Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Erdoğan Obama görüşmesi ve Suriye kilidi

Başbakan'ın bugün ABD Başkanı Obama ile yapacağı görüşmenin, zaten Türkiye dışında varılmış bir konsensüsü, tekrar tartışmaya açmak ve Türkiye'nin kendi teklif ettiği şartlara uygun bir çözüm temelinde ABD ile birlikte hareket etmek yönünde olacağını tahmin edebiliriz.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-05-16 20:45:32

Erdoğan Obama görüşmesi ve Suriye kilidi

 TIMETURK / Abdullah Kuloğlu


Soğuk Savaş Sonrası Zorunlu "İzahsız Değişim" Gerçeği ve Müslümanlar

1- Avrupa'da..

Arap Baharı ile birlikte başlayan halk hareketlerinin İslam Dünyasında bütün statükoları sarstığı, devletlerin klasik tutumlarını zorladığı bir süreci hep birlikte müşahade ediyoruz. Bu yeni durum ve hareket karşısında ayakta durmaya çalışanlar olduğu gibi, bundan istifade ederek konumunu iyileştirmeye çalışan pragmatik tavır ve hesapların olduğu da bir bedahat.

Değişim-kaos gerçeğinin bir önceki dönem olan Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle yıkılan "sol irade"nin vakum etkisiyle tetiklendiğini görebiliyoruz. Sovyet blokunda yer alan veya yakın duran yapıların tek tek kendiliğinden tasfiye olduğu bir geçiş döneminin tüm tezahürleri ile karşı karşıyayız. Soğuk Savaş sonrası dünya "yeni dünya düzeni" ihtiyacının kaçınılmaz arayışında kıvranıyor.

Sovyetler Birliği döneminde batı karşısında mevzilenmiş devlet ve yapıların "sol şemsiye" altında birlenebildiği ve birbirine nisbetle bir ahenk ve uyum altında toparlanabildiği görülüyordu. Baş aktör olarak Sovyetler'in stratejik aklının ürünü olan bu dönemin sona ermesiyle birlikte, bu merkez "sekreterya"dan mahrum kalan devlet ve yapıların başta Avrupa'nın doğusunu çevreleyen ülkeler olmak üzere çözüldüğü ve batı ittifakına dahil olduğu görüldü. Peşinden bağlantısızlar gurubunun Avrupa'nın göbeğinde üyesi Yugoslavya parçalandı. Bu ilk dönem çözülmenin Avrupa hayat tarzı ve anlayışına tabiî olarak akan ülkelerde gerçekleşmesi yine gayet tabiî olarak sorunsuz ve kolay oldu. Esas konumuz bu olmadığı için kitaplık çapta izahı gereken bu konuyu hızla geçelim. Ve Avrupa dışında Ortadoğu özeline bakalım.

2- Avrupa Dışında.. (İslam Dünyasında)

İkinci halka olarak - Avrupa merkez karasında dönüşüm tamamlandıktan sonra- Güney Amerika, Afrika ve Asya'da dönüşümün sancıları görülmeye başlandı. Sovyet "sekreterya"sının idarede merkezî bir irade belirtmesi ve bunun saçağındaki devlet ve yapılarda oluşturduğu katı yönetim anlayışı bu sancıları şiddetlendirdi. Biriken değişim enerjisi sonunda patladı ve yeni bir dünyanın kurulmasını ihtar eden şartlarıyla ufuklardan belirmeye başladı.

Birinci dalgada Doğu Avrupa'da Sovyet mihverinin parçalanması ile görünen kültür, hayat tarzı ve anlayış olarak tezatsız bir bütünleşme imkânı, söz konusu olan İslam Dünyası olduğunda tezatsız bir bütünleşme değil, aksine bambaşka kutuplaşma imkânlarıyla Batı ittifakını ürküttü.

Sovyet "sekreterya"sının saçağında bulunan İslam ülkelerine vuran bu değişim dalgası sadece bu ülkeleri zorlamakla kalmadı, batı ittifakına dahil olan antidemokratik ülkeleri de vurdu!.. Batı ittifakının söz konusu olan Afrika ve Asya olduğunda "dönüşüm" konusunda kararsız ve isteksiz olmalarının sebebini anlamak bakımından işin bu iki yönü önemlidir.

Batı ittifakı Tunus'ta bu dönüşüm başladığında, henüz ortak bir akıl ve çözümde birleşmiş değillerdi ve hala ortak bir akıl sahibi oldukları söylenemez. Bugün ise batı ittifakını oluşturan ABD-Avrupa-İsrail üçlüsünün birbirinden farklı ve zıt tezler ortaya attıkları ve durumu kontrol altında tutmaya çalıştıklarını görüyoruz. Müslüman kitlelerin durumuna gelince, resmî ve gayri resmî yapılarıyla bu değişimi karşılamanın maddi altyapısından mahrum olmaları bir yana, KENDİ KURULUŞUNA vücut verecek bir manalandırma konusunda da tümüyle hazırlıksız ve şaşkın durumdalar.

Bugün neyi istediğini bilmeyen fakat mevcuttan da memnun olmayan hareketli müslüman kitlelerin bu "izahsız değişim" isteğinin, Batı ve İslam Dünyası cephesiyle hangi dünya görüşü ve proje ile tatmin edileceği konusu boşlukta yüzüyor.

Latin Amerika'ya bakan yönü konumuz dışında olduğu için girmeyeceğim.

İslam Dünyasındaki Baas -sosyalist arap milliyetçiliği- düzeni, Sosyalist irade merkezî dünya görüşü olan marksizmin fikrî iflasının tabiî sonucu olarak aradan çekilince "boşluk"ta yer işgal etmenin izahsızlığı ile karşı karşıya kaldı. İzahsız bir liberal batı karşıtlığı (!) motivasyonun temelsizliği bir tarafa, fiili olarak da halkın değerlerinden kopuk baskıcı rejimler oluşları kitleleri bunalttı. Bundan dolayı ahalinin red yönlü "değişim" baskısıyla yüzleşmek zorunda kaldılar. Fakat söz konusu olan İslam Dünyası olduğunda Soğuk Savaş döneminin bu bölgelerde sadece baas düzeni şeklinde bir otoriterliğe sebep olmadığı aksine batı ittifakı yönünden de çeşitli tiplerde otoriter rejimlerin varlığını desteklediğini görüyoruz. İşin bu cephesinde yine kitlelerin red yönlü "değişim" taleplerinin baskısı aynen geçerlidir. Hem batı ittifakı artığı rejimler hem de baas-arap sol artığı rejimler açısından manzara budur.

İslam Dünyası içerisinde Türkiye..

İslam Dünyası içerisinde söz konusu "izahsız değişim" dalgasının Türkiye cephesi ise toplu bir teşhis imkânı veren Ortadoğu dışında hususî şartlara sahiptir. Bir taraftan baas düzenin bir taraftan ise batı liberal demokrasilerinin özelliklerini barındıran bir ülke olarak Türkiye, özellikle Ak Parti iktidarı ile birlikte, liberal demokrasi yönünde bütün bölgeye örnek olma kabiliyeti bakımından model ülke olması için batı içi bir kesim tarafından öne çıkartılmak istendi. Bu gayesinin gereği olarak kemalist-sol-ulusalcı-otoriter batı yanlısı bir karmadan, demokratik-liberal-islam-özgürlükçü batı yanlısı karması bir modele evrilmesi ümidiyle Ak Partiye desteğini verdi. Bu ümidi besleyen faktörlerin başında Ak Partinin müstakil ve bağımsız bir dünya görüşü sahibi olmayışı teşvik edici oldu. Ahali açısından ise değerleriyle sürekli bir mücadele içerisinde olan 80 yıllık statükonun "izahsız değişimi" için bir imkân olarak göründü. Destek veren ahalinin şuurunda olmak yönünden belirsiz ama duygu yönünden müstakil ve bağımsız şahsiyet ümidine karşılık batının tersinden beslediği ümidin Ak Partiyi hem ayakta tutan hem de baskı altında tutan yönünü görmek gerekir. Önümüzdeki sürecin AK Parti liderliği ve kadrolarının hangi ümidi haklı çıkaracağını, " saklı gayesi"ni göreceğiz. Bu bakımdan Suriye hadiselerinin hem Ortadoğu genelinde hem de Türkiye içi tarafların "iç niyetler"ini açığa vurmaya zorlayan önemini anlamalıyız.

Gelelim Erdoğan-Obama görüşmesine.

Başbakan'ın bugün ABD Başkanı Obama ile yapacağı görüşmenin, zaten Türkiye dışında varılmış bir konsensüsü, tekrar tartışmaya açmak ve Türkiye'nin kendi teklif ettiği şartlara uygun bir çözüm temelinde ABD ile birlikte hareket etmek yönünde olacağını tahmin edebiliriz. Buna karşılık ABD'nin Türkiye'yi diğer aktörler ile varılmış konsensüs konusunda razı etmeye çalışacağı... Bu konsensüs Suriye'de mevcut devlet yapısının içine liberal-demokrat muhalifler ile silahlı mücadele taraftarı olmayan veya bunun sonuç getirmeyeceğine inanan -ikna edilmiş silahlılar da içinde olmak üzere- müslüman gurupları dahil eden bir ara formülü içeriyor. Bu durumda "mevcut yapıyı" her şart altında kabul etmeyecek ve İslamî bir devlet isteyen müslüman gurupların tasfiyesine Türkiye'nin "evet" demesi gerekiyor. Yani ya bu gurupları ikna edecek veya eğer bu mümkün olmazsa askerî olarak tasfiyesine fiili olarak katılmasa bile ses çıkarmayacak. Böyle bir durumda Ak Partiye ya kendi insiyatifi ile bu konsensüsün dışına çıkması yada bu konsensüse rıza göstermesi yolu görünüyor. Her iki durumun da getireceği zorluklar olmakla birlikte birinci yolun daha zor ve riskli fakat daha şahsiyetli olduğu, ikinci yolun ise daha az zor fakat şahsiyet kaybına yol açacağı izahtan vareste.. İşte Ak Parti ve destekçilerinin önünde böyle bir "ya ol ya öl" yol ayrımına gelindiği ve bundan artık kaçınmanın mümkün olmadığı görünüyor.

Elbette bu manzarada dikkat ederseniz, silahlı mücadeleyi Suriye'de sürdürmek zorunda olan ve Esed'siz bir Suriye konusunda tavizsiz bir tutum sahibi müslümanlar açısından AK Partinin vereceği karar kritiktir. Bu karar aynı zamanda hem Türkiye içi ve hem de Türkiye dışı sonuçlarıyla tarihî bir kırılmayı tetikleyebilir.


Twitter Hesabı: @umeyrturki

Haber Ara