Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Suriye’de Üç Gün: Halep Gözlemleri

Suriye olaylarının insani boyutunun Türkiye üzerinde yarattığı etkiyi anlamak ve Türkiye’nin Suriye sınırı illerindeki durumu görmek amacıyla gerçekleştirilen saha çalışması çerçevesinde Suriye tarafını ziyaret etme imkanı elde ettik.Gözlem yazısı ORSAM Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen ve ORSAM Uzmanları Oytun Orhan ve Bilgay Duman’ın gözlemlerine dayanmaktadır.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-05-27 19:20:10

Suriye’de Üç Gün: Halep Gözlemleri
Suriye olaylarının insani boyutunun Türkiye üzerinde yarattığı etkiyi anlamak ve Türkiye’nin Suriye sınırı illerindeki durumu görmek amacıyla gerçekleştirilen saha çalışması çerçevesinde Suriye tarafını ziyaret etme imkanı elde ettik. Bu kapsamda Halep Vilayeti’nin Türkiye sınırına yakın bölgelerindeki Arap, Kürt ve Türkmen yerleşim bölgelerinde incelemeler yaptık, bölge halkı ve askeri muhaliflerle görüştük. Bu yazı Suriye tarafına geçişte ve Suriye tarafında yapılan gözlemleri içermektedir. Gözlemlerin, gezilen bölgeler ile sınırlı olduğu ve Suriye için genellemeler yapılmaması gerektiği dikkate alınmalıdır. Gözlem yazısı ORSAM Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen ve ORSAM Uzmanları Oytun Orhan ve Bilgay Duman’ın gözlemlerine dayanmaktadır.

Türkiye tarafındaki sınır kapısını geçtikten sonra Suriye sınır kapısına kadar yaklaşık bir kilometrelik bir tampon bölge yer alıyor. Bu bölge içinde Türkiye’nin yönetiminde olmayan ancak Türk sivil toplum kuruluşlarının yardım taşıdığı Suriyeli mülteci kampı bulunuyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin çadırlarından oluşan kamp benzeri çadırlar topluluğunun koşulları Türkiye’deki kamplar ile kıyaslanamayacak düzeyde kötü. Türkiye’deki kamplar düzen, sosyal alanlar, temizlik, güvenlik gibi açılardan son derece üstün. Muhtemelen burada yaşayan Suriyeliler de Türkiye’deki kamplara geçmeyi istiyor ancak kapasite nedeniyle şu anda herkes Türkiye’ye kabul edilemiyor. Sınır kapısının Türkiye tarafında dikkat çeken bir diğer unsur pasaportu olan her Suriyelinin Türkiye’ye giriş yapabilmesi. Ancak silahlı kişiler kabul edilmiyor. Sınır kapısının Suriye tarafını kontrol eden gruplar, Türkiye tarafına geçecek Özgür Suriye Ordusu askerlerinin silahlarını teslim alıyor. Ancak bu kontrolün son derece zayıf olduğunu söylemek mümkün. Suriye tarafında kontrolü yapan muhalif askerler sadece görünen silahları teslim alıyor ancak ne aracın içinin ne de çıkış yapan kişilerin üstünün arandığını söylemek mümkün değil. Dolayısıyla silahlı hatta bombalı şekilde Türkiye sınır kapısına doğru ilerlemeleri mümkün gözüküyor. Bu kişiler Türkiye sınır kapısında sıkı şekilde aransa da Suriye tarafından çıkışta güvenlik zafiyetinin üst düzeyde olduğunu söylemek mümkün. Bu da Türkiye sınır kapısı açısından güvenlik riski yaratan bir durum.

Sınır kapısı geçişinde dikkat çeken bir diğer unsur yardım tırlarının ve bu tırlar ile birlikte dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen sivil toplum kuruluşu çalışanlarının varlığı. Türk ve yabancı çeşitli sivil toplum kuruluşları, yardım malzemelerinin Suriye’de belirli gruplara bizzat teslimini sağlıyor. Güvendikleri ya da bağlantıda oldukları gruplara verilen bu yardımların Suriye içinde dağıtımından ise teslim edilen Suriyeli grup sorumlu. Dolayısıyla güvenlik nedeniyle mecburen de olsa Suriyeli muhalifler tarafından istismara son derece açık bir yöntem izleniyor. Bu istismara ilişkin birçok iddia Suriye tarafına geçtiğimizde tarafımıza iletiliyor ve halk tarafından dile getiriliyor. Bunun yanı sıra sivil toplum kuruluşları açısından da ilginç bir durum söz konusu. Aynı tırların üzerindeki sivil toplum kuruluşu reklamı değiştirilerek resimler çekiliyor. Böylece farklı sivil toplum kuruluşları aynı yardım tırı üzerinden kendi reklamlarını yapmaya çalışıyor.

Suriye tarafına geçtikten sora ilk yerleşim yeri olarak Kilis’in hemen karşısında Azaz yer alıyor. Burası gerçek anlamda bir ölü şehir durumunda. Her tarafta tamamen yıkılmış binalar, parçalanmış tanklar ve çatışmaların izlerinin halen korunduğu evler görülüyor. Azaz halkının büyük bir çoğunluğu şehri terk etmiş durumda. Daha önce 50-60 bin olan şehir nüfusunun 10 bine kadar düştüğü söyleniyor. Sokaklarda az sayıda insan ve çocuk görülüyor. Burada rejimin hiçbir kontrolü kalmamış ancak halen uçak ve top saldırıları ile az sayıda sivilin yaşadığı şehir bombalanmaya devam ediyor. Rejim kontrolünün kalmadığı tüm bölgede özellikle geceleri kimse sokaklarda dolaşmıyor çünkü güvenlik tamamen ortadan kalkıyor. Güvenlik riskinin iki unsuru bulunuyor. Birincisi, rejim kontrolü kaybettiği bölgeleri belli bir saatten sonra top atışına tutabiliyor. İkincisi kamu otoritesinin olmaması dolayısıyla adi suçlarda artışın ortaya çıkmış ve adam kaçırma, hırsızlık sıkça karşılaşılan bir duruma dönüşmüş durumda.

Suriye’ye geçtikten sonra karşımıza çıkan ilk dikkat çekici şeylerden biri, önde gelen silahlı ... grup Ahrar-ı Şam’a bağlı askerlerin bulunduğu araç oluyor. Silahlı gruplar kullandıkları araçların ön kısmına astıkları flamalardan hangi gruba bağlı olduklarını gösteriyor. Zaman zaman sivil halk da o gruba desteğini göstermek için silahlı grubun flamasını arabasının önüne asıyor. Halep’in kırsal kesimlerinde en etkili güçlerin Selefi gruplar ve Nusra Cephesi olduğu anlaşılıyor. Bu tespit, yapılan görüşmelere ve sokaklarda bu grupların varlığının daha çok hissedilmesine dayanıyor. Bir yerleşim yeri sadece bir muhalif grubun kontrolü altında olmayabiliyor. Aynı yerleşim birimi içinde farklı silahlı gruplar etkinliklerini sürdürebiliyor. Nusra Cephesi’nin etkinliği konusunda iki farklı görüş bulunuyor. Birincisi birçoğu Suriye dışından gelen savaşçıların oluşturduğu grubun şu anda Suriye rejimine karşı yürütülen mücadelenin ana unsuru olduğu hatta Nusra Cephesi ve bazı Selefi gruplar olmasa rejim ile mücadele edecek grubun azaldığı yönünde. Bu nedenle rejimle mücadeleyi bir kenara bırakıp kendi çıkarları adına suça bulaşmaya başlayan silahlı gruplara karşı Selefilerin ve Nusra Cephesi’nin samimi şekilde savaşmaya devam ettiği düşünülüyor ve destekleniyor. Diğer taraftan bu gruplar yerleşim birimlerinde giderek kendilerine güvenleri artmış bir biçimde istedikleri düzeni kurmaya doğru gidiyorlar ki bu da yerel halkın tepkisini çekebiliyor. Sosyal yaşama karışılması, kendi inançlarına göre günah olduğu için türbelerin ortadan kaldırılması ve fazla güçlü oldukları için baskıcı olabilmeleri gibi nedenlerle tepki geliştiren kesimler bulunuyor. Yapılan görüşmelerden elde edilen izlenim herkesin Nusra Cephesi ve Selefi gruplardan çekindiği ve haklarında çok fazla olumsuz konuşmak istemediği. Halep ve özellikle Rakka bölgesinde bu grupların en güçlüler olduğunu söylemek mümkün.

Halep’in kırsal bölgelerinde rejimin kontrolü bazı askeri üsler ve Şiilerin yaşadığı bazı köyler ile sınırlı kalmış durumda. Dolayısıyla silahlı muhalifler zaten sıcak çatışmanın olmadığı bu kırsal bölgelere fazla insan, para ve silah ayırmaktansa esas çatışma bölgesi olan Halep merkeze tüm kaynakların yönlendirilmesini tercih etmiş durumda. Bu nedenle Halep’in köy ve kasabalarında çok fazla muhalif askerlere rastlamak mümkün değil. Yerleşim yerleri arasında ve köylere girişlerde kontrol noktaları oluşturulmuş. Buralarda az sayıda asker bulunuyor. Yerleşim yerlerinde eskiden rejimin polis ya da istihbarat binaları şimdi o bölgeyi kontrol eden askeri birlik tarafından kullanılıyor. Ancak buralarda da çok sayıda asker bulunmuyor zira bu birlikler askerlerinin büyük çoğunluğunu Halep merkeze gönderdiğini ifade ediyor. Ancak yine de askerler o köy ya da kasabanın güvenliğini sağlıyor ve şehrin yönetimini sivil idarelerle birlikte sürdürüyor.

Halep’te savaşan Özgür Suriye Ordusu birlikleri, Humus’taki Özgür Ordu’nun stratejik bir hata yaptığını düşünüyor. Halep’te muhaliflerin saldırı, rejimin savunma pozisyonunda olduğunu buna karşılık Humus’ta rejimin saldırı, muhaliflerin ise savunma pozisyonunda olduğunu ifade ediyorlar. Bunun nedeni olarak Halep’te muhaliflerin öncelikle kırsalı ele geçirdikten sonra merkeze doğru yönelme stratejisini benimsemesini buna karşılık Humus’ta muhaliflerin önce şehir merkezini ele geçirip kırsala yayılma stratejisi izlemesini görüyorlar. Halep’li muhalifler kırsalın ele geçmesi ile beraber merkezin çembere alınabildiğini ancak merkezde etkili olduktan sonra çevreye yayılmanın son derece güç olduğunu belirtiyorlar. Rakka Vilayeti’nin tamamında ise kontrolün kırsalda iki nokta hariç tamamen muhaliflerde olduğu iletiliyor.

Halep merkeze gitmek fazla riskli ancak buradaki durum hakkında muhaliflerden bilgi alıyoruz. Buna göre şehrin yaklaşık %60’ının kontrolü muhalifler, %40’ının kontrolü rejimde bulunuyor. Halep’te izlenen doğru stratejiye rağmen şehir merkezinde sıcak çatışma dinamiği nispeten azalmış durumda. Taraflar kendi kontrol ettikleri alanlarda karşı tarafın bölgesine fazla müdahale etmeden varlığını sürdürüyor. Dolayısıyla Halep merkezde bir dengenin oluştuğunu söylemek mümkün. Ancak bu haliyle devam etmesi durumunda muhaliflerin şehrin kontrolünü ele geçirmelerinin çok zor olduğu belirtiliyor. Taraflar arasında sınırlar oluşmuş ve bu sınırlara iki taraf da çok fazla şu aşamada dokunmuyor. Ancak rejimin avantajı gerektiğinde bu sınır hattının gerisini toplar ve uçaklarla vurma imkanı olması. Silahlı muhalifler tam da bu nedenle uçuşa yasak bölge ilanının dengeleri değiştirebileceğini düşünüyor.

Halep kırsalında ise rejim tamamen çekildiği için temel çatışma dinamiği muhaliflerin kendi arasındaki rekabet. Ortak düşmanın ortadan kalkması ile gruplar arasında bölge kontrolü, maddi çıkar amaçlı faaliyetlerin kontrolünü ele alma, faaliyetlerine finansman sağlamak için suç işleme gibi eylemlerde artış gözleniyor. Bunun en yakın örneği çoğunluğu Türkmenlerden oluşan Çobanbey köyünde yaşanan çatışmalar. Devrim Güvenliği adı altında faaliyet gösteren Arap silahlı birlikler bir arazi meselesi nedeniyle yaşanan olay neticesinde Halep’in Çobanbey nahiyesine bağlı Kocaali Türkmen köyünü basarak aynı aileden üç kişiyi öldürüyor ve köyden bazı çocukları rehin alarak ayrılıyor. Ardından yaşanan çatışmada Arap birlikten bir kişi de öldürülüyor. Halep kırsal bölgesinde kamu otoritesinin kalmaması ve silahlı muhaliflerin hiçbir üst otoriteyi tanımaması gibi nedenlerle son dönemde muhaliflerin kendi arasında bu tarz olayların yaşandığı belirtiliyor. Bu bölgelerde Esad rejimine karşı yürütülen bir devrim hareketinden bahsetmek mümkün değil. Bazı muhalif grupların giderek çıkar amaçlı suç örgütlerine dönüştüğünü destekleyen başka bir iddia Türkiye’den Suriyeli bazı gruplara ulaştırılan insani yardımların bu gruplar tarafından Suriyeli halka para ile satıldığı şeklinde. Birçok yerde depolarda tonlarca yiyecek malzemesinin biriktiği ve satışının yapıldığı söyleniyor. Hatta daha ilginç olan bizzat Türkiye’den gelen yardımlar yeniden Türkiye pazarına satılmak üzere giriyor ve bu nedenle şeker gibi maddelerin Türkiye’de sınır bölgesinde fiyatların düştüğü ifade ediliyor. Silahlı muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde Özgür Ordu ile beraber sivil yerel meclisler bulunuyor. Azaz’da yer alan sivil meclis binasının üzerinde “hırsızlar” yazıyor. Bunun ne olduğu sorulduğunda, şehir halkının kendileri için gelen yardımların yerel meclis tarafından çalındığına inandığı söyleniyor. Bu da tarafımıza iletilen iddiaların Suriye halkı tarafından da paylaşıldığını gösteriyor.

Bölgede halk ve silahlı muhalifler tarafından dile getirilen bir başka iddia görünüşte Özgür Suriye Ordusu çatısı altında gözükmekle beraber rejimden destek alan ve esasen onlar adına hareket eden silahlı grupların varlığı. Bu iddiayı dile getirenler “eski Şebihalar şimdi devrimci oldular” şeklinde tepkilerini dile getiriyor. Muhalifler tarafından dile getirilen bu iddia Halep ve Suriye’nin diğer bölgelerinde yaşanması muhtemel bir durum olarak dikkate alınabilir.

Türkmenlerin yaşadığı bölgelerde güvenliği büyük ölçüde Türkmen askeri birlikler sağlıyor. Ancak bu bölgelerde zaten bir çatışma ortamı yok. Buradaki Türkmen askerler ve komutanlar da askerlerinin çoğunun Halep merkezde savaştığını, Türkmen mahallelerini kontrol ettiğini ve koruduğunu iletiyor. Bu gruplar askeri kıyafetleri ve sahip oldukları silahlar ile profesyonel görünümlü. Türkmenler Türkiye’den yeterli destek alamadıklarını düşünüyorlar. Bunun yanı sıra Türkiye’den doğrudan Türkmen kasabası Çobanbey’e bir sınır kapısı açılmak üzere. Bu kapı açılınca yardımların doğrudan ve kısa sürede ulaştırılmasının planlandığı söyleniyor. Türkmenler mücadeleyi büyük ölçüde kendi imkanları ile sürdürüyor. Halep Askeri Konseyi’nden ve dünyanın değişik bölgelerinden de küçük çapta yardımlar geldiğini belirtiyorlar.

Kürt yerleşim birimi Kobani’den itibaren doğuya doğru gidildiğinde Arap ve Türkmen hattı başlıyor. Ancak bu bölgeler kesinlikle tamamen Türkmenlerin ya da Arapların yaşadığı bölgeler değil. Az sayıda olmakla birlikte bu hat içinde Kürt köyleri de yer alıyor. Ayrıca tamamen Türkmen ve Arap köyü olarak bilinen yerlerde dahi azınlık olmakla birlikte Kürt nüfus yaşıyor. Bu bölgede yaşayan Kürtlerin siyasi yaklaşımları hakkında birbiri ile çelişen iki farklı görüş bulunuyor. Birinci görüşe göre Arap – Türkmen hattında yaşayan Kürtler dillerini unutmuş, Türkçe konuşan ve Türkmen – Arap halk ile uyum içinde yaşayan bir topluluktur. Buradaki Kürtler, Araplar ve Türkmenler gibi rejime karşı bir pozisyona sahiptir ve Özgür Ordu ile birlikte hareket etmektedir. Ayrıca PYD’ye ve aşırı Kürt milliyetçi yaklaşımlara da mesafeli yaklaşmaktadır. Ancak diğer bir görüşe göre bu duruş taktiksel ya da Arap – Türkmen çoğunluk arasında yaşamanın getirdiği bir zorunluluktur. Kürt yoğun bölgelerdeki kadar olmasa da buradaki Kürtler de kimliklerini güçlü şekilde korumaktadır ve Kürt milliyetçi yaklaşımlara sahiptir. Söz konusu bölgedeki güç dengelerinin değişmesi ile pozisyonlarında ani ve radikal bir değişim ortaya çıkabilir.

Muhalif askeri komutanlar ile yapılan görüşmelerde Antalya’da kurulan Yüksek Askeri Konsey’e karşı hiçbir sorumlulukları olmadığı anlaşılıyor. Hatta kendileri de bu yapının içinde karar alıcı pozisyonda olan komutanlar Yüksek Askeri Konsey Başkanı Selim İdris’in sadece “postacı” rolü oynadığını ve gelen paralar ile silahların nereye verileceği konusunda söz hakkının olmadığını belirtiyorlar. Yerel komutanlar hiçbir şekilde İdris’in komutası altında olmadıklarını, merkezi bir yapının kurulamadığını dile getiriyorlar. Yüksek Askeri Konsey gerçek anlamda paranın kontrolünü ele geçirebilse yapının merkezileşme şansı olduğu düşünülüyor. Ancak şu anda bizzat yapının içinde olan komutanlar dahil hiçbir grubun ne selim İdris’i ne de Yüksek Askeri Konsey’i üst otorite olarak tanımadığı, işlevsiz bir yapı olduğunu düşündükleri açıkça anlaşılıyor.

Haber Ara