Dolar

34,8719

Euro

36,7287

Altın

3.040,58

Bist

10.123,70

AK Parti, Gezi olaylarının araştırılmasını istedi

AK Parti, Taksim Gezi Parkı'nda başlayan, kamu düzenini ve barışı bozucu nitelik kazanan olayların araştırılması amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını öngören önergeyi TBMM Başkanlığı'na sundu.

12 Yıl Önce Güncellendi

2013-06-27 18:41:45

AK Parti, Gezi olaylarının araştırılmasını istedi


AK Parti grup Başkanvekilleri Nurettin Canikli, Mustafa Elitaş, Ahmet Aydın, Mahir Ünal ve Ayşe Nur Bahçekapılı ile çok sayıda milletvekilinin imzasını taşıyan önergede, Türkiye'nin farklı etnik köken, inanç ve düşüncelere mensup vatandaşların barış içinde birlikte yaşadığı köklü bir medeniyete ve tarihe sahip güçlü ve büyük bir ülke olduğu vurgulandı.Türkiye'nin bütünlüğünü, birlik ve beraberliğini, barışını ve huzurunu bozmayı amaçlayan hiçbir eylemin hoşgörüyle karşılanamayacağı belirtilen önergede, şöyle denildi:

"Vatandaşların itirazlarını ve taleplerini hukukun sınırları içinde dile getirmesi, bu amaçla protesto, miting ve basın açıklamaları yapmaları demokratik hukuk devletinde olağan karşılanması gereken bir durumdur. Zira demokrasi katılım, çokseslilik, açık fikirlilik ve hoşgörü temelinde anlam kazanır. Bu tür eylemlerin meşruiyeti, amaç, yöntem ve kullanılan araçlarla doğrudan ilişkilidir. Barışçıl amaçlara yönelik eylemlerin bizatihi amacı dışında, kullanılan yöntem ve araçlar bakımından da hukukun izin verdiği nitelikte ve meşru olması zorunludur. Zira aksi durum, anarşi ve kaos doğurur ve hiçbir demokratik rejimde kabul edilemez. 27 Mayıs 2013 gecesi İstanbul Taksim Gezi Parkı civarında yol genişletme çalışmaları çerçevesinde başka yerlere nakledilmek üzere bazı ağaçların sökülmesine karşı tepki olarak 40-50 kişilik bir grubun gösterileriyle başlayan, bilahare kamu düzenini ve toplumsal barışı bozucu bir nitelik kazanan müessif olayların sebep ve sonuçları ile ülkeye doğrudan veya dolaylı olarak verdiği zararların araştırılmasında fayda mülahaza edilmektedir.

Taksim Gezi Parkı Projesi kapsamında ve bir meseleye özgü olarak başlayan protestolar, kısa zamanda herhangi bir amacı veya talebi olmayan, hükümet aleyhtarı, şiddet ve vandalizm görüntülerine sahne olan ideolojik bir harekete dönüşmüştür. Sosyal medyada sıkça dezenformasyon yapılmış, olaylar abartılmış ve provokatif bir dil kullanılmıştır. ('katliam', 'isyan', 'sosyal ağların bloke edildiği', 'bir iç savaşın çıktığı', 'onlarca hatta yüzlerce ölü olduğu', 'soykırım yapıldığı', 'binlerce kişinin kayıp olduğu' gibi). Bu dil, ayrıştırıcı, kışkırtıcı bir şiddet dilidir. Sosyal medyada kitleleri provoke etmeyi amaçlayan çok sayıda iddia ve fotoğraf paylaşılmış ve bazı gazetelerin internet sayfaları ile bazı ulusal ve uluslararası basında bu iddiaları teyit etmeden haber yapmışlardır.

Çevreye verilen zararlara yönelik girişilen barışçıl amaç taşıyan protesto eylemlerinin, bu amaç dışına çıkılarak Hükümet aleyhtarı bir nitelik kazanması, güvenlik güçleriyle çatışmaya, kamuya ve özel şahıslara ait mallara zarar vermeye, vatandaşın can ve mal güvenliğini tehdit eder boyutlara ulaşması, yani kamu düzenini ve barışını temelinden sarsmaya ve bozmaya yönelmesi, amacın meşruiyetini ortadan kaldırmıştır. Kullanılan yöntemlerin barışçıl amaca uygun olması gerekirken yakma, yıkma, kırma, dökme, tahrip etme gibi zarar vermeye yönelik şiddetin, eylemlerde bir yöntem olarak benimsenmesi, şiddetin tahrik ve teşvik edilmesi, bu eylemlerde yakıcı, patlayıcı, öldürücü, yaralayıcı ve tahrip edici nitelikteki araç ve gereçlerin kullanılması da eylemlerin gayrimeşru olması sonucunu doğurur."

"İktidarı sandık yerine kaba kuvvete başvurarak sokakta arama girişimleri"

Önergede, kamu düzenini sağlama görevini ifa eden kolluk güçlerinin bu çerçevede yasaların kendilerine verdiği yetki çerçevesinde olaylara müdahalelerde bulunduğu belirtilerek, bu yetkiyi kullanırken bazı kolluk güçlerinin yetki sınırlarını aşmasının normal karşılanamayacağı gibi, kamu düzenini ve barışını bozmaya yönelik yasadışı eylemlere karşı hukukun kendisine tanıdığı yetkileri kullanmasının yani görevini yerine getirmesinin de eleştirilemeyeceği kaydedildi.

İktidarı sandık yerine kaba kuvvete başvurarak sokakta arama girişimlerinin demokrasilerde kabul edilemez bir tarz olduğu ifade edilen gerekçede, "Ülkemizde şiddet kültürü yerine birlikte barış içinde yaşama kültürünü geliştirmek, sorunlarımızı hukukun sınırları içinde dile getirmek ve çözüm yolları aramak, başta siyasi partiler olmak üzere tüm ülke insanına düşen önemli bir görevdir" denildi.

Önergede, Taksim Meydanı yayalaştırma projesi hakkında bilgi verildi; bu proje kapsamında Cumhuriyet Caddesi'nde bulunan ağaçlar için ağaç rölöve, revizyon ve transplantasyon raporuna yer verildi.

Çağdaş toplum düzeninde devlet tüzelkişiliğine, gerçek kişilere verilmeyen, "vergi salma yetkisi, zor kullanma yetkisi ve para basma yetkisi" olmak üzere 3 yetki verildiği belirtilen önergede, bu üç yetki sayesinde "devlet egemenliği" veya "devletin üstün iradesinin" gerçekleştiği vurgulandı.

Bir düşünce veya görüşün toplu olarak açıklanmasını ifade eden toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile ilgili uluslararası sözleşme ve belgelere yer verilen gerekçede, İstanbul'da toplanma alanları, yürüyüş güzergahları, afiş ve pankart asılacak alanlar hakkında bilgi verildi.

"Ünlüler, kanaat önderleri, gazeteciler ve siyasetçiler halkı galeyana getirdi"

Gerekçede, olayların başlama gerekçesi ve seyri detaylı olarak anlatıldı. Eylemlere destek veren bazı ünlüler, kanaat önderleri ve yerli ve yabancı gazeteciler ile siyasetçilerin halkı galeyana getirici, ayrıştırıcı ve toplumsal duyarlılıkları kaşıyıcı şekilde beyan ve mesajlar verdiği; gerçek dışı haber ve görüntüleri teyit etmeden 'retweet' ettiği ve sanal bir savaş ortamı yaratıldığı, kitlelerin provoke edildiği bildirildi.

Gezi Parkı olaylarının başlamasıyla Türkiye'de atılan "tweet" sayısının 8 milyondan 35 milyona kadar çıktığı ifade edilen gerekçede, "Bir sanatçının Twitter'da attığı 'Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı? Hadi gel' çağrısı da durumun sadece göründüğü gibi masum bir çevresel duyarlılıktan öte anlamları olduğunu da ortaya koymuştur. Gezi Parkı düzenlemesine itiraz olarak başlayan protestolar, hükümet aleyhtarı, şiddet ve vandalizm görüntülerine sahne olan ideolojik bir harekete dönüşmüştür. İzinsiz gösterilerde, polis ve göstericiler arasında çatışmalar yaşanmıştır" denildi.

Gerekçede, polisin müdahale yöntemi ve diğer ülkelerin uygulamalarına değinildi.

Olayların ilk iki gününde kalabalıkların konvansiyonel yöntemlerle kontrol altına alınmaya çalışıldığı, fakat bu süreçte bazı polislerin biber gazını aşırı kullandığı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da bu durumdan rahatsızlığını ifade ettiği belirtilen gerekçede, soruşturma kapsamında bazı güvenlik güçlerinin açığa alındığı, çadır yakmaya karıştıkları ifade edilen 7 zabıtanın işine son verildiği belirtildi.

Gerekçede, Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın Taksim Platformu ile değişik zamanlarda görüştüğü belirtildi.

AK Parti Hükümetleri döneminde Türkiye'nin kat ettiği mesafeler ve geçen mayıs ayında yapılan bazı önemli yatırımlar hakkında bilgi verilen gerekçede, Başbakan Erdoğan'ın 25 Haziran tarihli TBMM Grup konuşmasından bir bölüme yer verildi.

"4 vatandaş öldü"

Gerekçede, meydana gelen zararlar ve kayıplar anlatıldı. 25 Haziran tarihi itibariyle, 4 vatandaşın hayatını kaybettiği, bir güvenlik görevlisinin şehit olduğu, ikisi silahla, ikisi bıçakla olmak üzere 668 güvenlik görevlisi ile 4 bin 152 sivil vatandaşın yaralandığı kaydedilen gerekçede, "Gösterilerin yol açtığı toplam maddi zararın 250 milyon TL'yi aştığı tahmin edilmektedir. Olaylarda 271 sivil araç, 116 polis arabası, 58 kamu binası, 45 ambulans, 4 özel otobüs, 90 belediye otobüsü, 337 işyeri, 1 konut binası, 5 polis merkezi, biri CHP, diğerleri AK Parti'ye ait 14 parti binası, yüzlerce otobüs durağı, trafik ışık ve levhaları, mobese kameraları, ATM'ler ve kaldırımlara zarar verilmiştir" denildi.

Başbakan Erdoğan'ın, 2 Haziran'da yaptığı iki ayrı konuşmada, ilk grup protestocuları ikinci gruptan ayırdığı ve bu grubun protesto etme hakkını teslim ettiği ifade edilen gerekçede, "İlk grup içinde, AK Parti'nin ardarda gelen seçim başarıları ve alkol satışını Dünya Sağlık Örgütü'nün belirlediği uluslararası standartlara göre düzenleyen alkol yasası gibi bazı politikaları nedeniyle, kendini izole ve marjinalize edilmiş hisseden kesimler de bulunmaktadır. Hükümet, bu vatandaşların endişelerini ortadan kaldırmak amacıyla bu kesimlerle sürekli temas halinde kalmaya özen göstermektedir. Zaten taleplerini doğrudan iletmek isteyen gruplarla hükümet ve İstanbul belediye temsilcileri arasında şimdiye kadar birçok görüşme gerçekleşmiştir" görüşüne yer verildi.

Polisin müdahale etmesine sebebiyet verenlerin çoğunlukla ikinci gruba mensup olan eylemciler olduğu dile getirilen gerekçede, bu kişilerin sürekli olarak ortamı provoke ettiği ve polisin geri çekilme talimatı almasından sonra bile kamu binalarına, polis arabalarına, medya araçlarına, özel dükkanlara ve diğer pek çok mekana saldırdığı vurgulandı.

"Ulusal tv kanalları günlük ortalama 19 saat yayın yaptı"

Gerekçede, şöyle denildi:

"Türk medyasının hükümet baskısı nedeniyle gösterileri yayınlamadığı iddiaları tamamıyla yalandır. Tüm ulusal kanallar olayları canlı olarak, röportajlar, yorumlar ve görsel öğeler kullanarak saatlerce yayınlamıştır. Medyanın olaylara ilişkin yayın yapmamakla en fazla suçlandığı 29 Mayıs 2013- 2 Haziran 2013 tarihleri arasında, ulusal tv kanalları günlük ortalama 19 saat yayın yapılmıştır. Haber akışında olağanüstü bir süreklilik sağlayan yabancı basının faaliyetlerine herhangi bir sınırlama getirilmemiştir.

Arap Baharı olayları ile Türk Baharı arasında benzerlik kurulması tamamen yersizdir. Türkiye parlamenter bir demokrasidir. AK Parti'yi oyların yüzde 50'sini alarak iktidara taşıyan son seçimler 2011 yılında yapılmıştır ve bu seçimler neticesinde AK Parti iktidara gelmiştir. Türkiye'de seçimlere katılım oranı genellikle yüzde 80 gibi yüksek rakamlarda gerçekleşmektedir. Başbakan Erdoğan'a ve Hükümet'e yöneltilen 'diktatörlük ve otoriterlik' suçlamaları hiçbir somut kanıt olmaksızın, ideolojik gerekçelerle yapılmaktadır. Şeffaflığı uluslararası düzeyde kabul gören seçimlerle üst üste son üç genel seçimi kazanmış ve oyların yüzde 50'sini alarak iktidara gelmiş, halkın taleplerine cevap veren, sürekli olarak farklı imkan ve araçlarla farklı kesimlerle istişare etmeye özen gösteren bir hükümeti otoriter olarak eleştirmek haksızlıktır ve bir çarpıtma girişimidir. Hükümet, gerek yerel politikalarını gerekse ülke çapında yürüttüğü faaliyetleri anlatma noktasında yeterli ve daha etkili bir iletişim faaliyeti yürütmesi ihtiyacı içinde olabilir. Fakat bu durum, bazılarının taleplerini şiddet yöntemleriyle göstermesini haklı kılmaz."

Önergede, geçmişte yaşanan acı tecrübelerden ders alarak, Gezi Parkı olaylarıyla başlayan eylemlilik sürecinin sebep ve sonuçlarının araştırılıp, tüm boyutlarıyla değerlendirilerek, alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi için Meclis Araştırması Komisyonu kurulması talep edildi.

Haber Ara