Nasrallah ve İmam Hamaney Tahran'da neyi görüştü?
Hizbullah ve İran, hangi istihbari veriler üzerine doğrudan sahaya girmek zorunda kaldı? İsrailliler Nusralıları nasıl eğittiler? Hizbullah'ın Hamas'a aktardığı teknik bilgiler Nusra'nın eline nasıl geçti? Tüm bu soruların yanıtını Khodor Awarki Arabi Press'e yazdı.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-05-29 08:07:59
Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- 25 Mayıs 2013 tarihini, Hizbullah'ın ABD-tekfirci ittifakının Suriye topraklarından bütün bölgeye karşı başlattığı savaşa karşı koymasının resmi tarihi olarak kabul edebiliriz. Bu günden sonra direnişin mütevaziliğine yer yok, ne de resmi heyetleri ve halkı olarak Suriyeli kibirliliğine. Suriye'ye karşı açılan savaş bundan büyüktür. Onu savunmak sadece Suriye halkının ve ordusunun değil; kendini, evini ve ailesini yok olmaktan korumak için bütün Müslümanların görevidir.
Seyyid Hasan Nasrallah'ın konuşmasının içeriği altı aydır Hizbullah lider kadrosu arasında ve bazı İranlı ve Iraklı çevrelerde konuşulmaktaydı. Ancak, Suriye'yi savunma kanaatini, son on haftada, birden fazla eksende gerçekleşen şu son askeri gelişmeler kesinleştirdi:
1. Hizbullah'ın Suriye yönetimi ile Suriye muhalefetinden askeri olarak etkin olduğu düşünülen büyük bir kaç güçle yaptığı arabuluculuk. Bu arabuluculuğa, en yüksek seviyeden Mısırlı, Filistinli ve Lübnanlı Sünni güçler katıldı.
Suriye yönetiminin kabul ettiği bu arabuluculukta, rejimin kendisi için zor, bununla birlikte yönetimle İsrail düşmanlığında kesişecek İslami güçler için (söylemleri gerçek olsaydı) çok olumlu sayılacak şartlar koşulmuştu. Ancak, yönetimin bunu kabul etmesine rağmen muhaliflerin reddetmesi, Hizbullah önderliğini ve arkasından İran yönetimini, bazı İslami güçlerin asaleti konusunda girdikleri bahsin yanlış olduğuna ikna etti. Bu güçler ile ABD arasında çıkar takası üzerinde anlaşmalar olduğu yönündeki söylentilerin gerçek olduğunu ve bunun bu güçler açısından stratejik bir seçim haline geldiğini anlamakta gecikmediler.
2. Geçen 6 ay içersinde, Amerikalılar ile Rusların üzerinde anlaştığı ve İran'ın muhalefet etmediği “Cenevre 2” diye adlandırılan siyasi çözümle birlikte El Kaide bağlantılı güçlere yapılan insan ve cephane akışında büyük değişikliklere tanık olundu.
ABD, Suriye yönetimini askeri olarak hezimete uğratmak, Şam'a girmek ve “Cenevre 2”ye ulaşmadan önce Esad'a karşı suikast düzenleme girişimleriyle birlikte sahadaki en büyük askeri dönüşüm operasyonunu, barış ve müzakere söylemleriyle örtbas etmeye çalıştı. Bu planlar, direnişi ve İran İslam Cumhuriyeti'ni; bölgeyi ve tehlike altına giren halklarını, ABD hegemonyasının yanısıra Suriyeli, Arap ve küresel silahlı milislerin arasında son derece popüler olan “tekfirci dalga” diye adlandırabileceğimiz iki hastalıktan koruma için ne yapacağı konusunda düşünmeye zorladı.
3. Başta Suudiler, Körfezli, Arap, Çeçen, Pakistanlı ve Yemenli olmak üzere çok sayıda tekfirci militan Suriye'ye akın etti. Girişleriyse genellikle Türkiye üzerinden sağlandı. Amman, Ankara ve Beyrut'ta bazı siyaset ve güvenlik çevreleri tarafından kendilerine büyük bir misafirperverlik sunuldu. “Müslüman Kardeşler” dahil Suriye'nin herhangi bir muhalif gücü, tekfircilerin sayısı önünde denizde küçük bir ada haline gelmiştir. Tekfirci akını, diğer grupları bırakıp ona katılan ve medyaya sadece bir kısmı yansıyan vahşet ve kan ahlakını benimseyen Suriyeli bazı sempatizanlarıyla birlikte büyük bir kitle oluşturdu.
4. İsrail'in Suriye'deki savaşa müdahale etmesi, İran ve direnişi Suriye'deki savaşın müzakereyle bitmeyeceğine ikna etti. Nitekim Mısır'daki Müslüman Kardeşler örgütü, ABD'ye mutlak bir şekilde bağlı olan Suriye'deki şubesini müzakereye zorlayamadı. Hatta ana örgütlerine karşı bile geldiler. Bu, müzakerenin yasak olduğu anlamını taşıyor. Suriye yönetiminin savaşı kazanması, muhalif milislere yardım etmek maksadıyla dış güçlerin müdahale etmesine neden olacaktır. Geçen süre içerisinde Suriye ordusunun kaydettiği bütün ilerlemeler karşısında, planlama ve askeri komutanlık yapan Avrupalı, Arap, Türk ve hatta İsrailli profesyonel askeri güçler bu ilerlemeleri püskürtmeye çalışmıştır. Direnişin istihbarat teşkilatları ve onunla müttefik teşkilatlar, bu dış özel kuvvetlerin müdahalesini sessizce kaydetti. Suriye ordusunun Şam, Hama ve Halep kırsalındaki askeri ilerlemesinin sonuçlarını sökme işi, muhalif silahlı güçleri yeniden organize etme, özellikle El Kaide'ye biat eden grupların elinde bulunduğu öğrenilen gelişmiş silahların en uygun sürümlerini tedarik etme bu çalışmalarla gerçekleşmektedir. Muhalif savaşçıların bildiği bu yabancı ve İsrail müdahalesi, Hizbullah ve İran'ın bilmediği bir şey değildir.
5. Lübnan'da İslami direnişin askeri teknikleri Hamas savaşçıları üzerinden Suriye'de Nusra cephesine intikal etti. Hamas'tan yüzlerce savaşçı, Gazze'den Suriye'de muhalefetin kontrolü altında olan bölgelere veya Amerikalıların Ürdün'de kurduğu ve yönettiği askeri kamplara akın etti. Suriye'de en garip olaylardan birisi Lübnan sınırına bitişik olan Flita ve İrsel bölgelerinde oldu: Nusra Cephesinin Suriye'deki yerel lider ve kadroları, İsrail mezunu yüksek seviyeli eğiticiler tarafından eğitildiler. Bu eğitimciler, bazı Körfezlilerin hizmetlerinden faydalandığı İsrailli güvenlik şirketlerinin sahipleri ve çalışanlarıdır.
Lübnan direnişinin önderliğine ve Tahran'daki belli bazı taraflara bu verilere ilişkin detaylı ve yeterli raporlar ulaşmıştır.
Hizbullah ile İran İslami Cumhuriyeti; Mısır, Suriye, Filistin ve Irak'ta bulunan, İsrail ve ABD düşmanlığına sadık kalan bir Müslüman Kardeşler akımının direniş paktına dahil olmasını sağlayacak bir antlaşma yapmak istemiştir. Bu vesileyle İsrail düşmanlığı üzerine kurulmuş barış, Suriye'de savaşı durdurmanın ve onmilyonlarca Şii ve Sünninin olduğu Hindistan'dan Pakistan, Afganistan, İran, Irak ve Suriye ile Lübnan'a varıncaya kadar ABD'nin bütün düşmanlarını yakacak, ABD'nin kışkırttığı bir mezhepsel savaşı engellemenin ana ekseni olacaktı.
Mısır İhvanı'nın Suriye İhvanı'nı siyasi çözüme ikna edememesinden daha tehlikeli olan şey, Amerikalıların tekfircileri doğrudan kendisinin yollaması, silahlandırması ve finanse etmesidir. Tehlike, sadece Suriye ve halkıyla sınırlı değildir, Ortadoğu'da her insan tehdit altındadır. ABD'nin sözde cihatçı akımlara mensup olduğu için topraklarına girmesi yasaklanmış 970 bin kişiyi içeren kara listesinde, hepsinin detaylı isimleri, adresleri ve özel bilgileri yer almaktadır. Demek oluyor ki ABD, az bir uğraşla, Suudi ve Katarlı yardımı ve Türk ve Avrupalı güvenlik desteğiyle El Kaide'nin Suriye'deki savaşçılarının sayısını kolayca yüzbinlere ulaştırabilir. Özellikle de Pakistan, Suudi Arabistan ve ABD müttefiği bazı Asya ve Avrupalı ülkelerin hapishane kapılarını tekfircilerin Suriye'ye yollanması için açtıktan sonra.
Yemen'de El Kaide, hükümetle, Suudi Arabistan'ın arabuluculuğuyla bir ateşkese vardı. Sebep; Ab, Abyen ve Aden'den Suriye'ye savaşçı gönderilmesinin sağlanması.
Birinci kaynağından alınan bilgilere göre; Lübnan'da Direniş ile İranlı ve Iraklı bazı tarafların Suriye'yle birlikte, Lübnan'da bazı ciddi stratejik araştırma merkezlerinden yararlanarak yaptığı analizler, tekfirci tehlikenin Lübnan'da çok yakın, ölümcül ve kesin; tekfircilerle savaşın kaçınılmaz olduğunu gösterdi. Irak'a karşı savaşın yeniden açılması, bazı güvenlik mensuplarının Lübnan'da gerçekleştirmek istediği senaryonun bir ön çalışmasıdır.
Beyrut, Bağdat, Şam ve Tahran'da yapılan pek çok stratejik toplantının sonucu olarak Direnişin Önderi (Nasrallah) Tahran'a gidip, elindeki sonuçları, Direnişin, Suriye'yi ve bütün bölgeyi savunacak bir savaşa girmek gibi bir stratejik hamlesini desteklemek için lazım olan kararları almaya muktedir olana (İmam Hamenei) aktardı. (isimler tarafımızca eklendi; medyaşafak)
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad'ın Tahran'da onu herşeye rağmen desteklemeye devam eden çok sayıda dostu var. Başta İslam Devrimi Lideri Ayetullah Ali Hamanei. Ancak, Seyyid Nasrallah, Tahran'da “ev sahibidir”. Bir tek Nasrallah, kendisinin bu ziyaretine kadar İran liderlerinin çoğunun kabul etmediği bir şeye Rehber'i ikna edebilir. Suriye ordusu çok güçlü ve dirençlidir. Ancak gelecek süreç, bölgedeki bütün direnişçi güçlerin savaş meydanına girmesini gerektirmektedir. Çünkü düşmanlar, yönetime karşı savaşan güçlerin düzeyini belli bir seviyeden çok hassas, tehlikeli ve kapsamlı bir başka seviyeye taşımış durumdalar.
Seyyid Hasan Nasrallah'ın konuşması bir tek anlam taşıyor: “Bu, İslam ve Arap dünyasına karşı İsrail ve ABD malı yeni bir savaştır. Amerikalılar bizimle hangi araçla savaşırlarsa savaşsınlar biz de onunla savaşacak ve galip geleceğiz!”
Khodor Awarki
Arabi Press
Çeviren: Somer Sultan
medyasafak.com
SON VİDEO HABER
Haber Ara