mahkum oluşları hepimizin mâlumudur. Özellikle kaldığımız yurttaki camiye gelen teyzeler ile Boşnak halkı bir nebze daha tanıyıp Akşemsettin’in rüya yorumuna hak verdim diyebilirim. Teyzeler diyorum çünkü camiye gelen kesim yaşlı kadınlardan ve çocuklardan oluşuyor. Camiye gelen dede yok, o nesil şehit olmuşlar... Gerek bu teyzelerde, gerek dinlediklerimiz ve biraz da kendi iletişim kurduğumuz kimselerden şunu rahatça gözlemleyebildik; Boşnaklar kin tutmuyor. Binalarda kurşun izleri dururken, her eve bir şehit düşmüşken Sırplardan nefret etmelerini, çocuklarını bu hırs ile yetiştirmelerini beklerdik değil mi; fakat değil. Aynı Bedir savaşının ardından Efendimiz savaş esirlerini ne yapalım diye ashabı ile istişare ederken verdikleri yanıt gibi... Hz. Ömer herkesin esirler içinden kendi akrabasını alıp öldürmesini teklif ederken, Hz. Ebubekir esirlerin okuma yazma öğretme karşılığı salıverilmesini önermişti; ve Allah Resulu Hz.Ebubekir’in önerisini kabul etmişti. İtidalli davranma ve Allah’ın merhametini anlatan esmalarından nasibini alma yönünden Boşnakların Hz.Ebubekir mizaçlı, yüce gönüllü insanlar olduğunu söyleyebiliriz.
Fatih Sultan Mehmet Bosna’yı fethediyor, 400 yıllık yeni bir sayfa açılıyor Bosna’da. Fethin olduğu ilk gün 36bin kişi kendi isteği ile Müslüman oluyor, şehirlerin anahtarları bir bir padişaha getiriliyor. Baştan hatırlar isek; Hicri 2. Asrın mücahidleri, Sarı Saltuk, Fatih Sultan Mehmet... Yüzlerce yıl süren yürek fethi ve Bosna Hersek bölgesi artık tamamen Dar’ul İslam oluyor.
Bosna Hersek’teki İslamlaşma sürecini çok kısmî de olsa anlatmaya çalıştım. Osmanlı’nın yıkılışının ardından birçok İslam bölgesinin ortak kaderi olarak Avrupalılaşma ve buna cevaben var olma savaşını Bosna’da da gözlemleyebiliyoruz. Yugoslavya’nın dağılması, Boşnakların ayrı bir devlet kurmaya karar vermesi ve hemen peşinde Sırpların başlattığı etnik savaş… Bosna’nın sülûk hikâyesinin bundan sonraki büyük kısmını acı oluşturuyor. Başta da belirttiğim gibi biz Sırpların yaptığı bu katliam ile yüreğimizin Bosna köşesini keşfettik, öğrenmeye başladık; savaş yılları genelde bilinen hatta bizzat hatırlanan günler olduğu için bu konudan fazla bahsetmeyeceğim.
-Srebrenista Anma Töreni
Yalnız 11 temmuz günü Srebrenista’daki anma töreninde şahit olduğumuz fevkalade duygu yoğunluğu olan anlardan muhakkak bahsedilmesi gerek. Zannediyorum ki bu ziyaretimizin anlatılması en zor kısmı o gün idi. Binlerce insan orada o gün, bir filmin giriş sahnesine, karışık bir rüyaya, birden akla gelip insanı buz gibi kesen hayallere, nitekim gerçekten başka her şeye benzeyebilecek anlara şahit olduk. Damıtılmış bir acı vardı burada, katışıksız bir acı. Ben o gün insanların yüzünde başka bir ifade ile karşılaştığımı hatırlamıyorum.
Farklı ülkelerden, farklı dillerden insanlar ile acı ortak paydasında bir arada bulununca Kabe’ye gitmişçesine bir hisse kapıldım. O an bulunduğumuz yerde 18 yıl önce yapılan katliamda Sırplar sadece Boşnakları öldürmüyordu; Müslümanların öldürülmesine ümmetin sessiz kalacağını sanarak ümmeti yok sayıyordu ve dahası bu abes eylemleri o gün öldürülenlerin asıl sahibi olan Allah azze ve celle’yi de yok saymak anlamına geliyordu. Her yıl buraya toplanan Müslümanlar bu minvalden bakınca ümmetin birliği adına dertli bir topluluk anlamına geliyordu. Ve bizler de meydanlarda, eylemlerde defalarca ayakta durmuş kimseler olarak ilk defa bir toplulukta kıyam ettiğimizi hissediyor ve hayal kuruyorduk; bir sonraki sene törene Kabe imamlarından biri katılsa ve cenaze namazını kıldırsa, o zaman her şey daha farklı olmaz mıydı diye…
-Komutan Patkoviç ve ‘Büyük Cihat’
Son olarak Aliya’nın komutanlarından birisi ile görüşmemizden bahsedeceğim. Ümmet coğrafyasını kâğıt üzerinde zaman ve mekan ekseninde okumaya gayret edince şunun farkına varmıştım; Asr-ı Saadet, Efendimiz ile sahabenin geçirdiği o kutlu, örnek yıllar yaşanmış ve bitmiş değil. Bugün risaletin Mekke dönemi, hicreti, Medine dönemi ayrı ayrı coğrafyalarda yaşanıyor. Ve güne uygun metod uygulamak için de bulunduğu konumun Asr-ı Saadette hangi dilime tekabül ettiğini anlayıp Efendimiz’in o zaman diliminde aldığı tavır ile tavırlanmak gerekiyor. Örneğin bugün Arakan’daki zulüm Mekke’nin işkence yıllarına denk gelirken, Filipinlerin güneyinde bağımsız olarak tanınan Moro İslami Kurtuluş Cephesi Medine yıllarına tekabül ediyor. Dünyanın birçok yerindeki mültecileri Habeşistan’a göç zamanına benzeterek de bu listeyi uzatabiliriz. İslam tarihi ile ümmetin garip coğrafyasını çifte okumaya tabi tuttuğumuzda Efendimiz’in hayatını da yeni baştan okuduğumuzun farkına varırız. Konuya dönecek olursak, ben Bosna ziyaretimiz boyunca bir yüz ifadesi veya bir deyiş beni alıp Asr-ı Saadete götürsün, şu zaman ve mekâna bir tutamak olsun diye bekliyordum ki Aliya’nın komutanı Şerif Patkoviç bu arayışıma her haliyle cevap oldu:
“Savaş bitti ama bizim mücadelemiz devam ediyor. Bosnalı olmamızı kabul ediyorlar fakat inandığımız gibi yaşamamızı kabul etmiyorlar, o yüzden bu savaşın farklı bir şekilde devam ettiğini bilmenizi isteriz.”
“1993’te açlık oldu ama camiler en çok o zaman doluydu, biz en çok o zaman güçlüydük, en çok dua ettiğimiz zamandı, savaşı o sıralar biz kazanıyorduk.”
“Savaş zamanı 500 bin Boşnak savaştan kaçtı, savaşmak istemedi. Aliya İzzetbegoviç savaştan sonra hepsine ‘sizi affettim’ dedi ve Bosna’ya geri döndüler. Şu anda Saraybosna’nın Avrupalılaşmasında, kültürünün bozulmasında onların büyük etkisi var”
Sözlerinin her biri kıymetli, her biri bugüne ve bize dairdi fakat asıl etkilendiğim son alıntıladığım cümlesi oldu. Komutan burada, bir çok liderin bahis bile etmediği bir hakikate dikkat çekiyor; bir milletin topyekun/her ferdiyle zalim veya mazlum olamayacağını anlatıyor. Kuran’da Tevbe sûresinden edindiğimiz bir ahlak var, iyilerin de kötülerin de, müminlerin de kafirlerin de sınıf sınıf olduğu ve buna göre muamele edileceği hakikati. Meseleye duygusallık bazında yaklaşarak ‘Boşnakları öldürdüler’ kalıbıyla anlayamayacağımız bir hakikat bu aynı zamanda. Rabbimiz müminleri de kafirleri de sınadı bu savaş ile, iyilerin/müminlerin tarafından kaybeden oldu, kazanan da. Aynı şekilde komutan bugünkü Sırp bölgelerinde Müslümanların da yaşadığını söyledi, yani kötülerin/kafirlerin tarafından kazanan da oldu.
Komutan “Siz inandım deyince sınanmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” ilahi uyarısınca müminlerin arasından bu savaşın hakkını verenlerden. Savaş bitmiş ama halen cihat ediyor, üstelik yine Efendimiz’in hayatına uygun olacak şekilde bu yaşadığı yoğun, koşturmacalı hayata ‘büyük cihat’ diyerek.
Bosna ziyaretimizde öncelikli olarak aktarmak istediklerimden bahsettim. Aliya’nın kabri, müze haline getirilmiş evi, İHH’nın partner kuruluşunu ziyaret, Gorajde ilinde İslami faaliyet yapan komutan Nedzad Kurtoviç’i ziyaret, İHH Trabzon tarafından Gorajde’ye kumanya yardımı, Avrupa’nın ilk başörtülü belediye başkanını ziyaret... Yolculuğumuzun birçok durağı oldu. Özellikle komutan Nedzad’ı ve İHH’nın partner kuruluşundaki Feyza hanımı ziyaret ederken kendilerinin içinde bulundukları bu büyük cihada niyetlenmemek elde değil.
Gittiğimiz şehirlerde Güngören, Keçiören belediyesinin yardımları, Bayrampaşa belediyesinin iftarı ile karşılaştık. Türkiye burada büyük hizmetler yapmış ve yapmaya devam ediyor. İnşa edilen camilerden Mostar köprüsünün yeniden yapımına kadar TİKA’nın çalışmaları da oldukça ön planda. Türkiye’nin bugün Bosna ile hakikaten sıkı bir irtibatı var.
İHH Trabzon ve AID ekibi olarak biz bu irtibatı görmüş, gönül coğrafyamıza bir adım daha kazandırmış olduk. Hamdolsun bir hafta boyunca sadece görelim diye gittiğimiz bir gezi yeri olmadı. Tanıştık, gördük, ibret aldık; meğer yüreğimizin Bosna diye bir köşesi varmış da bilmezmişiz…
SON VİDEO HABER
Haber Ara