Engin Ardıç, “İyi yazılmış kötü romanlar” diye sınıflandırıyordu. Bir vakitler, ciddi ciddi, iyi yazılmış kötü romanlara sardırdığımı hatırlıyorum.
Buradaki “kötü”, bir kategoriye, yani yapılan işin “edebiyat dışı” olduğuna işaret ediyor. Edebiyat dışı demek de, ille de “Berbattır, zinhar okumayın” demek değildir.
Bilakis okumalı, tefekkür etmeli, üzerinde düşünmeli.
Meselelere “komplo” görüngesinden bakan bir zihin yapısına sahip olamadım ama “komplo” edebiyatının ya da (meşrebinize göre) yazınının açıklayıcı örneklerine de büsbütün gözlerimi kapayamadım.
İşte “iyi yazılmış kötü romanlar” kategorisine girecek “Yahuda’nın Pençesi...” Bu kitap, bir MOSSAD kaçkını olanVictor Ostrovski tarafından kaleme alındı. Ve, İzak Rabin öldürüleceğini (hem de yıllar öncesinden) öngördü.
Ostrovski’ye göre, Rabin’i MOSSAD’la bağlantılı fanatik güçler öldürecekti.
Maksat, Camp David anlaşmasının altını boşaltmak, “barış”a yaklaşmış İsrailli politikacılara gözdağı vermekti.
Öyle de oldu.
Bu cinayetle (yani suikasle) hem Camp David’de elde edilenler, hem de azgın bir “barışçı” portresi çizmeye başlayan İzak Rabin ortadan kaldırılmış oldu.
Komplo ya da “casusiye” deyip geçmemek lazım.
Bu türün “edebi” örnekleri de var.
John Le Care’yi mesela, hem edebiyat izleyicileri, hem de komplo meraklıları okur.
Kendi adıma, Türkçede yayımlanan bütün kitaplarını, okudum. Faulkner tadı bırakan bir yazar.
Forsyth’ı da bu kategoriye dahil etmeli mi, bilmiyorum.
Büsbütün “edebiyat dışı” gelmiyor bana... Forsyth’ta çünkü, edebiyat okurlarını da ses yöneltecek fantastik bir“anlatma çabası” var. Özellikle uzun öykülerinde...
Bu kadar laf ne için?
Biliyorsunuz, “iyi yazılmış kötü romanların şahı” Dan Brown, yepyeni eseriyle Türk okurlarının karşısına çıktı:“Cehennem.”
Kitap, dünya dilleriyle birlikte, aynı anda Türkçede çıktı.
Bildik Brown temalarının işlendiği kitapta, Türkiye’den ve İstanbul’dan bahisler de var. (Ayasofya’daki gizli dehlizler, vs...)
Kitap yayınlanır yayınlanmaz, “Brown pazarlamacıları” hemen durumdan vazife çıkardılar ve bu eşsiz romancının ülkemizden bahsetmek suretiyle, “turizmimize şahane bir katkıda bulunduğunu” yazıp çizmeye başladılar.
Bu çerçevede, iki adet televizyon programı izledim, birkaç da köşe yazısı okudum.
Fakat ilginç haber:
Dan Brown’un “Cehennem”inde ele aldığı konu, ayniyle Turgay Güler’in, üç hafta kadar önce yayımlanan “Sır Küpü”nde işlenmiş... (Veba salgını, kıtlık, Ayasofya’daki gizli dehlizler. Ve daha fazlası...) Üstelik daha akıcı bir dille, daha heyecanlı bir kurguyla...
Üstelik daha “edebi” sayacağımız bir yordamla.
Deyim yerindeyse, iki yazar pişti olmuşlar.
Turgay Güler, “Sır Küpü”nde, Avrupa’daki veba salgınından yola çıkarak, dünyayı yöneten “güç merkez”inin (ismini söylemiyorum, kitaptan okursunuz), dünya kaynakları üzerindeki tasarrufunu ve bu tasarrufa engel olan politikacıların“serencamını” anlatıyor. Kısaca böyle özetleyeyim...
Kitapta, Türkiye’deki son siyasi olaylara göndermeler de var.
Denilebilirse, Turgay Güler, “gazete haberi” olarak okuyup geçtiğimiz hadiselerin (darbe soruşturmaları, BaşbakanErdoğan’a yönelik suikast iddiaları, MİT krizi, Ortadoğu’daki siyasi çalkantılar, Türkiye’nin bölgedeki rolü, vs.) arkasındaki “derin maksadı” deşifre ediyor ve ilginç öngörülerde bulunuyor. (Bu arada, ilk kitabı Mehdix’teki öngörülerin bir bir gerçekleştiğini hatırlatalım.)
Hülasa, Ülke TV’deki program arkadaşım Turgay Güler, harikulade bir romana imza atmış ve Dan Brown’a nal toplatmış.
Bunu belirtmeyi ödev sayıyor ve insanlığı “Sır Küpü”nü okumaya davet ediyorum.