12 Eylül mağduruna 65 kuruş bile fazla görüldü
12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'nde yaşadıkları nedeniyle tazminat davası açan Abdulhafız Tuğhan'a mahkeme 'o günün parası ile' 65 kuruş tazminat verilmesine hükmetti. Yargıtay Başsavcılığı, 'zaman aşımı var' diyerek ona da itiraz etti.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-06-08 12:55:02
12 Eylül’den sonra Diyarbakır Cezaevi’ne konulan ve iki yıl içeride kalan Hakkarili Abdulhafız Tuğhan, haksız tutukluluktan ötürü tazminat davası açtı.
Mahkeme başvurusunu haklı buldu fakat 1982 yılının ekonomik verileri ve para değerleri üzerinden, 65 kuruşluk maddi tazminata hükmedildi. Bu tazminata da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, davanın zamanaşımı süresi geçirildiği için itiraz etti.
İsmail Saymaz'ın Radikal'deki haberine göre Abdulhafız Tuğhan 12 Eylül’den iki yıl sonra, 11 Mayıs 1982’de, Devrimci Demokratik Kültür Derneği (DDKD) soruşturmasında “örgüt üyeliği” savıyla gözaltına alındığında, 35 yaşında ve dört çocuk babasıydı. 43 gün Emniyet'te tutuldu. Kendi deyimiyle, “her tür işkencenin daniskasını” yaşadı. Onlarca kişiyle birlikte, gözleri kapalı halde, dövülerek sorgulandı. Sonra Diyarbakır E Tipi Cezaevi’ne kondu. Tahliye olacağı 30 Nisan 1984’e kadar, hiç aklından çıkmayacak günler geçirdi:
“Orada, diyebilirim ki, dünya tarihinde insanlık onuru ve gururu o derece rencide edilmemiştir. Bazen hatırlıyorum, kendi kendime inanmak istemiyorum. Artık biz dışarıyı unutmuştuk. Dedik ki, dışarısı, anne, baba, çocukları bir hayaldi. Biz burada dünyaya geldik, bu şekilde gideceğiz. Konuşmak çok büyük bir cezaydı, sırıtmak çok büyük bir suçtu. Hiç unutmuyorum; tahliye olduğumda şunu söyledim kendi kendime: Dışarıda insanlar da varmış.”
KAYIP ÜÇ YILDAN SIFIR ATILIR MI?
Tuğhan, 30 Nisan 1984’te çıkınca ekonomik olarak çökmüştü. 1990’da beraat eden Tuğhan, 30 yıl darbecilerin yargılanmasını bekledi. Referandumdan sonra Hazine’ye dava açıp 100 bin TL maddi, 200 bin TL de manevi tazminat istedi. Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi bilirkişi raporu uyarınca, Tuğhan’ın tutuklanmadan önce ve sonra düzenli işinin olmadığını ve o tarihteki asgari ücret, özel indirim tutarları, gelir ve damga vergi oranlarını göz önünde bulundurarak, sanayi ve hizmet sektöründe asgari ücretle çalışan bir işçiyle aynı net geliri elde edebileceği sonucuna vardı.
Mahkeme, 30 Aralık 2011’de verdiği kararında, 690 gün üzerinden yapılan değerlendirmede, bugünkü 10 kuruşun o tarihte 100 bin liraya denk düştüğü hesaplanarak, Tuğhan’ın 0,55 TL maddi kayba uğradığı tespit edildi. Avukatlık ücreti için de 0,1 TL, yani on kuruş ödeme yaptığı belirlendi. Bu da tazminata eklenerek, 0,65 TL’lik bilanço çıkarıldı. Faiz talebi ise geri çevrildi. Mahkeme manevi zarar bakımından da 7 bin 500 TL’ye hükmetti.
İçişleri Bakanlığı, karara itiraz etti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da 27 Mart 2013’te Yargıtay 12. Ceza Dairesi’ne sunduğu tebliğnamesinde, beraat kararının 1990’da verildiğini ve on yıllık zamanaşımı süresinin geçirildiğini vurgulayarak, 65 kuruşluk tazminatın da ödenmemesini istedi.
Bu kararı “haksızlık” diye niteleyen Tuğhan, “Bana göre toplum geçmişiyle yüzleşmeli, hatasını, yanlışını itiraf etmeli. Beni haksız yere üç yıl sıkıntılı ortamda tuttular. Hiçbir zaman affetmem” diyor.
Hakim Köse: Hakkaniyete aykırı
Mahkeme, yeni TCK’nın yürürlüğe girdiği 2005 yılından önce meydana gelmiş bu vakalarda 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan ve Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesine Dair Kanun kapsamında işlem yapıyor. Bir Yargıtay içtihadı çerçevesinde, haksızlığın meydana geldiği tarihteki ekonomik veriler bugüne uyarlanmadan işlem yapılıyor. Tuğhan’a verilen 65 kuruşluk tazminat da bu mevzuata dayanıyor. Fakat bu mevzuatta hakimler de uzlaşamıyor. Hakim Yılmaz Alp, mevzuat gereği hakimlerin kaçınılmaz olarak bu kararı verdiklerini ifade ederken, Yargı-Sen İstanbul Temsilcisi Nuh Hüseyin Köse, “Olmaz öyle şey, hakkaniyete aykırıdır. Mağduriyetin reel olarak karşılanması gerekiyor. Gerekirse bugünün asgari ücreti üzerinden hesaplanması gerekir. 65 kuruş yanlış ve vicdani olmayan bir karardır” diyor.
Demokrat-Yargı Genel Sekreteri Kemal Şahin ise şöyle diyor, “Bir ülkede adliye sarayları, duruşma salonları, yargıç ve savcıların bulunuyor olması o ülkede yargının olduğu anlamına gelmez. Bu karar aslında Türkiye’de yargının bulunmadığının bir kez daha topluma tecrübe ettirilmesi ve duyurulmasıdır. Şaşılacak bir tarafı yok. Adına yargı dememiz istenilen ‘Devlet Adalet Müdürlüğü’nden böyle bir karar çıkması gayet doğaldır. Devlet Adalet Müdürlüğü’nden temel hak ve özgürlükleri koruyucu bir karar çıksaydı, o zaman şaşırtıcı olurdu.”
SON VİDEO HABER
Haber Ara