İran’da nafile seçim
İran’ın dini rehber merkezli nevi şahsına münhasır siyasal sistemi içerisinde oldukça zayıf bir konuma sahip olan cumhurbaşkanlığı için Cuma günü yapılan seçimleri ilk turda oyların yüzde 51’ini alan Hasan Ruhani kazandı.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-06-23 15:32:53
Aslında, son İran seçimlerinde önemli olan kime oy verildiği ya da kimin kazandığından ziyade halkın katılım oranıydı.
İran halkı son 10 seçimde ortalama yüzde 67’lik bir katılım sergilerken, İran’ın dini ve güvenlik eliti odaklı müesses nizam çizgisinde siyaset güden Mahmud Ahmedinajad’a halkın duyduğu öfkeden dolayı 12 Haziran 2009 seçimlerinde katılım yüzde 85’e yükselmişti. Halka vaat ettiği özgürlükçü değişimi gerçekleştirmesine aynı ceberrut sistemin müsaade etmediği ılımlı reformist lider Muhammed Hatemi’nin yaşattığı hayal kırıklığından sonra 2005 yılındaki seçimlerde katılımın yüzde 63 olduğu göz önüne alınırsa 2009’daki yüksek katılımın köklü bir değişim talebi içerdiği kolaylıkla söylenebilir. Ancak hatırlanacağı gibi, İran derin devleti yaptığı hile ve usulsüzlüklerle halkın yüksek katılımla ulaşmak istediği hedefi engellemiş ve tetiklediği geniş katılımlı halk protestolarıyla bir nevi İran Baharı’nın yaşanmasına yol açmıştı.
İran devleti, 2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki usulsüzlükleri ve hileyi protesto eden milyonlarca İranlıyı bildiği en iyi yöntemle, yani devlet terörü ile, bastırmayı becermişti. Bilindiği gibi, yüksek katılımlı seçimlerdeki derin devlet müdahalesini protesto eden ve daha sonradan adına “Yeşil Hareket” denilecek olan eylemlerin liderliğini yapan adaylardan Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi o tarihten bu yana ev hapsinde tutuluyor. Musavi’nin Humeyni dönemi başbakanı, Kerrubi’nin ise aynı dönemde meclis başkanı olduğunu hatırlamak, İran rejiminin bugünkü halinin Humeyni’nin çizgisine ne kadar sadık kaldığına dair bir fikir de verecektir.
Arap Baharı’ndan neredeyse 2 yıl önce yaşanan 2009 İran Baharı’nın, onlarca insanın öldürülmesi ve binlercesinin tutuklanmasıyla sonuçlanan şiddet ve baskıyla ezilmesi İran’ın Suriye ve Irak gibi ülkelerdeki halk isyanlarını bastırmakta yandaşı olan rejimlere aktardığı bir tecrübe niteliğinde de olmuştur. Kan, baskı ve zulümle halk isyanlarının bastırılabildiğini 2009 seçimleri sonrası tecrübe eden İran, bu yöntemin Suriye ve Irak’ta da sonuna kadar kullanılmasında etkili olmuştur.
Gerek cumhurbaşkanlığının zayıf ve edilgen konumu, gerekse seçimlere katılmak isteyen 678 adaydan 670’inin dini lider Ali Hamaney’in ve Devrim Muhafızlarının belirleyiciliği altında Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından diskalifiye edilmesi aslında İran seçimlerini üzerine analiz inşa edilecek bir değer ve önemden tamamen mahrum bırakıyor. Sırf bir önceki seçimlerde aday oldukları için Musavi ve Kerubbi’nin hala ev hapsinde tutulduğu, iki dönem cumhurbaşkanlığı yapmış ve halen yasama ile yürütme arasındaki anlaşmazlıklarda hakemlik rolü üstlenen kurumun başı olan Ali Ekber Haşimi Rafsancani’nin bile seçimlere katılmaya uygun görülmediği bir sisteme demokrasi denilemeyeceği gibi, yapılan göstermelik seçimler de ciddiye alınamaz.
2009 yılında beklentileri ve talepleri büyük bir zulümle bastırıldığı için sisteme olan inancını yitiren İran halkının son seçimlerde önünde iki seçenek bulunuyordu: Ya tamamen seçimleri boykot etmek ve tamamı İran derin devletinin tercihi olan adayların hepsine karşı tavır almak. Ya da seçimlere katılıp derin devlet tescilli adaylar arasında ehven-i şer niteliğindeki nispeten ılımlı olan bir adaya destek vererek, tepkisini böyle ortaya koymak. Bu yolla da her halükarda ülkeyi yönetecek kişinin nüanslarda da olsa daha demokrat ve ılımlı olmasını sağlamak. İran halkı belli ki top yekün boykottansa seçimlere katılıp, radikal tutuculuk açısından en ehven gördüğü adayı desteklemekte karar kıldı. Yüzde 70’in üzerindeki katılım oranı ve Ruhani’nin birinci turda seçilmesi bunu gösteriyor.
Peki Hasan Ruhani neyi değiştirebilir? Kısaca ve öz cevaplayayım: Hiçbir şeyi… Hatemi’nin iki dönemindeki, Ahmedinejad’ın ise son dönemindeki gelişmeler İran müssess nizamı ile çelişen/çekişen cumhurbaşkanının etki ve gücünün neredeyse sıfır olduğunu ispatlamaya yeter. Bu yüzden Ruhani’nin halkın değişim ve özgürlük taleplerini dikkate alma şansı maalesef yok. Bir cesaret gösterip dikkate alsa bile gereğini yapma ihtimali bulunmuyor. Unutmayalım ki İran siyasal sistemi yönetimi seçimle gelene değil, tamamen dini lidere ve dini liderin belirlediği çevresine veriyor. Seçimle gelen cumhurbaşkanı dini lider ve belirlediği çevreyle uyumluysa kendisinde güç/iktidar varmış gibi bir yanlış/sanal algıya yol açıyor. Ama dini lider ve çevresine uyum gösteremezse aslında zaten olmayan iktidarı/gücü de anında yok ediliyor.
Bir teknokrat olarak muazzam donanımlara sahip olmasına, seçimlerde en yakın rakibine üç kat fark atarak halkın yüzde 51’inin desteğine sahip olmasına rağmen İran derin devleti tescilli bir isim olan Hasan Ruhani’den kimse mucize beklememeli. Bekleyenler de, Rafsancani’nin kültür bakanıyken değişimci düşüncelerinden dolayı sistem tarafından azledilerek dışlanan, ancak daha sonra 1997 yılında yüzde 63’lük halk desteğiyle cumhurbaşkanı olan Muhammed Hatemi’nin başına gelenleri şöyle bir gözden geçirsin. Cuma günkü seçimlerde nispeten ılımlı adaya oy vererek halk her ne kadar derin sisteme güçlü bir mesaj vermek istese de, seçim sonuçlarının tek kazananı belirlediği birkaç aday üzerinden kendi tercihini tepeden halka dayatan dini lider ile çevresi ve Devrim Muhafızları merkezli güvenlik elitinden oluşan İran derin devleti olmuştur. Ama zaten her halükarda kazanacak olan da bu derin yapıydı. Seçimlerde Ruhani gibi nispeten ılımlı bir aday vesilesiyle halkın da bir nevi birikmiş gazı alınmış, biriken öfkesi dindirilmiş oldu.
Dış politika, temel ekonomik politikalar ve nükleer programı başta olmak üzere İran’ın güvenlik ve savunma politikaları konusunda da Ruhani’nin nüans kabilinden bile herhangi bir değişime yol açma şansı bulunmuyor. Çünkü bu türden yüksek siyaset kabul edilen politikaların belirlendiği makamı cumhurbaşkanlığı değil, dini lider ve güvenlik elitinin tahakkümündeki diğer kurumlar oluşturuyor. Bu yüzden, 3 Ağustos’ta göreve başlayacak Ruhani yönetiminin nükleer silah programı, Suriye, Lübnan ve Irak gibi İran’ı Türkiye ve uluslararası toplumla karşı karşıya getiren kriz alanlarında herhangi bir değişiklik yapma şansı bulunmuyor. Kısacası İran’da yalandan demokrasi oyununun sonuçlarını analiz etmek ve bunları okumak aslında zaman kaybından öte bir anlam ifade etmiyor. Zamanınızı çaldığım için bağışlamanız dileğiyle.
BÜLENT KENEŞ / Today’s Zaman Genel Yayın Yönetmeni
SON VİDEO HABER
Haber Ara