Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Erdoğan’daki güç kirlenmesi!

Gazeteci-Yazar Hasan Cemal bugünkü yazısında Taksim Gezi Parkı eylemleriyle başlayan olaylarda Başbakan Erdoğan'ın tutumunu Zaman gazetesinin etkili yazarlarından Şahin Alpay ile İhsan Dağı'nın yazılarını köşesine alarak yorumladı.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-06-05 07:54:26

Erdoğan’daki güç kirlenmesi!

Hasan Cemal'in T24'teki "Erdoğan’daki güç kirlenmesi!" başlıklı yazısı şöyle:



Başbakan Erdoğan’ın yaşamakta olduğu güç kirlenmesi ne demektir? İktidar kibri ne anlama gelir? Bir başbakan demokrasilerde aklına eseni yapabilir mi?

Ülkede barış süreci için düğmeye basmış olan bir Başbakan’ın toplumu geren, uçlara iten, kutuplaştıran tavırlar alması hiç hayırlara vesile olabilir mi?

Tayyip Erdoğan’ı sevenler, yakın çevresini oluşturanlar acaba ona gerçek düşüncelerini söyleyebiliyorlar mı? Yoksa bir resmi, bir de özel görüşleri mi var? Bu durum ‘Erdoğan korkusu’ndan mı kaynaklanıyor?

Erdoğan’ın AK Parti’si artık merkez partisi değil mi? Erdoğan toplum mühendisliği ile Menderes ve Özal’dan koptu gidiyor mu?

Bu soruların yanıtlarını iki yazıda bulduğumu söyleyebilirim. İki yazı da dün Zaman gazetesinin yorum sayfalarında çıktı.

Biri Şahin Alpay’ın imzasını taşıyor, “Bu germe ve kutuplaştırma hayra alamet değil” başlığı altında. Diğeri İhsan Dağı’ya ait ve başlığında, “Erdoğan’ı seviyorsanız, ona gerçekleri söyleyin!” yazıyor.

Erdoğan’ın hallerini çok iyi yorumlayan bu iki yazının geniş birer özetini bugün köşeme alıyorum.


Bir demokraside bir başbakan neleri yapamaz?

Önce Şahin Alpay’ın yazısı…


“Türkiye’ye gerçekten büyük hizmetler yapan Başbakan Erdoğan, Haziran 2011 seçimlerinde AKP’nin oyların yarısını almasından bu yana, ne yazık ki, kimilerinin güç kirlenmesi dediği sendromu sergiliyor. Bütün söz ve davranışlarıyla her istediğini yapabileceği, kimseyi dinlemek zorunda olmadığı mesajını veriyor.

Başbakan muhalif, eleştiren basını susturamaz…

Medyayı yandaş patronlara peşkeş çekemez…

Sosyal medyayı bela olarak göremez…

Uludere faciasının sorumlularını Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybedemez…

Türk usulü başkanlık adı altında otoriter bir rejim getirmeye kalkışamaz…

Sayıştay denetiminden kaçamaz…

Halkın üçte ikisinin istemediği nükleer santralleri yaptıramaz…

Alkollü içki kullanan herkesi ayyaş, alkolik diye aşağılayamaz…

Sigara içen herkese ‘zehir odaları’nı gösteremez…

Alevileri umursamadan Üçüncü Boğaz Köprüsü’ne Yavuz Sultan Selim adını veremez…

Deprem beklediği için açık meydanlara, betonlaştığı için nefes alacak yeşil alanlara ihtiyaç duyan İstanbul’da Taksim Gezi Parkı’na (hele mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına rağmen) Topçu Kışlası, üstelik bir de cami yapacağım diyemez…

Her türlü protesto gösterisini biber gazıyla, orantısız şiddetle bastırmaya kalkışamaz…

Yüz binleri, ‘Ben de karşınıza 1 milyon çıkarırım!’ diye tehdit edemez…



Barış süreciyle bağdaşmayan… 

Bütün bunları yaparsa, biriken tepkiler, geçen hafta içinde görüldüğü gibi, yalnız İstanbul’da değil, 60-70 şehirde iktidara karşı, hemen her çevre ve eğilimden yurttaşı bir araya getiren öfke patlamasına yol açar.

Anlaşılmaz olan, Sayın Başbakan’ın büyük bir iç barış inisiyatifine öncülük ederken, barış sürecinin dostlarını olabildiğince birleştirme, düşmanlarını olabildiğince tecrit politikası uygulaması gerekirken, bunun tam tersini yapıyor olması.

Hayret doğrusu.”



Erdoğan'ı seviyorsanız ona gerçekleri söyleyin! 

Ve İhsan Dağı’nın yazısının özeti…


“Türkiye, son dönemde önemli bir normalleşme süreci yaşıyordu. On yıl öncesinin kısır tartışmaları büyük ölçüde tükenmiş, laiklik-dindarlık gibi yıkıcı bir tartışma bile geride kalmıştı.

Başörtüsü sorunu pratik düzeyde bitmiş, toplumsal gerginliğin ve çatışmanın sembol konusu olmaktan çıkmıştı.

Sonuçta, dindar ile laik yaşam biçimlerinin bir arada çatışmadan yaşayabildiği bir döneme ulaşmıştık. Başörtüsü de, dindarlık da, hatta Alevilik ve laiklik de normalleşmeye, öteki tarafça doğal görülmeye başlanmıştı.

Dahası, ‘Kürt sorunu'ndan Kürt barışına doğru yol almaya başlamıştık.


Demokratik yeni anayasa derken otoriterlik… 

Böyle bir zeminde yeni anayasa yerine otoriter tınılar taşıyan başkanlık önerisi, çoğulculuk yerine çoğunluğun kimliğini, yaşam biçimini ve ahlak anlayışını devlet gücüyle azınlığa dayatan bir yeni toplum mühendisliği çıktı karşımıza.

Böyle bir ortamda Gezi Parkı tepkisini marjinal grupların ideolojik dogmatizmi veya kökü dışarıda komplolar olarak nitelemek çok yetersiz kalır.

Başbakan, muhalif görüş belirten veya hükümeti protesto eden herkesi marjinal olmakla itham ederken, asıl kendisinin artık ne kadar ‘merkez'i temsil ettiğini sorgulamalıdır. Söylem ve siyasetiyle Erdoğan ‘merkez'den uzaklaşmaya başlamıştır.

Muhaliflere karşı ‘onun yüz bin topladığı yerde ben 1 milyon insan toplarım' veya ‘biz yüzde elliyi evlerinde zorla tutuyoruz' sözleri bir ‘merkez partisi' liderinin söyleyeceği sözler değildir.

Ne parti, ne de lideri, 2002 ve özellikle de 2007 sonrası inşa ettiği ‘merkez' kimliği muhafaza ediyor.


Artık Menderes de değil, Özal da değil… 

27 Nisan günlerinde Menderes, Özal ve Erdoğan'ı aynı paranteze alıp demokrasinin yıldızları ilan eden görüntünün bugün maalesef bir karşılığı yok. Ne Menderes'in, ne de Özal'ın toplum mühendisliği projeleri vardı. Onların dertleri biraz kalkınma, biraz demokrasiydi. Kafalarında devlet eliyle ideal toplum kurma diye bir davaları yoktu.

AK Parti bu yönüyle Menderes ve Özal çizgisinden hızla uzaklaşıp, devlet kaynakları ve otoritesiyle siyaseten üzerine yaslanacağı kendi ‘ideal toplum’unu inşa etme gayretinde olan ideolojik bir parti kimliğine büründü.

Ancak AK Parti tabanının en az üçte biri merkez sağın hizmet ve serbestiyet çizgisinden kimlik ve toplum mühendisliği pozisyonuna savrulan AK Parti'de durmakta zorlanacaktır.

Zorlanacaktır, çünkü Erdoğan bugün ne Menderes'e, ne de Özal'a benziyor.


Partiyle toplum aynı değil!

Toplum partiye benzemez, partide oluşan havayı siz tüm topluma yaymaya, partililerden gördüğünüz itaati tüm toplumdan beklemeye başlarsanız yanılırsınız. Olmaz...

Toplum öyle yukarıdan aşağıya disiplinize edilecek bir şey değildir. Dün de değildi; zaten AK Parti'nin varlık nedeni de toplumu disiplin altında, tek bir görüşün egemenliği, birkaç kurumun vesayeti altında tutma girişimine gösterilen tepkiydi.

Şimdi tüm toplumu, medyayı, iş çevrelerini parti disiplini altına almaya çalışmak doğru mu? Bırakın doğru olmayı, bu mümkün mü? Ancak kapalı toplumlarda olacak durumlar söz konusu.


Resmi görüş, özel görüş! 


Ankara'da hükümetle bir şekilde işi olan insanların neredeyse tamamının bir resmî, bir de özel görüşü var. Hasbihâl ederken otoriterleşme eğiliminden, tek adam siyasetinden, dış politikanın yönetiminden şikâyet edenler, televizyona çıktığında, gazeteye yazdığında, konferanslarda konuştuğunda ‘resmî görüşleri’ni anlatıyorlar.

İnsanları ikiyüzlü olmaya zorlayan bir hava, hegemonik bir iktidar var. Düşüncelerini inandıkları gibi ifade edemeyenlerden oluşan bir ‘çevre’nin kimseye hayrı olmaz, başta da iktidara...

Erdoğan'ı seviyorsanız gerçekleri söyleyin ona.”



SON VİDEO HABER

İstanbul2da 4 katlı otelde yangın

Haber Ara