"Babam, Menderes aleyhine ifade vermediği için ölüme terk edildi" (Özel)
27 Mayıs 1960 darbesi döneminde İstanbul Emniyet Müdürü olan Faruk Oktay'ın oğlu H. Emre Oktay, babasının dönemin Başbakanı Adnan Menderes aleyhine ifade vermediği için işkence gördüğünü ve ölüme terk edildiğini söyledi. 1960 darbesinin Türkiye için
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-05-25 07:30:48
Annesine, ölene kadar babasının işkence yapılarak öldürüldüğünü söylemediklerini dile getiren Oktay, gözaltına alınırken babası ile vedalaşmadıklarını da belirterek "Son görüşümüz bu. Bir daha hiç görmedik. Aklımıza gelmedi; babacığım hakkını helal et; bir sarıl, öpüş. Hiçbir şey yok. Bindi bir cemseye; gidiş, o gidiş." dedi.
Ölüm haberi gelene kadar Yassıada'da hiç görüşmediklerini anlatan Oktay, 50 kelimelik mektuplarla haberleştiklerini ifade etti. Oktay, Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu'na da kırgın. "Darbecileri dinlediler, bizi dinlemediler." diyerek sitem etti.
"SEN PAŞANIN KARISIYLA NASIL EVLENİRSİN' DEYİP KURMAYLIĞI ALINMIŞ"
27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden tam 53 yıl geçti. Geriye ise darbeden yalnız acılar kaldı. Darbenin yetim bıraktığı isimlerden biri de Emre Oktay. 1958 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne atanan Faruk Oktay'ın oğlu, yaşadıklarını unutamıyor. Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) darbe dönemini anlatan Emre Oktay, babasının asker olduğunu ve yarbaylık rütbesindeyken annesiyle evlendiğini söylüyor. Annesinin ilk evliliğinin ise Korgeneral Kenan Dalbaşar ile olduğunu dile getiren Oktay, şöyle devam ediyor: "Fakat Korgeneral, 49 yaşında vefat etmiş. Annem iki çocukla dul kalmış. Babam da aynı bölgede Diyarbakır'da görev yapmışlar. Paşayı da tanıyor, annemi de paşadan dolayı tanıyor. Anneme yardımcı oluyor. 5 -6 sene sonra aralarındaki dostluk ilerliyor ve annemle evleniyorlar. Evlenince babam büyük bir tepki alıyor: 'Sen paşanın karısıyla nasıl evlenirsin?' diye. Babam kurmaymış, kurmay okulunda; çıkarıyorlar. Babam da çok fena içerliyor. Çünkü kendisi de paşa olacak. Askerlikten istifa ediyor. İstifa ettikten sonra İstanbul'a geliyorlar. Bir süre maddi sıkıntı çekiyorlar. Sonra Ankara Emniyeti'nde iş buluyor. Birinci daire, ikinci daire müdürü derken başarılı oluyor. Dikkati çekiyor, Ankara Emniyet Müdürü oluyor. Adnan Bey de babamı çok sevmiş. 1958'de Gümüşhane Valisi olarak giderken; Faruk Bey çok başarılı. Özellikle 6 Eylül olaylarında dikkati çekiyor. Ankara'da hiçbir şey olmadı. O bakımdan İstanbul da çok zor bir kent. İstanbul Emniyet Müdürlüğünde bir süre kalsın demişler. 1958'de yazın İstanbul'a Emniyet Müdürü olarak geldi. Ben 11 yaşındaydım. Darbe olduğu zaman 13 yaşındaydım. 2 sene İstanbul'da görev yaptı. Eceline gelmiş. 1960 Mayıs ayında darbe oldu."
"ÖĞRENCİ OLAYLARIYLA BAŞA ÇIKAMAYINCA SIKIYÖNETİM GELDİ"
CHP tarafından 28-29 Nisan olaylarının organize edildiğini anlatan Oktay, o dönem karışıklıkları gayet iyi hatırladığını belirterek "Başa çıkamayınca askere müracaat ettiler ve sıkıyönetim geldi. Zaten 1960'da sıkıyönetim var. 28 Nisan'dan beri asayiş onların elinde. Ben o zaman Şişli Koleji'nde talebeyim. Okulda böyle bize büyük ağabeylerimiz bakıyorlar. Ortaokuldayız. 'Sen emniyet müdürünün oğlu musun?' diye bakıyorlar. Belki de kaçırmayı falan düşünüyorlardı. Tehlike atlatmışız yani. Asayiş askere devredildikten sonra birtakım dedikodular çıktı: 'Olaylarda yüzlerce öğrenci öldü.' Kimse yok ortada, ama inanılıyor. Her yerde konuşulmaya başlandı. 'Ölüler ne oldu; kıyma makinelerinden geçirmişler; kıymaları da Konya yolunda asfaltın, inşaatın altına koymuşlar.' Böyle saçma sapan şeyler. İnanılacak gibi değil ama inanılıyordu. İşte bunlar darbeye ortam hazırlıyordu. İki öğrenci öldü ve ikisi de kazaydı." diye konuşuyor.
"BABAMLA KAPIDA BİLE VEDALAŞAMADIK; GİDİŞ, O GİDİŞ"
Babasının darbenin olduğu gün evde gözaltına alınmasını ise Oktay, şöyle anlatıyor: "Gece saat 03.00 gibiydi; yatmıştık, babam devamlı telefonla konuşuyordu. Hararetli hararetli konuşurken derken gürültüler. Böyle zelzele oluyor gibi. Salona fırladık. Bir baktık tank geldi. Topu da bizim camlara göre ayarlıyor. Sonra cemse kamyon üzerinde bir top, onu da ayarlıyorlar. İki cemse asker evi sardılar. Evde annem Nimet Oktay, babam Faruk Oktay, kardeşim Ömer ve ben, 13 ile 15 yaşında iki tane çocuk var. Filmlerdeki gibi projektörler, aydınlandı her taraf. Babam o sırada emniyet ile konuşmuş: 'Aman çocuklar silahlarınızı falan bırakın, karşı koymayın. Gelen askerdir, çatışma olur aman falan' diyor. Bunları gayet iyi hatırlıyorum. Sonra belediye başkanını, valiyi aradı. Ethem Yetkiner, İstanbul Valisi. Hepsini almışlar. Bize geldiler. Kapı çaldı. Annem çok telaşlı, biz de korktuk. Şok geçiriyoruz. Bunları şimdi sakin anlatıyorum, ama ödümüz koptu; götürüp bir şey yapacaklar diye. Kapıyı annem açtı. Süngülü, silahlı iki asker; 'Beyfendiyi karargaha götüreceğiz' dediler. Babam da giyinmişti zaten. Tabancasını aldılar, indiler merdivenden. Babam içerde telefonla konuşurken sıkıyönetime açmış; karşısına Numan Esin çıkmış. Ben Emniyet Müdürü kiminle görüşüyorum demiş. Bay X ile görüşüyorsunuz demiş. Evime geldiler askerler, beni almaya geldiler; nedir bu durum demiş. Teslim olacaksınız demiş. Numan Esin kitabında anlatır bunları. Bir kapıda vedalaşmadık inanır mısınız? Son görüşümüz bu; bir daha hiç görmedik. Aklımıza gelmedi; babacığım hakkını helal et; bir sarıl, öpüş. Hiçbir şey yok. Bindi bir cemseye; gidiş, o gidiş."
"BABAMIN İLAÇLARINI VERMEDİLER"
Babasının önce Davutpaşa Kışlası'na götürüldüğünü dile getiren Oktay, "Babam tansiyon hastasıydı. Onun yaşamsal önemde ilaçları vardı. Onları almazsa kötü olur. Annem onları hazırlayıp büyük abime verdi. O da gitmiş Faruk Oktay'ın ilaçlarını getirdim demiş. Eline bir vurmuşlar, ilaçlar saçılmış, bir dövmedikleri kalmış. Azarlamışlar, kovmuşlar. Bembeyaz yüzle geri geldi." şeklinde konuşuyor.
O dönemin bugün Silivri, Ergenekon, Balyoz tutuklamalarıyla mukayese edildiğini hatırlatan Oktay, ilgisinin bulunmadığını vurguluyor. "Bizimkiler orda tükürük, tekme yiyor. Yerlerde sürüklüyorlar. Dövüyorlar, neler öğrendik neler? Onlar şimdi GATA'ya gidiyorlar, muayene oluyorlar. İcabet ederse kalıyorlar. İlgisi yok, bunları söyleyenler, bilmeyenler..."
"50 KELİMELİK MEKTUPLARLA HABERLEŞTİK"
Soruşturma aşamasında babasıyla hiç görüştürülmediklerini ifade eden Oktay, gözaltına alındıktan sonra bir daha görmediklerini belirtiyor. Babasının Yassıada'ya götürülmesinden sonra 50 kelimelik mektuplarla yazışmalar olduğunu anlatan Oktay, "50 kelimelik mektuplarda da 'nasılsın, iyi misin, bir şeye ihtiyacın var mı, kazağın, gömleğin.' Havalar soğuyor çünkü; eylülde vefat etti. Mektuplarda da nasılsın iyi misin; çünkü sansürden geçiyor. Önemli bir şey yazarsanız hem başınız belaya girer hem de vermezler. Mektupları Kuzey Deniz Saha Komutanlığına veriyorduk; ordan da bize geliyordu. Haziran'da Yassıada'ya gitti. 4 ay kaldı; 30 tane falan mektup vardır." diyor.
"MALIMIZA, MÜLKÜMÜZE EL KONULDUĞU İÇİN BABAMA PARA GÖNDEREMEDİK"
Babası başta olmak üzere tüm demokratların 'malınızı, mülkünüzü haksız kazanmışsınız.' denerek mal varlıklarına el konulduğunu anlatan Oktay, şöyle devam ediyor: "Banka hesaplarına el konuyor. Böyle çok büyük sıkıntı içindeydik. Babam Yassıada'dan mektuplarında diyor ki 'aman Nimet para gönderin. 300-500 lira para istiyor.' Para yok ki bankadan para çekemiyorsunuz. Her şeye el koymuşlar ve inanılmaz bir acımasızlık var. Çok serttiler, acımasızdılar ve nefret doluydular. 27 Mayıs'ı yapanlar nefret doluydu. Ben böyle şey görmedim. Biz çocuğuz, beni dövdüler. Komşu apartmanda Halk Partililer oturuyordu. 13 yaşında çocuk; o kapıcıyı falan kandırmışlar hep beraber beni dövdüler; sille tokat. Yapılacak şey mi? Baban hapiste diye. Olacak şey değil; bu nasıl bir insan, nasıl bir vicdan, nasıl bir zulüm. Anlatıyorum da inanamıyor insanlar."
"BABAMIN YÖNLENDİRDİĞİ AVUKAT 50 BİN LİRA PARA İSTEDİ"
Mektuplar dışında Yassıada'da ne olup bittiğini bilmediklerini dile getiren Oktay, babasının avukat Nail Bey'e yardımcı olması için yönlendirdiğini ifade ediyor. Annesiyle Nail Bey'e gittiklerini anlatan Oktay, "Nail Bey'e durumu anlattık, bizden bir para istedi; o zaman 50 bin lira. Bugün için inanılmaz bir para. O zaman yanılmıyorsam 5-10 bin liraya daire alınıyordu. Bizde öyle bir para yok ki. O herhalde 'bunların kıyıda köşede paraları vardır' diye düşündü. Böylede bir acımasızlık vardı. Rahmetli Burhan Apaydın, Talat Asal; bunlar çok önemli insanlar. Hiçbir menfaat gözetmeksizin Adnan Menderes'in avukatlığını üstlendiler. Kolay iş değil. O zaman Adnan Menderes'e selam vermek cesaret isterdi. Avukat da kabul etmeyince babam çok üzüldü. Biz de üzüldük, para istiyor, para yok. Genç bir avukat falan bulalım derken zaten ölüm haberini aldık." diye konuşuyor.
"BABANIZ ÖLDÜ, NEREYE GÖMELİM"
Babasının ölüm haberini de Oktay, şöyle anlatıyor: "Biz okuldan eve geldik. Baktık bir kalabalık. Birçok kişi gelmiş, komşular falan. Askerler eve gelmişler. Öldüğünü söyleyecekler, annem öyle bir telaş yapmış ki çekinmişler söylememişler. Basına de demişler. Şimdi hasta demişler. Annem, 'hastaymış, iyi değilmiş, çok merak ediyorum, haber bekliyorum' dedi. Elleri buz gibi titriyor. Tabi okuldan geldik, bizim de asabımız bozuldu. Sonra birden bir telefon çaldı. Annem açtı telefonu; a, a dedi fenalık geçirdi. Bıraktı oraya yığıldı. Sonra halam geldi telefona: 'Yav bu böyle mi söylenir, ne biçim insansınız' dedi. 'Faruk Bey öldü, nereye defnedeceğiz' demişler. Böylece öğrenmiş olduk. Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi'nin morgunda, gidin alın cesedini demişler. Büyük abim, dayım gitti. Aman siz görmeyin dediler. Yara bere içinde; göstermediler."
"MENDERES VE BAYAR'DAN ATEŞ ET EMRİ ALDIĞINI SÖYLEMESİ İÇİN İŞKENCE YAPMIŞLAR"
Darbeden sonra Yüksek Soruşturma Kurulu ile Yüksek Adalet Divanı oluşturulduğunu dile getiren Oktay, Yüksek Adalet Divanının yargılamaları, Yüksek Soruşturma Kurulunun da Demokrat Parti'nin suçları hakkında materyal topladığını ifade ediyor.
En büyük suç olarak ise '200-300 tane öğrencinin cesedi nerde?' olduğunu belirten Oktay, "Yüzlerce dediler ya. Sorgulamalarda emniyet grubuna kötü muamele ediyorlar. Nerde bu ölüler diyorlar. Babam da ölü falan yok diyor. Sen öğrencilere ateş ettin. Ateş de etmedik. Ateş emri de yok. Ölü öğrenci de yok. Ölü öğrenci varsa bunların aileleri nerde; aile falan yok ki. Bunun üzerine sinirleniyorlar. Çünkü darbenin bir anlamı kalmıyor. Darbeyi niye yaptık; ölü yok. Bütün o yalanların hiçbiri çıkmıyor. Sen öğrencilere ateş etmedin ama Celal Bayar ve Adnan Menderes sana ateş et emri verdi, diyorlar. O dese ki evet bana ateş et emri verdiler; ben etmedim dese onları suçlayacak kendini kurtaracak. Babam da öyle bir insan değildi Allah'a şükür. Öyle bir şeyi kabul etmemiş. Ben emir de almadım ateş de etmedim demiş. Bunun üzerine işte işkence görüyor. Bizanslılardan kalma zindanlar var. 2009 yılında gittim. Dövüp dövüp oraya atıyorlarmış. Anılardan da öğreniyoruz; Yassıada'dan çıkıp gelenler de anlattı. Annem çok üzüldüğü için kısa kesiyorlardı." şeklinde konuşuyor.
"ASKERİ VESAYET 27 MAYIS 1960 DARBESİYLE YASALLAŞTIRILDI"
27 Mayıs 1960 darbesinin Türkiye için bir felaket olduğuna dikkat çeken Oktay, sözlerine şöyle devam ediyor: "Türk demokrasisinin rafa kalktığı, sözde demokrasinin yürürlüğe sokulduğu çok kötü bir dönemin başlangıcı oldu. Askeri vesayetin Türk demokrasisini kontrolü altına, eli altına aldığı bir tarihtir. Çünkü askeri vesayet 27 Mayıs'ta yasallaştırıldı, 1961 Anayasasıyla. Halk iradesiyle devlet arasında bir takım kurumları koydular. Milli Güvenlik Kurulu, Senato, Anayasa Mahkemesi. Atatürk'ün adını kullandılar, bunlar halka tepeden baktılar. Askerin kabul etmediği hiçbir kararı siyasetçiler alamadı yıllarca. Menderes'in Polatkan'ın, Zorlu'nun asılmış o fotoğrafları siyasetçilerin gözünün önünden gitmedi. Hep korktular. Zaten asker hep aba altından sopa gösterdi. 28 Şubat'a kadar geldi bu. Nihayet 2000 yılından sonra askeri vesayet ortadan kalkıyor. Ordu içinde cuntalar teşekkül ediyor. Bu cuntalar devleti ele geçiriyorlar, gasp ediyorlar. 200-300 tane subay çok büyük kötülükler yaptı. Askeri vazifesi memleketi düşmana karşı korumaktır."
27 Mayıs'ın arkasında İnönü ve CHP'nin bulunduğunun altını çizen Oktay, bunun açık seçik ortada olduğunu ve tartışılacak bir tarafı kalmadığını ifade ediyor. CHP'nin istemesi halinde o dönem idamları durdurabileceğini kaydediyor.
"DARBELERİN TEMELİNDE 27 MAYIS VAR"
Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat, e-muhtıra gibi bunların hepsinin orijininde, temelinde 27 Mayıs olduğuna dikkat çeken Oktay, "Çünkü 27 Mayıs çok kolay bir şekilde gerçekleşti. 27 Mayıs'ı yapanlar, cezalandırılmadılar; bilakis ordu içinde çok önemli mevkilere geldiler ve bu da çok büyük cesaret verdi. Yassıada'da 'Allah'sız gardiyan' dediğimiz Tarık Güryay'ın emir subayları Teoman Koman, Akay Şakman. Yassıada'da büyük işkenceler yapıldı, çok kişi öldü. Hiç konuşmadılar. Teoman Koman Jandarma Genel Komutanı oldu, MİT Müsteşarı oldu. Şimdi 28 Şubat'tan tutuklu bulunuyor. Bir anlatsa Faruk Oktay'a ne oldu? 27 Mayıs cezalandırılmayınca ben burada 20 tane darbecik, darbe, müdahale sayabilirim. Devamlı asker müdahale etti. Böyle demokrasi olur mu? 1962'de Talat Aydemir olayları oldu. 1963'te yine Talat Aydemir olayları oldu. Sivillerin Cumhurbaşkanı adayı Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'di. Fakat Çankaya protokolü diye bir protokol verdi askerler. Dediler ki tek aday göstereceksiniz, o da Orgeneral Cemal Gürsel'dir. Onu seçeceksiniz dediler ve öyle seçildi. Cemal Gürsel'in Cumhurbaşkanlığı dayatmadır. Masaya yatırmak lazım, Cumhurbaşkanlığını iptal etmek lazım. Ondan sonra devam etti." diye konuşuyor.
"KOMİSYON DARBECİLERİ DİNLEDİ, BİZİ DİNLEMEDİ"
Meclis'te kurulan Darbeleri Araştırma Komisyonu'na da sitem eden Oktay, şunları söylüyor: "Ayhan Sefer Üstün'ün Emre Oktay'ı dinleyeceğiz diye bir ifadesi var. Biz de dinleyecekler diye çok memnun olmuştuk. Her hafta bekliyorduk. Sonra Darbeleri Araştırma Komisyonu kuruldu. Başına Nimet Baş geldi. Uzun süre çalıştı, biz hep bekledik. Ama darbecileri dinlemişler bizi dinlemediler. Numan Esin'i, Şefik Soyuyüce, Ahmet Er'i dinlemişler, Mustafa Kaplan'ı dinlemişler; Emre Oktay'ı dinlemediler. Bizi dinlemediler, anlatamadık bunları ve çok üzüldük. İçimiz burkuldu maalesef. Raporu vermişler."
"ANNEM, BABAMIN ÖLÜMÜYLE BİRLİKTE HEP YASTAYDI"
Babasının Yassıada'da işkenceyle öldürüldüğünün annesinden hep saklandığını anlatan Oktay, "Annemden bunlar saklandı. Yassıada'da kalp krizinden öldü olarak o kabul etti. Fakat hayata küstü tabi. Tam hayata küskünlüğün zirvesindeyken abim Ömer verem oldu. Ve bir gün evde kan kustu, hemen alıp hastaneye götürdük. Abimin bu tehlikeli ölümcül hastalığı annemi hayata bağladı. Onu kurtarmak için dört elle doktorlara götürdü. İki oğlu Ömer, Emre'yi yetiştirmek üzere hayatın motivasyonunu elde etti. 1973'te kendisini de kaybettik. Hep böyle yasta olan bir insandı. Bir kalp krizi geçirdi ve öldü." şeklinde konuşuyor.
"DARBE SÖZCÜĞÜ BENDE DÜŞMANIN ÜLKEYİ İŞGAL ETMESİ ANLAMI UYANDIRIYOR"
Darbe sözcüğünün kendisinde 'düşmanın ülkeyi işgal etmesi' anlamını uyandırdığını dile getiren Oktay, demokrasinin ortadan kalkmasının bir zelzele, bir afet olduğunu vurguluyor. 1960 darbesinin iyi olduğu yönündeki görüşler için ise Oktay, "Darbenin iyisi, kötüsü; bu çok yanlış. Benim darbem senin darben diye bir şey olmaz. Aklı başında solcular, hiçbir zaman 1960 darbesini savunmamaları gerekir. Çünkü 1960 darbesi neresinden bakarsanız bakın tamamen faşizan bir darbe. Neresini savunuyorlar? Türkiye'de solu zaten merkez sağ yapıyor. Halka vermek, halka inmek demek; öyle bir şey yok ki. Mesela bakıyorsunuz ben solcuyum diyen bir partiye, sosyetik bir parti oluyor. Böyle bir şey değil ki solculuk." değerlendirmesinde bulunuyor.
SON VİDEO HABER
Haber Ara