Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

'Meyhaneye gel, kim ne riya var ne mürai...'

Radikal Gazetesi yazarı Ayşe Hür bugünkü köşesinde: 7. yüzyıl yazarı Evliya Çelebi, 'içkinin katresinin haram' olmasına rağmen devletin sadece Galata'dan 70 bin kuruş 'hamr' vergisi topladığını yazar.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-05-26 07:38:13

'Meyhaneye gel, kim ne riya var ne mürai...'


Son günlerde hükümetin çıkarmaya çalıştığı bir yasa nedeniyle sıkça duyduğumuz ‘alkol’ kelimesi Arapçada bir şeyin özü, aslı anlamına gelen ‘el kuhl’ kelimesinden Batı dillerine girmiştir. Alkollü içkilerin tarihi insanlığın tarihi ile yaşıttır. Nuh’un gemisindeki insanların şarap içerek hayatta kaldıkları, şarabı da onların dünyaya yaydığı rivayet olunur. Ege havzasında yeşeren tüm eski kültürlerde şarap merkezi yere sahiptir. Budizm’de içki yasaktır. En eski tek tanrılı dinlerden olan Musevilikte sarhoş olmamak koşuluyla içki içilmesine izin vardır. Şarabı ‘İsa'nın kanı’ olarak kutsal sayan Hıristiyanlık içkiyi törenlere katmıştır. Dinler içinde içkiye karşı en katı tutumu İslamiyet takınmıştır. Nahl/67, Bakara/219, Nisa/42, Maide/90-91 numaralı ayetler ile kademeli olarak bu dünyada içkiye (hamr) karşı tavır sertleşirken, Muhammed/15’te cennet tarif edilirken “Orda su ırmakları var bozulup kokmaz, ve süt ırmakları var lezzetleri bozulmaz, ve şarap ırmakları var içenlere safi lezzet ve bal ırmakları var…” denilmesine bakılırsa, şarap öte dünyada mübahtır.


Hamr ve nebiz


Bu ayetlerde geçen ve kelime anlamı ‘örtmek’ olan ‘hamr’ terimi Malikî, Şafî ve Hanbelî tefsircilere göre üzüm, hurma, arpa ve buğdaydan elde edilen sarhoş edici içkilerin adıdır. Hanefilere göre ise ‘hamr’ yalnız, üzüm suyundan yapılan alkollü içkidir. Hurma, arpa, darı, buğday gibi diğer maddelerden yapılan alkollü içkiye ise ‘nebiz’ denir. Dolayısıyla bütün mezheplerde az veya çok şarap içene, sarhoş olsun veya olmasın ceza uygulanırken, Hanefilerde nebiz faslına giren içkileri (rakı, rom gibi) içene sarhoş olmadıkça ceza uygulanmaz.

Muhtemelen gerek Kuran’da geçen terimle ilgili belirsizlik yüzünden, gerekse içki kültürünün çok köklü olmasından dolayı, bazı Emevi ve Abbasi halifeleri hurma şarabı alemlerinden geri kalmamışlardır. (Bu konuya 24 Nisan 2013 tarihli yazımda değinmiştim.)

Halifesi içen bir toplumda sıradan insanın içkiye uzak durduğunu düşünmek gerçekçi olmaz herhalde. Ancak içkinin ille de uzak durulması gereken bir şey olmadığını düşünen İslam büyükleri de vardır. Örneğin büyük İslam filozofu ve hekimi İbn-i Sina (ö.1037) bakın ne demiş: “Şarap gerçekten ruhun gıdasıdır/Onun rengi ve kokusu gülün rengini ve rayihasını bastırır/Tad bakımından baba öğüdü gibidir; acı fakat yararlıdır/Şarap içmek cahile göre batıl, bilgin yanında haktır/Aklın fetvası ile âlime helal olmuştur/ Şeriat hükümlerinde ahmak olanlar için haram sayılmıştır/Cahili şeytana, bilgeyi tanrıya yöneltir.”

İslamiyet’i 9. yüzyıl gibi oldukça geç bir tarihten itibaren ve uzun bir sürede kabul ettiklerinden ve Şamanizm, Manicilik, Zerdüştlük, Budacılık, Nasturilik gibi dinlerin etkisinde kaldıklarından Türklerin İslam yorumları açık, dışsal (zahiri) anlamlardan ziyade içsel, gizli (batıni) anlamlar üzerine yoğunlaşmıştı. Dolayısıyla İslam’ın içkiye yasak koyan ayet ve hadislerini farklı biçimde anlamaya eğilimli oldular. Nitekim Türkler hakkında önemli bilgiler veren 11. Yüzyıl yazarı Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat’it Türk adlı eserinde ‘süçik’, ‘çağır’, ‘bor’, ‘ugut’, ‘agartgu’, ‘begni’, ‘buhsum’ gibi çeşitli şarap türlerinden bahsedilir ancak muhafazakar tarihçiler bunların ‘şerbet’ türü olduğunu iddia ederler.


Padişahlar içer miydi?


Osmanlı Devleti’nde sarayın ve halkın içkiye ilişkin tavrı konusunda da birbirinin tam zıttı görüşler olması şaşırtıcı olmamalı. Yine muhafazakarlara göre Osmanlı toplumu şeriat kurallarına göre yönetilen, en azından yöneticilerinin ‘takva sahibi’ olduğu bir toplumdu. Padişahların içmemesine kanıt olarak yaptırdıkları camileri, mescitleri sayıp döken bu çevrelere göre tersini iddia edenler ya Şii meşreplidir ya yalancıdır!

Konuya daha soğukkanlı yaklaşanlar ise padişahlar arasında içki düşmanları olduğu gibi, arada içenler, ‘sarhoş’ lakabıyla anılanlar ve önce içip sonra tövbe edenler olduğunu söylüyor. Yine bu yazarlara göre, İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde Müslüman olsun, gayrimüslim olsun halkın önemli bir kesimi ramazan dışında, Bizans’tan miras meyhanelerde içkiyle buluşurdu.

Osmanlı döneminde saraydan bağımsız bir tarih yazıcılığı olmadığı için kelleyi koltuğa alıp da içki içen padişahları, devlet ricalini, Müslüman halkı yazanları ciddiye almamak ayıp olur doğrusu! Ama yerimiz az olduğu için, en çok merak edilen padişahlar hakkındaki iddialara göz atmakla yetineceğim.

Kaynakların içki içmediğinde ve içkiye karşı sert tedbirler aldıklarında ittifak ettiği padişahlar Osman (ö. 1324) ve oğlu Orhan (ö. 1361), Kanuni Sultan (I.) Süleyman (ö.1566), III. Murad (ö. 1595), III. Mehmed (ö. 1603), I. Ahmed (ö. 1617), IV. (Avcı) Mehmed (ö.1687) ve Osmanlı modernleşmesini başlatan III. Selim (ö.1807).

Ancak Kanuni döneminde yabancılara içkinin serbest bırakıldığını, dönemin ünlü şairi Fuzuli ile Kanuni, II. Selim ve III. Murad dönemlerinin ünlü şairi Baki’nin içinde ‘şarap’, ‘mey’, ‘meyhane’, ‘bade’, ‘saki’ gibi içki kültürüne dair terimler geçen yüzlerce şiir yazdığını ve el üstünde tutulduğunu (bugün de ‘bunlar tasavvuf felsefesinin metaforlarıdır’ açıklamasının arkasına sığınıldığını) hatırlatalım…

Yine IV. Mehmed döneminin vakanüvisti Silâhdar Fındıklık Mehmed Ağa’nın 1681 yılı olaylarını anlatırken şöyle demesine de mim koyalım: "On bir seneden beri Hamr Emaneti kaldırılmış, meyhaneler yıktırılmıştı. Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, meyhanecilerden dört yüz kese akçe rüşvet almış, meyhane açmalarına göz yummuştu.” Aynı kişi 1687’de şöyle yazmıştı: “Hazine çok sıkıntı içinde idi, içki yasağı kaldırıldı, Hamr Emaneti yeniden kuruldu, meyhanelerde tütün içmeye izin verildi ve ayrıca tütüne vergi konuldu.” (Hamr Emaneti, içkiden alınan vergilerin toplandığı maliye dairesidir.) Nitekim bu tarihten sonra devletin ekonomisi düzelince içki konusunda sert tedbirler alınmış, bozulunca içki yasağı gevşetilmiştir. Çünkü içki, tütün ve kahveden alınan Zecriye Vergisi hazinenin önemli bir gelir kalemidir.


“Dört köşesinde meyhanesi eksik”

İçki içtiği bilinen padişahlara gelince, Şeyhülislam, tarihçi ve müderris Hoca Sâdeddin Efendi’ye (ö.1599) göre kendini s¸araba veren ilk Osmanlı hükümdarı I. Bayezid'dir. I. Bayezid öyle bir içicidir ki, damadı Emir Seyyid, 1396 yılında Bursa’da yaptırdığı camide bir eksiklik görüp görmediğini soran padişaha “Bana öyle geliyor ki, bu caminin dört kös¸esine dört tane meyhane yapmak lâzım; binaya güzellik katar ve pâdis¸âhımızın, sık sık, sofra arkadas¸larıyla birlikte buraya gelmesini sag?lar,” demiştir.
‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Genel Tablosu’ adlı eserin yazarı Muradcan Tosunyan’ın (ö. 1807) aktardığı bir rivayete göre II. Bayezid (ö. 1512) de içkiye pek meyilliydi. Bütün ziyafetlerinde sarayının ileri gelenlerine içki ikram eder ve onları içmeye tes¸vik ederdi. Ama hükümranlıg?ının sonuna dog?ru s¸arabı terk etmiş ve öylesine tövbekâr bir hayat yas¸amıştı ki, ölümünden sonra ‘velî’ diye anılmaya başlamıştı.

Devlet adamı ve tarihçi Peçevi’ye (ö. 1650) göre ‘Osmanlı ülkesine halifeliği getirmekle’ maruf Yavuz Sultan Selim (ö. 1520), gönül erlerinden güzel sesli olanları ve güzel saz çalanları bir odaya toplar sabahlara kadar işret ederdi. II. Selim (ö.1574) ise muhtemelen içki konusunda çok mutaassıp olan babası Kanuni’ye inat öyle bir içkici olmuştu ki, sarhoş anlamına gelen ‘Mest’ lakabıyla tarihe geçmiştir. İslamcı yazar Kadir Mısıroğlu’na göre içkiye şehzadeliği zamanında dönemin önemli siyasi figürlerinden Josef Nasi tarafından alıştırılan Selim’in ölümünün hamamda içki âlemi sırasında kızları kovalarken mermerde kayarak yaralanması yüzünden olduğunu söyleyen de vardır, ölümünden kısa süre önce aşırı içki yüzünden sağlığı bozulduğu için “ayş ü işret ve saz ü sözden bil külliye el çektiğini” yazan da…


IV. Murad ve Bekri Mustafa

İlk erkek çocuğunun şerefine düzenlediği şenlik sırasında Cibali’nin büyük bir bölümünü yok eden yangından dolayı padişaha kızan halkın, tütünün en çok tüketildiği mekânlar olan kahvehanelerde padişah aleyhine konuşmalara başlamasına kızarak sadece kahve, tütün ve diğer keyif verici maddelerle birlikte içkiye karşı en sert tedbirleri alan IV. Murat (ö.1640), Halil İnalcık’a göre sıkı bir içiciydi. Muhafazakâr tarihçilere göre ise mustarip olduğu gut hastalığının verdiği acıyı hafifletmek için içmek zorunda kaldığı afyon yüzünden sendelediği için, içki içtiği sanılırdı! Ancak, ‘Ayyaşların Piri’ diye anılan Bekri Mustafa’nın onun döneminde yaşadığının sanıldığını hatırlatalım. Daha ilginci, içki içenler darağaçlarında sallandırılırken dönemin Şeyhülislamı Zekeriyazade Yahya Efendi, bir şiirinde bakın ne diyordu: "Mescitte riya pişeler etsin ko riyayı/ Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürai..." (Mescitte ikiyüzlüleri bırak ikiyüzlülük etsinler /Sen meyhaneye gel, ne ikiyüzlülük var ne ikiyüzlü.)

IV. Murad ve IV. Mehmed gibi yasakçı padişahlar döneminde yaşayan ve tam 50 yıl boyunca Osmanlı ülkesini karış karış gezen ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin şu satırları ise başkentteki içki kültürüne dair önemli ipuçları verir: "İstanbul'un dört çevresinde meyhaneler çoktur ama çokluk üzre Samatya kapısında, Kumkapı'da, Yeni Balıkpazarı'nda, Unkapanı'nda, Cibali kapısında, Fener kapısında, Balat kapısında ve Hasköy'de bulunur. Karadeniz Boğazı'na varınca her iskelede meyhane bulunur ama Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Yeniköy, Tarabya, Büyükdere ve Anadolu tarafında Kuzguncuk, Çengelköy, Üsküdar ve Kadıköy'de tabaka tabaka meyhaneler vardır." Çelebi’ye göre o yıllarda şehirde 2.623 meyhane vardır ve buralarda 11.639 kişi çalışmaktadır. Çelebi, ‘içkinin katresinin haram’ olmasına rağmen devletin sadece Galata’dan 70 bin kuruş ‘hamr’ vergisi topladığını da yazar.

İçkiyi seven padişahlar arasında elbette Lale Devri’nin padişahı III. Ahmet (ö.1730) vardır ama Necdet Sakaoğlu’na göre hem dindarlığı hem de 456 kişilik haremi ile tanınan selefi I. Mahmud da halvet âlemlerinden ve içkiden uzak değildir. (Hatırlayalım, modernleşmeci III. Selim ülkedeki bütün meyhaneleri kapatacak, içki içenleri idam ettirecek kadar katı bir içki düşmanıydı.)


Modernleşmeci padişahlar


Osmanlı modernleşmesinin bir başka önemli ismi II. Mahmut (ö. 1839) ise Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya karşı savaş hazırlıkları sırasında hastalanınca hekimi Abdülhak Molla’nın tavsiyesi ile içkiyi bırakıp süt içmeyi denemiş, bunu başaramayınca şarap ve absent içerek hastalanmış, sonra da ölmüştür.

Necdet Sakaoğlu’na göre Batıcı padişahlardan Abdülmecid (ö. 1861) içki bağımlısıdır; bazı geceler körkütük sarhoş durumda mabeyinciler tarafından arabasına konulup saraya götürülmüştür. Abdülaziz (ö. 1869) dönemi, ‘mecmua-ı zürefa’ denilen kibar zevatın gittiği ‘selatin meyhaneleri’ ile meşhurdur. II. Abdülhamid'e (ö. 1918) göre, ağabeyi V. Murad'ı (ö. 1876) içkiye alıştıran, geceleri sık sık buluştuğu şair Namık Kemal'dir.

Bu faslı, Ahmet Rıza Bey’in içki içmediği söylenen V. Mehmed Reşat’la (ö.1918) ilgili bir anısı ile kapatalım: "Sırp Kralı geldiğinde, Yıldız'da verdiği ziyafette Ayan Reisi yoktu. Ben, Padişah'ın sağına oturdum. Kadehlere şarap dolduruluyordu. Saygı olarak ben içmiyordum. Padişah yavaşça, ‘Yuvarlayıver’ dedi; ben de sağlığına içtim…"


II. Abdülhamit içer miydi?


Gelelim bazıları tarafından ‘Kızıl Sultan’ diye yerin dibine batırılan, bazılarınca ‘Ulu Hakan’ diye göklere çıkarılan 33. Osmanlı padişahı ‘Halife’ unvanlı II. Abdülhamit’in (1876-1909) içkiye karşı tutumuna.
Abdülhamit’in sadrazamlarından Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa’nın oğlu Celâleddin Velora Paşa “Az yer, içki içmez, kumar oynamaz, ibadetinde kusur göstermezdi” derken, Dahiliye Nazırı Reşit Mümtaz Paşa’nın oğlu Semih Mümtaz Bey de “Şehzadeliğinde bilhassa açıklıklarda yemek yemeyi tercih eder, bu gibi âlemlerin içkisiz eğlencelerine iltifat eylerdi,” diyerek ona destek çıkmıştı.
Buna karşılık, Abdülhamit’in şehzadeliğinde özellikle ağabeyi V. Murat’ın düzenlediği ‘âb âlemleri’ne katıldığı ve içki içtiği, içkiyle arasına mesafe koymasının, yakalandığı şiddetli zatürreeden sonra kendisini tedavi eden dönemin tanınmış doktorlarından Mavroyani Bey’in kendisini vereme yakalanabileceği korkutmasıyla olduğunu söyleyenler de var. Yine de, II. Abdülhamit’in soğuk algınlığı geçirdiği zamanlar, bu hastalığa iyi geldiğine inandığı konyak ve romu ilaç niyetine içtiği rivayet olunur. Bunda da bir gariplik yoktur, çünkü Hanefi mezhebine göre bu içkiler ‘nebiz’ faslına girmektedir.


Açıkhava meyhanesi

Ancak şu bilgiler konusunda pek şüphe yok: II. Abdülhamit cami ve mezarlıklara 100 arşından (yaklaşık 67 metre) daha yakın mesafeye meyhane açılmasına izin verilmemesi gibi, sade Müslüman vatandaşlarını tatmin etmekten başka bir önlem alma gereğini duymamıştır. Hatta, Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminin unutulmuş gazetecilerinden Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu’na göre, Abdülhamit dönemi, “etliye sütlüye karışmayan vatandaşlar için kocaman bir meyhane” idi. Kâğıthane ve Göksu’da yapılan incesazlı ‘ab âlemleri’ne, mehtap sefalarına ve fasıllara, rakılar, şaraplar, biralar, konyaklar eşlik ederdi. İçkiden uzak muhafazakâr devlet adamlarından eğlence düşkünü mirasyedilere uzanan geniş yelpazede pek çok meraklısı olan bu eğlenceleri izlemek için bazen padişahlar, sultan efendiler ya da şehzadeler de buralara gelirlerdi.


Fertek ve Mürefte rakıları

Daha ilginci, II. Abdülhamit döneminde alkollü içki üretimi devletin resmi faaliyetlerinden biri olmuştu. Bu konudaki ilk ürün 1880’lerin başında, o yıllarda Konya’ya bağlı olan Niğde’nin Fertek kasabasında üretilen Fertek Rakısı idi.

Daha sonra Abdülhamit’in tam 32 yıl boyunca başmabeyincisi olan ve arada maliye nazırlığı da yapan Sarıca Ragıp Mehmet Paşa tarafından Tekirdağ yolu üzerindeki Umurca Çiftliği’nde Osmanlı’nın ilk rakı fabrikasını kurdu. Umurca Rakısı halk arasında öylesine tutulmuştu ki, 1878’de devlet borçlarının ödenmesi için altı değişik verginin birleştirilmesinden oluştuğu için Rüsum-u Sitte (Altı Vergi) diye anılan verginin en önemli kalemini, bu rakıdan alınan vergi oluşturmuştu. Abdülhamit döneminin diğer ünlü rakıları Erdek Düzü ve Deniz Kızı (Bozcaada, Tenedos) rakılarıydı.

İsviçreli Bomonti Kardeşlerin 1885’te Şişli’de bira imalathanesi kurması, 1890’da bu imalathanenin ürettiği “halis Osmanlı birası”nın satışa sunulması, bu tesislerin 1902-1905’te modernize edilerek Bomonti Bira Fabrikası adıyla faaliyete geçmesi de Abdülhamit zamanında olmuştu.


Abdülhamit döneminde içkinin sadece meyhanelerde, birahanelerde, gazinolarda tüketildiğini düşünüyorsanız yanılırsınız. Çünkü Ayşe Fahriye Hanım’ın ilk baskısı 1883’te yapılan ve çok tutulan Ev Kadını adlı yemek kitabının 34. Bölümü “rakı içmemeyi nasihat ederek” başlıyor ama ardından “amma ille de içecekseniz Avrupa’dan ithal kötü ispirtolarla yapılan ve sağlığa çok zararlı olan rakıları içeceğinize, benim tarifim üzere evinizde rakı üretin onu için” diye devam ediyordu. Ardından basit bir imbik yapımı, iki tip rakı yapımı (mastika ve düz rakı) ayrıntılarıyla anlatılıyor ve bu düzenekle şıra ve şarap üretimi yapılabileceği de hatırlatılıyordu. Kısacası II. Abdülhamit dönemini, rakının ve biranın altın çağıydı.

Özetin özeti: Bana göre şer’i kurallarla örfi kuralların başarılı bir sentezi ile yönetilen Osmanlı İmparatorluğu’nun, toplumsal kültüründe içkinin, içkili mekânların önemli bir yeri vardı. Muhafazakâr çevrelerce, tepeden inme biçimde topluma empoze edildiği için haklı biçimde eleştirilen Cumhuriyet modernliğinin mütemmim cüzü olarak ‘adeta dayatıldığı’ iddia edilen içki kültürü de bu eski kültürün devamıydı. Ancak dayatıldığı iddiası doğru bile olsa, Kemalist rejimin başarılı olamadığı Türkiye’nin kişi başına içki tüketiminde 194 ülke arasında 147. Sırada olmasından anlaşılıyor. Yani iktidarın telaşı yersiz. Eğer bazılarının iddia ettiği gibi AKP iktidarı bu ve benzeri yasalarla, gizli ya da açık baskılarla, ‘halk sağlığı’ gibi itiraz edilemez bir gerekçenin ardına saklanarak, ‘dindar nesil yaratma’ stratejisinde yeni bir merhaleye geçiyorsa, korkarım yakında bu tür yazıların yazılması bile ‘halk sağlığı’ bahanesiyle engellenebilir....

Özet Kaynakça: Halil İnalcık Has-bağçede 'ayş u tarab:nedîmler, şâirler, mutribler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011; M. de D’Ohsson [Muradcan Tosunyan], 18. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler, Çeviren: Zehran Yüksel, Tercüman 1001 Temel Eser 3, tarihsiz; Reşat Ekrem Koçu, “Osmanlı Tarihinde Yasaklar,” Tarih Dünyası Dergisi, Özel Sayı, 1950; Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu, Eski İstanbul'dan Hatıralar, Kitabevi Yayınları, 2005; Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları-36 Osmanlı Padişahı, Oğlak Yayıncılık, 2012, Rakı Ansiklopedisi, Yayın Yönetmeni: Erdir Zat, Overteam Yayınları, 2010, Vefa Zat, “Meyhaneler” maddesi, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 5, s. 434-438, Kültür Bakanlığı ile Tarih Vakfı’nın ortak yayını, 1994, Reşat Ekrem Koçu, Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri, Tan Basımevi, 1947.

SON VİDEO HABER

İstanbul2da 4 katlı otelde yangın

Haber Ara