Etnik çatışmadan soykırıma Arakan sorunu
Arakan sorununu Londra'dan, Cidde'den veya Washington'dan yönetemezsiniz. Sorunun ana merkezi Güneydoğu Asya'dır. Bu anlamda sivil toplum oluşumlarının ASEAN nezdindeki girişimlerine ağırlık verilmelidir.
12 Yıl Önce Güncellendi
2013-06-20 15:02:47
Arakan Müslümanlarının 2012 yılı Haziran ayı başlarında yaşadıkları travmanın üzerinden bir yıl geçti. O dönemki hadiseler aslında Arakanlıların önceki yıllarda maruz kaldıklarından pek de farklı değildi. Ancak bölgenin farklı bağlamlarda küresel planda öne çıkartılması, Arakan'ı bir anda dünya gündeminde baş sıralara taşıdı. Bu süreç, aynı zamanda İslam dünyası denilen kitle içerisinde de Myanmar denilen bir ülkede Arakan Müslüman azınlığının varlığına dair bir 'ilginin' şu veya bu şekilde uyanmasına vesile oldu. Bu ilginin hangi boyutlarda seyrettiğini zaman zaman kaleme aldığımız metinlerde paylaşmaya çalıştık. Çalışmaya devam ediyoruz...
Dün düzenlenen bir forum vesilesiyle Arakan sorunu bir kez daha gündemdeydi. "Uluslararası İslami Çalışmalar Enstitüsü"nün (IAIS) organize ettiği forum aradan geçen bir yıl zarfında Kuala Lumpur'da düzenlenen kayda değer ikinci etkinlik olmasıyla dikkat çekiyordu. IAIS, Malezya'nın beşinci Başbakanı Abdullah Ahmed Badawi'nin himayesinde 2008 yılında kurulan ve İslami bilimlerden, politikaya değin akademik ve entellektüel etkinlikleriyle, yayınlarıyla dikkat çeken bir oluşum... IAIS'ın Malaya Üniversitesi kampüsündeki salonunda gerçekleşen forumun başlığı "21. Yüzyılda Burma'da Müslümanların Konumu: Çözüm İçin Bir Öneri" başlığını taşıyordu. Bu durum, geçen yılkı konferansla bu yılki arasında karşılaştırma yapma imkânı da vermesi dolayısıyla ilginçti.
Bu başlık bile geçen yıl düzenlenen konferanstan sonra ne tür bir değişimin yaşandığını ortaya koyuyordu. "21. yüzyıl" denmek suretiyle kuşku yok ki insanlığın geldiği bir döneme atıf yapılırken, bununla tezat içerecek şekilde Burma/Myanmar'da insanlar halen dinleri, etnik kimlikleri, kültürleri, dilleri nedeniyle yaşama hakkından mahrum bırakılıyorlar.
Bu tür toplantılarda "olup iten büyük ölçüde anlaşıldı da" "şimdi çözüm ne? sorusuna cevap aranıyordu. Kısaca katılımcılardan bahsedip ana soruna döneceğim. Abdullah Badawi'nin açış konuşmasının ardından forumda yer alan katılımcılar arasında Malezya'nın yetiştirdiği entellektüellerden Dr. Chandra Muzaffar, Myanmarlı akademisyen ve aktivist Dr. Maung Zarni, Malezya Müslüman Gençlik Hareketi Genel Sekreteri Muhammed Raimi, Myanmar Müslüman Toplumu'ndan Saw Clo Say, Rohingya Arakanları Mülteci Komitesi'nden Muhammed Sadek çeşitli perspektiflerden Myanmar'da yaşananlara değindiler. Yazılı metinlerin yanı sıra, son bir yılda başta Arakan Eyaleti olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerindeki şiddet olaylarını konu olan görseller çarpıcıydı. Buna ilâve olarak, büyük çoğunluğunu Kuala Lumpur ve çevresinde yaşayan Arakanlı Müslümanların oluşturduğu geniş bir dinleyici kitlesinin aktif katılımıyla kayda değer bir etkinlik olduğunu söylemeliyim.
Öncelikle sorunun Rakhine Eyaleti'nde yaşayan Arakanlı Müslümanlarla sınırlı olmadığı ortaya çıktı. Bu anlamda, düne kadar, Arakanlı Müslümanların mağduriyeti karşısında ne kadar ses çıkarttıkları şüpheli çevrelerin bu sefer kendilerinin aynı zulme maruz kalmalarından ders çıkartmak gerekiyor. Bu durum, Güneydoğu Asya Hıristiyan ve Budist toplumlarında yaşam süren tüm Müslüman azınlıkların karşı karşıya kaldıkları ve de kalabilecekleri konusunda bir uyarı işareti olmalı... Aynı zamanda, bu toplulukların sorunlarına çözüm aranırken, tüm farklılıklarına ragmen, bütüncül bir yaklaşım ihtiyacını da ortaya koyuyor.
Mevcut sorunun dile getirilmesinde bir diğer önemli söylem değişikliği düne kadar yaygın olarak kullanılan "etnik temizlik" kavramının yerini bugün artık 'soykırım' kavramının almış olmasıdır. Akademisyenler, aktivistler ve sahadaki insanlar Myanmar'da olan iteni 'soykırım' olarak değerlendirirken, dünyanın sözde önde gelen ülkeleri ve uluslararası kurumlarının Myanmar hükümeti nezdinde ağırlıklı olarak ekonomi açılımlarına odaklanmaları, insan hakları değerleri ve ideallerinin hangi şart ve zeminde uygulanacağı konusunda göreceliliği de ortaya koyuyor.
Konuşmacıların ele aldıkları konuları ana başlıkları dile getirerek Arakan Müslümanlarının ahvaline bir nebze olsun ışık tutmaya çalışacağım. Abdullah Badawi, Myanmar'ın siyaset alanında demokratikleşme, ekonomi alanında da liberalleşme eğilimleri gösterirken, ülkenin insane hakları ve onurunun korunması konusundaki prematüre yapılaşmasının önemli bir sorun olduğunu ortaya koydu. Bu sorunun acil çözümünün öncelikle ASEAN bünyesinde gündeme getirilmesi gerektiğini vurguladı. Tabii, bu sürecin olmazsa olmazı ise Arakanlı veya genel itibarıyla söylersek Myanmarlı Müslümanların entellektüel birikimlerinin ortaya çıkması, diplomatik kanalları profesyonelce kullanmasının kaçınılmazlığıydı.
Dr. Chandra Muzaffer, ülkede ortaya konan 'reform' çabalarına rağmen, ortada değişmeyen bir gerçeğe yani, rejimin "ana aklının", bir başka deyişle askeri mantığın ülke siyasal ve toplumsal yaşamı üzerindeki hakimiyetinin devamına dikkat çekiyordu. Dolayısıyla Myanmar'da hakiki bir dönüşümden özellikle de ülkede yaşayan toplulukların temel güvenlik ihtiyacının dahi karşılanamamış olduğu bir durum söz konusu. Sayın Chandra'nın konuşmasında dikkat çeken bir husus da, Myanmar'daki çatışma, ayrımcılık atmosferinin giderek bölge ülkelere de sıçrama durumuna gelmiş olması. Bunun pratikteki karşılığı, en azından bölge medyasında yer bulan Endonezya ve Malezya'da ilgili etnik yapılar arasında baş gösteren çatışmalar. Chandra, bu ortamda sivil toplum yapılaşmalarının ASEAN üzerinde baskı unsuru olmasının sorunun çözümünde katalizör etkisi olabileceğine vurgu yaptı.
Maung Zarni, olan bitenin etnik topluluklar arası çatışmalar değil, tastamam rejim tarafından kurumsallaştırılmış bir şiddet olduğuna vurgu yaptı. Bu anlamda, siyasi rejim etnik unsurlar arasındaki 'önyargılar' üzerinden toplumu ayrıştırıcı süreçleri birbiri peşi sıra uygulamaya geçiriyor. Zarni, ülke jeo-sosyolojik yapısının ülkenin dört bir yanındaki sınır boylarında farklı etnik yapıların tarihsel bir gerçeklik olduğuna ve rejimin bu farklılıkları yönetmeye niyeti olmadığı gibi bunu yönetme becerisine de sahip olmadığını iddia ediyor. Bu anlamda, mevcut sivil yönetimin tam bir sömürge yönetimi gibi hareket eden askeri mentalitenin bir eseri olduğunu açık yüreklilikle dile getiriyordu. Bugün Arakan Müslümanları diye bir etnik toplumu tanımadığını açıklayan devlet 1960'lı yılların başında Arakan (Rohingya) dilinde radyo programları yapıyor, resmi yayınlarda örneğin ansiklopedilerde bu halktan bahsediyordu. Zarni, kendi bireysel tarihinden de örnekler vererek hayatının yarısını geçirdiği Myanmar'da bulunduğu dönemde hiçbir şekilde Arakanlı Müslümanları yok sayan bir siyasi söyleme tanık olmadığını ifade ediyordu. Israrla 'soykırım' kavramı üzerinde duran Zarni, küresel güç odaklarının bu gerçeği bilmesine rağmen, ekonomik kazanımlar uğruna Myanmar hükümetine karşı bu suçlamayı yapmadıklarını söyledi.
ABIM Genel Sekreteri Muhammed Raimi, geçen bir yıllık sürede sanki yeni keşfedilmiş havasının çokça işlendiği Rohingya sorununa ABIM olarak 1980'li yıllarda el atıldığını arşiv belgeleri ile ortaya koyuyordu. ABIM örneğinde şunu tekrar etmekte fayda var: Güneydoğu Asya Müslüman azınlıklarının sorunlarının halli öncelikle bölge sivil toplum oluşumlarının tecrübelerinden istifadeyle gerçekleşmesinin gerekliliğini ortaya koyuyor.
Peki Myanmar yönetimine bunca eleştiri getirilirken, bölge ülkelerine şu veya bu şekilde bölge ülkelerine sığınmış olan Arakanlı Müslümanların hali nedir? diye sormak gerekiyor. Açıkçası Malezyalı katılımcıların bu noktada özeleştiri yaparak, Malezya'daki Arakanlıların temel haklardan faydalanamadıklarını cesaretle dile getirdiler. Bunda özellikle Arakanlı Müslümanların sorunu 'nazikçe' dile getirebilmelerinin de etkisi vardı. Eski Başbakanlardan birinin toplantıda olmasının verdiği cesaretle sorunun acilen mevcut hükümet nezdinde dikkat çekilmesi ve gereken yasal düzenlemelerin acilen yapılması yönünde talepler gündeme getirildi.
Bu görüşlerin her birinin önem taşıdığına kuşku yok. Ancak burada hatırlatmakta fayda gördüğümüz bir husus var. O da Arakan Müslümanları sorununda başat faktör liderlik sorunudur. Arakan sorununu Londra'dan, Cidde'den veya Washington'dan yönetemezsiniz. Sorunun ana merkezi Güneydoğu Asya'dır. Bu anlamda tüm ilgili kurum ve kuruluşların oraya yoğunlaşması gerekmektedir. İkinci etapta, sivil toplum oluşumlarının ASEAN nezdindeki girişimlerine ağırlık verilmelidir. Tek bir ülkenin, diyelim ki Malezya, bu sorunun altından kalkması mümkün değildir. ASEAN içerisinde Müslüman çoğunlukların yaşadığı ülkelerin öncelikli hedefi ASEAN Genel Sekreterliği'ni harekete geçirmektir. Birleşmiş Milletler nezdindeki girişimlerin konunun Güvenlik Konseyi'ne taşınmadan somut sonuçlar doğurması mümkün değildir. Bu anlamda ilgili ülkelerin ve kurumların girişimlerinin bu noktayı göz ardı etmemesi gerekir. Artık Arakan için beklemek değil, acilen harekete geçme zamanıdır.
Dünyabülteni / Mehmet Özay
SON VİDEO HABER
Haber Ara