Dolar

35,4856

Euro

36,4774

Altın

3.091,70

Bist

9.977,94

İslamcılığın iktidarla imtihanı yada İslamcılığın dönüşümü

Öncelikle İslamcılık dediğimizde herkesin üzerinde uzlaştığı bir tanım ve bu tanımın ortaya çıkışından hareketle de tarihsel seyrinin mutabakatlığından söz etmiyoruz. Aslında biz İslamcığı biraz da Türkiye’nin kendi özel şartları içersine hapsederek anlamaya çalışıyoruz. Bu nedenle konuştuğumuz konunun İslamcılık mı yoksa muhafazakârlık mı olduğu belli olmuyor ve bu iki kavramında karışmasına yol açıyor.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-05-24 01:41:07

İslamcılığın iktidarla imtihanı yada İslamcılığın dönüşümü

TIMETURK / NEVZAT ÇİÇEK 

Türkiye’de Ak Parti iktidarıyla birlikte siyasal ve toplumsal alandaki değişim tartışmaları yeni ve eski olan üzerinde hemen hemen her alanda yoğunlaşıyor. Askeri vesayet, Kürt sorunu, Anayasa ve muhafazakârlık tartışmaları yapılsa da eski mahallede en çok İslamcılık tartışması ses getiriyor.

AK Parti’de siyaset yapıcıların büyük bir kısmının geçmişi göz önüne alındığında bu tartışmaların merkezinde İslamcılığın oturması gayet anlaşılır olarak karşımıza çıkıyor

Zeytinburnu Belediyesi tarafından geçen hafta düzenlenen Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi Sempozyumu normal rayında devam etmeyen ama tartışılması sürekli olarak istenen İslamcılık tartışmasını tekrar başlattı.

Öncelikle İslamcılık dediğimizde herkesin üzerinde uzlaştığı bir tanım ve bu tanımın ortaya çıkışından hareketle de tarihsel seyrinin mutabakatlığından söz etmiyoruz. Aslında biz İslamcığı biraz da Türkiye’nin kendi özel şartları içersine hapsederek anlamaya çalışıyoruz. Bu nedenle konuştuğumuz konunun İslamcılık mı yoksa muhafazakârlık mı olduğu belli olmuyor ve bu iki kavramında karışmasına yol açıyor.

Bugün ne yazık ki İslamcılığın tek bir tanımı yok. İslamcı cümlesi doğu’da İslamî hassasiyetleri, Batı’da ise terörize olmuş yapıları ifade edebiliyor. Aynı cümle bazı cemaatlerde Radikalizm bazı coğrafyalarda Selefilik bazı ülkelerde mezhepçilik bazı yerlerde ise tasavvuf olarak karşımıza çıkabiliyor. Cümlenin kendisi bile üzerinde uzlaşıyı getirmediği için aslında yapılan her yorumda meselenin bir yerini açıklıyor

Türkiye’de genel olarak kabul gören görüşe “İslâmcılık, İslâm dünyasının içine düşmüş bulunduğu derin krizi açıkça ve gizlenemez bir tarzda iliklerine kadar hissetmeye başladığı XIX. Asır Osmanlısında ortaya çıkan, zamanla değişik mecralardan akarak Cumhuriyet’e de intikal eden, fakat 1960’tan itibaren kökleriyle bağlarını kopararak başka renklere bürünmeye başlayan kültürel, medenî ve siyâsî bir akımdır.” Bu tanımla hareket edildiğinde İslâmcılık’ın tarih sahnesine çıkışı, normal ve tabiî değildir ve şartların zorlaması ile olmuştur. Modernite karşıtı olan bir akımdır ve modern bir hareket olarak karşımıza çıkmıştır.
Bu görüş karşısında yer alan bir diğer görüş ise İslamcılık her şeyden önce Kur’an ve sünnet hareketine dönüştür ve bu nedenle de yorum olarak kabul edilmelidir.

Bana göre İslamcılık davası olan bir harekettir ve bu “İslam Medeniyeti”nin bir yorumlanış şeklidir.Bu nedenle İslamcılık Osmanlı ve Türkiye ile sınırlı tutulacak bir yorum şekli değildir ve asla olmamalıdır. Beslenme kaynağı kadim olan bu hareketin en büyük handikapı bunun batı medeniyeti karşısındaki yenilgiden açıklanması ve milat olarak oranın alınmasıdır.
Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmed Cevdet Paşa, Ali Suavi, Cemalettin Afgani ve Muhammed Abduh’un aralarında bulunduğu enletektüel bir kesimin ‘Kâfire benzemek küfrü gerektirir’ özetiyle faturanın İslam’a çıkarılmasını reddeden, sonradan ‘İslamcılar’ diye tanımlanacak bu isimlerin, ‘Batı karşısındaki yenilgimize din değil onun bugüne kadarki yorum ve yaşanış biçimi sebep olmuştur.’ Sözü üzerinden Türkiye İslamcılığı masaya yatırılsa da evrensel olandan kopuk bir tanım ve sonuç getireceği unutulmamalıdır.

“İslamcılığı İslam’ın değil bazı Müslümanların içinde bulundukları siyasal ve toplumsal koşullarla etkileşiminin ve bilinçli çabalarının bir sonucu olarak görmekte ve dolayısıyla da ülkeden ülkeye, İslamcıdan İslamcıya farklılık gösterdiği temelinde İslamcılığın analiz edilmesi gerekti” gerçeği üzerinden İslamcılığı ele alacaksak bu ülke ve cemaatlerin birbirini nasıl etkilediği ve bunların siyasal sonuçlarını da tartışmamız gerekiyor.

İslamcılığı sadece 28 Şubat 1997 “postmodern darbesi” ve ardından da Ak Parti iktidarı sonrası İslamcılık olgusunu merkeze alarak analiz eden metinler üzerinden bir okuma yapmak bizi İslamcılığa değil Muhafazakarlığa doğru götürür
Bugün ne yazık ki İslamcılıkla muhafazakarlık tanımları çok iç içe girdi ve tartışmalarda ne yazık ki bu iki kavram çok karıştırılıyor ve bizi yanlışa götürüyor

Öncelikle İslamcıları muhafazakârlardan ayıran en belirgin nitelikler, dava sahibi olmaları ve bu davanın Müslümanların yaşamlarından değil, İslam’ın metninden kaynaklanmasıdır. Yani Kur’an gibi bir kaynağın Müslümanların yaşamlarında belirgin olması bu yaşantının da beraberinde bir bütün olarak İslam’ın temel hükümlerinden güç alması İslamcılığın en temel olgusudur. Oysa muhafazakârlığın meşruiyeti ise metne değil, somut halka ve toplumun yaşam tarzına dayanmaktadır.Bu bakımdan siyasal olarak söyleyeceksek AK Parti , İslamcılıktan daha çok muhafazakârlaşmadır.

Ak Parti iktidarı ile birlikte iktidar tecrübesini yaşayan eski İslamcılar, bir kriz içerisine girerek İslamcılığı “faydalı bir öteki olarak” araçsallaştırmış ve reddedilmesi gereken bir olgu olarak görmüşlerdir. İslamcılığının siyasal iddialarından vazgeçerek iktidar sahibi olmuşlardır. İslamcılığın siyasal iddiası İslam’ın hükümlerini toplumsal olarak yaşanabilir kılmaktır. Geçmiş dönemde Şeriat isteriz sloganları atan ağabeylerimiz bugün gerçek Şeriat’ın demokrasi olduğunu ifade etmektedirler. Bugün aslında Ak Parti, kimi İslamcılıktan kaynaklanan toplumsal talepleri yaşanabilir kılmaya çalışmaktadır. Partiyi harekete geçiren ve meşruiyet kazandıran talepler somut halka dayanmaktadır.

İslamcılığı siyasal olarak anlamlandıranlar ise, ele geçirilecek iktidar üzerinden toparlanmanın mümkün olacağını düşünmüşlerdir ama gerek çok uzun yıllar iktidar deneyimleri olmamaları ve gerekse de sistemleri İslam’dan uzak gördüklerinden dolayı aralarına koydukları mesafeler ve iktidar olma gerçekleri iktidarı ele geçirmekten ziyade kurumları ele geçirme üzerine odaklanmış buda siyasal olarak bir toparlanmayı getirse de eski düşüncelerle araya ciddi bir mesafeyi koymuştur. İslamcılık son yıllar göz önüne alındığında değişen devlet paradigması ile beraber daha soft bir hale getirilerek sistem içerisine dahil edilmiştir.

İslamcılık ölmemiştir, İslamcılık hiçbir zaman devletlerde, iktidarlarda yaşamadı. Eğer siz İslamcılığın ölüp ölmediğini devlet katlarında arıyorsanız siz zaten İslamcılığı öldürmüşsünüz. İslamcılık kitapevlerinde, cemaatlerde, yardım teşkilatlarında ve öğrenci yurtlarında halen gelişmeye devam ediyor. Siyasal partiler İslamcılığı ne kadar dönüştürmeye çalışsa da sivil alanlar o denli sağlıklı bir dönüşüm için çabalıyor. Eğer İslamcılık ölseydi bugün Afrika’nın Dadaap Mülteci Kampı’nda bütün ölüm riskine rağmen bir çuval pirinç götürmek için insanlar canlarını vermeyi göze almazdı.


Bu bağlamda İslamcılık bana göre kısaca derdi ve davası olan insanların hareketidir. Bugün ideolojileştirerek, İslam’ı dünya nizamı parantezine hapsediyor ve onu savunurken en asli değerlerinden ibadet kısmını terk ederek onu seküler-liberal bir hale sokuyoruz. Bugün İslamcılığın söz konusu iktidar tecrübesi, geçmişte maruz kalınan engelleme ve kısıtlamalardan kurtulmanın yönünü liberal ve demokratik söylemler etrafında dile getirilen tezlerde aradığı ve bulduğu için, İslamcılık dilinde “sessizleşme” ve “fakirleşme” yaşanıyor. İslamcılık kadim gelenekten gelen yorum şekli olarak bugün hala doğrulmaya çalışıyor…

Haber Ara