Dolar

36,5144

Euro

38,0834

Altın

3.368,37

Bist

9.658,72

Bütün seyahatlerin başladığı ve bittiği terminaller

Yaz geldi. Elde bavul, kafada hayaller yola düşme vakti de... Otogarlar ve havaalanlarıyla buluşma zamanı. Milas, Esenler, AŞTİ, İzmir... Her terminalin bir ruhu ve hatıralarda mutlaka bir yeri vardır...

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-06-26 09:03:42

Bütün seyahatlerin başladığı ve bittiği terminaller


Milas Havalimanı, içerde olan biteni sır gibi saklaması için kalın bir sessizlikle mühürlü kulüp kapılarına benzer. Bodrum’un güneşine açılsa da ıssız bir kasaba istasyonu gibi tek tük bodur palmiyelerin arasında asık suratıyla bekler. Bodrum’a hangi amaçla geldiğini üstünden başından kestirmeye çalıştığınız kalabalığı bir kapısından sokup, ötekisinden atmaya bakar. Boncuklu sandaletli kızların Ege güneşine değil solaryum odalarına emanet vücutlarını, Louis Vuitton’lu hanımefendilerin saç üstüne saç eklettikleri başlarını, yazlıkçı ailelerin valiz telaşını, libidosu coşkun V yakalı oğlanların ayaklarını suya sokmadan bir biraya, iki kıza kavuşma iştahını izlersiniz. Hepsi sıkış pıkış uçak yolculuğunun kırışıklığını silkeleyerek kapıdan girer. Çıkışta da Bodrum’un hırpaladığı bedenlerini üç masalı North Shields’e bir sandalyeye atar, olmadı büfeden bir su kapıp işe dönmenin sıkıntısıyla bekleme salonuna çöker. Milas Havalimanı, Bodrum Otogarı gibi de değildir. Otobüs arkasından el sallayan yaz aşkları, şaşkın turistlerin çok kötü yanmış omuzlarına acımayan çantaları, sabaha karşı eve dönen kusmuklu ergenler yoktur. Kimse Milas’a kadar yolcu etmeye gelmez. O steril uğultuda rötar hesabıyla baş başa kalırsınız. Sonra kötü uçak kahvesi; rakı, deniz börülcesi, kabak çiçeği kokusunu alıp götürür; Milas da sessizce Bodrum’un kapısını örter.


Boğaza nazır karmaşa Harem Otogarı

İstanbul’un en güzel manzarasının orta yerinde yer alıp insana bu kadar ‘kaos’ duygusu veren başka yer var mı emin değilim ama Harem Otogarı iddialıdır. Sayısız otobüs firması, yüzlerce otobüs, binlerce insan, başınızı bir an çevirdiğinizde ortalığı karışık bulmanıza yetecek kadar aksiyon oluşturur. Pek çok hikâyeye konu olmuş Harem’deki otogarda hep ‘hüzünlü vedalaşmalar’ ya da ‘hasret kokan kucaklaşmalar’ yaşandığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Onca hengâmenin arasında bambaşka duygulara da yer var. Hayır, orada çalışanlardan bahsetmiyorum. Özellikle yaz aylarında herkes kim bilir ‘hangi su kenarına’ doğru yola çıkarken, memleketten gelecek kargonun yollarını gözleyen cefakâr insanlardan bahsediyorum. Peki sizi buraya yollayan görev emri hangi kargo için olabilir ki? Cevabı yöresine göre değişir: Kimi yerden patates, Çanakkale’den domates, Rize, Erzurum, Erzincan yöresinden çay, peynir, tereyağı... Sonuçta ‘Çok lezzetler görürsün gezsen Anadolu’yu’! Bekleyiş hep sürprizlere gebedir. Otobüs hiç saatinde gelmez. Kargonun boyutu söylenenden büyüktür! Yolcular bavullarıyla evlerine yollanırken siz muavine “Abi bize Rize’den patates gelecekti bakabilir miyiz?” diye sorarsınız. İşin ilginci, yıllar sonra bu eylemin alışkanlığa dönüşmesi ve yapılmadığı zamanda da “Niye bu yıl köyden bir şey gelmedi” sorusunu bizzat sizin soracak hale gelmenizdir. Harem Otogarı da yöresel lezzetler gibi alışkanlık yapabilir...

Bağrında gizli aşkları saklar Burhaniye Otogarı


Yaz tatillerinde Ören, Öğretmen Evleri, İskele Mahallesi’nden birine gidenlerin ya da Ayvalık, Altınoluk, Akçay’a gidenlerin ya mecburen ya bilerek Burhaniye Otogarı’na yolu düşmüştür. Burhaniye Otogarı kadar içinde dedikodu barındırabilen başka da otogar var mıdır? Vardır elbet, yazlık, küçük yerlerin otogarları, bağrında hep gizli aşkları saklar. Hele geceleri, İstanbul’a, İzmir’e, Ankara’ya dönen kadınların arkasından bakan birileri muhakkak vardır. Giden için acaba otogara gelecek mi telaşı vardır, biraz daha büyüyünce “Aman annem görmesin” telaşı, son öpücük telaşı, bir daha görebilecek miyim acaba telaşı birbirine girer. Siz rahat koltuğunuza gömülüp kitabınızı çıkarırken, otogarın uzak tarafındaki otoparkta pusuya yatmış bir arabanın içinde en damarından arabesk dinleniyor olabilir. Burhaniye Otogarı, kare şeklindeki meydanı, köşedeki şekersiz içerseniz 75 kuruş, şekerli içerseniz 1 lira olan çaycısı, minicik turizm şirketi dükkânları ile İstanbul, İzmir, İzmir seslerinin arasında çok romantik bir otogardır. Bir daha geçerseniz dikkatli bakın.

Yalnız ve sevgisiz AŞTİ


Ankara’ya son gittiğimde düşünmüştüm bunu, “Onca senem geçti, hiç karşılayanım olmadı” diye. Yolcu edenlerim oldu elbet; eski sevgililer, ölüler, kalanlar... Bunu benle değil de AŞTİ’nin kendi yalnızlığı ve sevgisizliğiyle açıkladım sonra. Gelen yolcu peronu yanlışlıkla yapılmış ve orada unutulmuş gibidir; gelenler (o da zorunluluktan) dışında kimse görmez orayı sanki. Üstünden yanlışlıkla geçerken dehşetle fark ettiğiniz o çirkin Melih Gökçek köprüleri gibidir kaderi. Bunun içindir Ankara’ya vardığınızda içinizi tarifsiz kederin kaplaması, dünyanın en yalnız insanı hissedip biçare kalıvermeniz. İstanbulluların tekrarlamaya bayıldıkları o sıkıcı şaka da buradan doğmuştur belki: “Ankara’ya gitmenin en güzel yanı İstanbul’a geri dönmektir.”


İstanbul’un ta kendisi Esenler Otogarı

Esenler Otogarı o kadar İstanbul’dur ki, İstanbul’u oradan terk ettiğinizde içinizde fazladan bir ferahlama hissi oluşturur. İstanbul’dan gittiğinizi de İstanbul’a ayak bastığınızı da en iyi orada anlarsınız. Geceleri tedirgin eder, gündüzleri boğar. Ne Harem, ne havaalanı; Esenler İstanbul Otogarı, en çok ‘gitmek’ olan yeridir İstanbul’un. İstanbul’dur çünkü. Her türden insanıyla İstanbul’un ta kendisidir. Yine de geceleri insanda yarattığı o tedirginlik, hep aynı otobüse binmiyorsanız kaybolma ihtimalinizin kesin olması, karanlık tüneller, gömlek dükkânları, kuru temizlemeciler otogarın o çirkin yapısını bir yandan da sempatik kılar. Esenler Otogarı’na pis demek de snob bir tavır gibi... Her yere uçakla ya da arabayla gitmiyorsanız, Esenler’den geçeceksiniz. O yüzden “Seni yeneceğim İstanbul” repliği en çok
oraya yakışır. Oradan geçeceksiniz, İstanbul’u yeneceksiniz. O çirkin binayı görmek zorunda kalsanız bile.


En güzel yanı ayrılışı İstanbul Atatürk Havalimanı

Atatürk Havalimanı’nı bir ‘habitus’ olarak görmek mümkün mü? Pek değil. Çünkü tüm telaşe memurları için el yürekte bir mekân. Gerçi, her gün yıkılma korkusu yüzünden diken üstünde oturulan ama güvenlikli, süslü bir rezidans olarak görmek de mümkün. Tamam, güzel seyahatlerin vesilesi. Ama yarattığı sıkıntı öyle az buz değil. Genelde bildik üç etaptan oluşuyor: Giriş-gelişme-sonuç. Uzuuun sıralarla başlayan ‘giriş’ (saati güvenlikte unutma, laptoplar dışarı), harç puluyla başlayan ‘gelişme’, ki check-in’le birlikte ivme kazanır ve en vurucu sahne: Pasaport kontrolü. Şirinlik abideleri sıraya girer, dünya uslusu olarak pasaport uzatılır, en medeni insanlar gibi teşekkür edilir. ‘Sonuç’ ise duty free’de fink atma serinliği. Yemekler pahalı, parfümleri dönüşte almak gerek, sıvıları götürdüğün yerde içersen anlamlı. En güzeli alıcı değil ‘bakıcı’ kalmak, azıcık da parfüm, krem dünyasında otlakçılık... Uçağa yetişme, uçaktan inip trafiğe düşme olaylarına, Godot muamelesi yapılan valiz bekleme süreçlerine girmedim bakın! Yani en güzel yanı, ayrılışı...


Biz Kartallılar, Sarıgazililer, Alemdağlılar... Sabiha Gökçen Havaalanı

Biz Üsküdarlılar, Ümraniyeliler, Kadıköylüler… Eskiden amcamızın kızının düğününe, babaannemizin cenazesine, Samet’in sünnetine, İlkay’ın nişanına falan hep Harem’den giderdik. Havasız otobüslerde şıpır şıpır terler ya da buz gibi donar, ağzımız açık uyuyakalır, uyanınca camlara ağaçlar, kalpler çizer, adımızı yazardık. Sonra burayı yaptılar. Kökleri hâlâ yerin yüzlerce metre altında duran binlerce ağacı kesip kel kalan araziyi cam ve betonla çevirdiler. Biz de artık donlarımızı, akşamdan pişirip saklama kabına aldığımız zeytinyağlı yaprak sarmalarımızı ve lazım olur diye çekmecelere attığımız kırışık kâğıtlarla paketlediğimiz hediyelerimizi bavullayıp buraya geliyoruz. Bir kutu çubuklu süte beş lira, Allah’ın çayına dokuz lira istiyorlar. İnsaf diliyoruz. Uçakların içi buz gibiyken, battaniyelerin ücretli olmasına sinirleniyoruz. Biz Kartallılar, Sarıgazililer, Alemdağlılar piste inen uçakları izlemeyi, kalkanlara da içimizden “Hadi hayırlı yolculuklar” demeyi seviyor, uçmaktan korkanların elini tutmak istiyoruz. Çünkü biz de korkuyoruz, makineye “Düşeceksen düş be, yürek bu” diyoruz. Harem yolculuklarımızdaki ücretsiz çayla meyveli kek ikramını özlüyoruz.


Dinginliğe açılan kapı İzmir Adnan Menderes Havalimanı

İzmir Adnan Menderes Havalimanı dinginliğe açılır, uçağın kalkmasına dakikalar kala hâlâ pasaport kuyruğunda olsanız bile gerilemezsiniz; her karosuna sanki İzmirli rehaveti sinmiştir. İçinde İzmir geçen her şey gibi terlik ve tatil çağrıştırır. İzmir öyle konforlu ve şık görünür ki havalimanından, sanırsınız vizeyle girilen bir Avrupa başkentidir. Otobüse, metroya çok kolay ulaşırsınız. Az mağazası, az mekânı vardır. Milletin huyunu bilmeseniz ülkede tüketim kontrollü sanırsınız. Aslında büyüktür; 66 şirket uçuş düzenler. Ama çaktırmaz; umursamamazlıktan dolayı değil, bir tavır olarak altını çizmez. 2009’da Doha’da yılın çevreci havalimanı seçilmiş, 2010’da ACI Europe’dan Eko-İnovasyon ödülü almıştır ama bunu bağırmaz. Belki de güzelliğini bağırırsa, “İsmi nereden geliyor?” denir diye korkmaktadır. “Astıktan sonra itibarı iade edilmek istenen ya da belki oy getirir rahmetli diye düşünülen eski bir başbakan adıdır” demek zorunda kalmamak için sessizdir. Tatile açılan kapıda; bir idam mağdurunun adının yazması ve milyonların gülümseyerek o kapıdan geçmesi kolay açıklanamaz ama denilebilir ki kafası karışık bir toplumun, kafa dağıtmaya müsait bir iline ait ağırbaşlı bir ulaşım noktasıdır.

Radikal


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara