Dolar

36,5144

Euro

38,0834

Altın

3.368,37

Bist

9.658,72

İşte fotoğraflarla Suriye'deki son durum!

Zalimlikle sınır tanımayan bir rejimin iğrenç yüzü insanlığın ve medeniyetin yok edildiği bir ülke: Suriye! Taşları konuşan şehir Halep'te taş üstünde taş koymadılar. İslam Medeniyeti'nin merkezlerinden olan Halep'in duyulmayan çığlıkları İslam Coğrafyası'nda Haçlı İttifakı'nın eşsiz zulümleri...

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-05-14 12:44:18

İşte fotoğraflarla Suriye'deki son durum!

TIMETURK / Yaşar Yavuz – Ramazan Toprak (Suriye İzlenimleri)


Halep Kalesi civarında, Osmanlı'dan kalma yadigarlar arasında gezinirken Suriyeli bir Kürt olan Faruk, Kapalı Çarşıya yaşlı gözlerle bakıp "Ah Halebim, ah çarşım" diye hayıflandı. Hayıflanılmayacak gibi değildiki! O güzelim tarihi doku, o taşan insan seli, bakırcıların, baharatçıların, demircilerin, onlarca sanat erbabının iç içe geçen uğultusu, melodisi, yerini sessizliğe, korkuya terk etmişti. Kaleyi kontrollerinde tutan Esad'ın keskin nişancıları bir kaç dakika ara ile canlı hedeflere, bulamazlarsa camilerin minarelerine, kubbelerine ateş ediyorlardı. Kanas denen silahın ne olduğunu yaşayarak öğrendik. Hele Hazreti Zekeriya Camisi gibi bin üç yüz yıllık bir mabede reva görülenlere baktıkça kahrolmamak mümkün değildi.



Halep Kalesi Etekleri (Ramazan Toprak) 

Soğuk bir cumartesi sabahı beş arkadaş, İHH'nın Suriye'deki insani yardım faaliyetlerini yerinde gözlemlemek niyeti ile yola revan olduk. Mihmandarımız İHH Gaziantep Temsilcisi Mehmet Emin Aslan, Yenişafak Gazetesi Bölge Temsilcisi Yaşar Yavuz, Hakimiyet Gazetesi Yazarı Murat Güreş, Metropol Gazetesi Yazarı İsmail Şahin ile hayatımız boyunca hatıralarımız arasında çok istisna bir yer vereceğimiz saatler geçirdik.



Hazreti Zekeriye Cami

Öncüpınar Sınır Kapısı'nda geçirdiğimiz ve bir kaç saatimize mal olan o anlamsız tartışmayı anmayacağım. Yeterince moralimizi bozdu, kötü bir başlangıç yapmamıza sebebiyet verdi. Saat sekiz gibi ulaşmayı düşündüğümüz Azez'e vardığımızda on biri devirmiştik. Neyse..

Suriye'den Öncüpınar'a yük boşaltmak için gelen ve koca bir günün sonunda 10-20 TL ücret alan yüzlerce (şanslı!) garibanın bir girerken bir de çıkarken haraca bağlanmalarını da (sektöre dönüştürülmüş, eski sabıkalı ve kaçakçıların hakimiyet alanında) yazamayacağım için üzgünüm. Zira üstü-başı perişan bir halde buraya gelen garibanların trajedisini gölgede bırakacak kadar daha yakıcı hayat hikayeleri bekliyordu bizi.

Öncüpınar'ı ardımızda bırakıp üçüncü yılına giren iç savaşta bihayli yorgun düşmüş olan Suriye topraklarına adımımızı attığımızda "bahtımıza ne çıkarsa" yı kabullenmiştik. Yanı başımızda bir tarih yazılıyordu. Esad Ailesinin kirini, pasını üzerinden silkeleyip atmaya çabalayan Suriyeli Araplar, Kürtler, Türkmenler, çocuklarına daha özgür ve onurlu bir yaşam bırakabilmek için mücadele veriyorlardı. Yüz bini aşkın insanını bu savaşta kurban veren ve çatışmaların hız kesmeden devam ettiği bu ülkeye kendi rızası ile gelen birilerinin bundan başka seçeneği de olamazdı!



Halep Kapalı Çarşı (Yaşar Yavuz)

Kilis-Azez on kilometre civarında. Yolun uzunca bir kısmında yeni bir ülkeye geldiğinizi hissedemiyorsunuz. Suriye'ye özgü fotoğraf Halep'e yaklaştıkça netleşiyor. Yol boyunca kahve satıcıları (çok acı), küçük barakalarda meyve-sebze satanlar ve ellerinde kaleşnikof marka silahlarla gezen insanlar beliriyor.

Savaşın yol açtığı tahribatı, terk edilmişliğini, virane olmuş görüntülerini ayıklarsanız büyük bir fark yok Gaziantep, Urfa, Maraş ya da bir diğer Anadolu şehri ile buraların. Bir farkla ki, Kilis-Rakka arası gözünüzün görebildiği her yer muazzam bir arazi ile uzayıp gidiyor. Bir ressamın fırçasından çıkmış gibi dümdüz bir ova, değişik yerlerine serpiştirilmiş küçük yerleşim yerleri, bağ evleri, taştan malikaneler ile insanı büyüleyen bu güzelliğe bakıp "keşke bahtı da güzel olsaydı" dedirtiyor.

Azez'e girerken bombalara hedef olmuş taştan bir caminin çevresine dizilmiş tanklar karşıladı bizi. "Tank mezarlığı" olarak da anılan bu bölgede yoğun çatışmalar yaşanmış ve Esad'ın askerleri büyük zayiatlar vermiş.

Soğuk briketlerin, yan yana, üst üste dizilmiş, insanı ürperten o betondan örülü Azez kentini geçip Haleb'e doğru ilerliyoruz. Muhalif komutanlardan Muhammed Said, Yusuf yüzlü oğlu Muhammed, heyetimizin hem rehberliğini yaptı hem de güvenliğini sağladılar. On yedi yaşındaki Muhammed kısa sürede herkesin ilgi odağı oldu. "Muhaliflerin safına nasıl katılmıştı, çatışmalara girerken korkmuş muydu, okula gidiyor muydu?" diye uzayan sorular dizisinin sonunda savaşın ne denli gayri insani olduğunu özetleyerek sözü şuraya bağladı: "İlk çatışmada korktum. Daha sonra sağımda solumda vurulup ölen insanları gördükçe alıştım, artık korkmuyorum".

Bu bölümde mihmandarımız Mehmet Emin Aslan'ı da anmadan geçemeyiz. Mısır El Ezher menzunu olan Aslan, mükemmel Arapçası, Kürtçesi ve Türkçesi ile öğrenmek istediklerimizi, diyaloglarımızı eksiksiz karşıladı. Yenişafak Gazetesi Bölge Temsilcisi Yaşar Yavuz da bir "sevda" edindiği "Suriye'nin özgürleşmesi davası"nda Suriye'yi ülkesi kadar yakından tanımış ve "herkes onu kardeşi, arkadaşı Yaşar" olarak anıp hitap ediyor.



ÖLÜ KENT HALEP

İHH, Suriye'deki hayırlı hizmetleri ile takdir edilmeyi ziyadesi ile hak ediyor. Suriye gümrük kapısının yanına kurduğu çadır kentte, her gün iki öğün olmak üzere 14 bin insana sıcak yemek dağıtıyor. Can havliyle buraya sığınan insanların karnı doyuyor ama ihtiyaç dediğin şey bitip tükenmek bilmiyor. Yatak, ısınma, giyim, eğitim, sağlık, aklınıza gelen her ne varsa ihtiyaç işte.

Halep'e girdiğimizde cep telefonlarımız çekim alanından çıktı. Çalışma sahasına yoğunlaşmamız bakımından iyi de oldu. O saatlerde Hatay'da peş peşe patlayan bombaların onlarca insanımızı canından ettiğini, Suriye'de olduğumuzdan haberdar olan dostlarımızın durumumuzla ilgili ciddi kaygı duyduklarından haberdar değildik.



Hazreti Zekeriya (Emevi) Cami Halep

Kaleye doğru tırmanırken her biri paha biçilmez kıymete haiz evleri, medrese, cami, külliye ve Kur'an kurslarını gezdik. Esad'ın askerleri, buldukları en ufak bir boşluğu değerlendirip her an yeni yaralar açarak başlı başına bir dünya olan bu eserleri ortadan kaldırmak için aralıksız tetiğe dokunuyorlardı.

Halep'in büyük bir bölümünü muhalifler kontrolleri altında tutuyor. "Muhalifler" dendiğinde aklınıza "bir kaç grup" gelmesin. İrili ufaklı "yüz elli civarında yapılanma" var burada. Hepsi de silahlı, üniformalı ve çoğunlukla gençlerden oluşuyor. Esad sonrası Suriye'yi bekleyen imtihan da bu dağınıklık.

Esad rejimi, şehre hakim mevkide bulunan kaleye keskin nişancılar yerleştirip silah ve teknolojiye dayanan üstünlüğünü kullanarak direniyor. Muhaliflerin kalaşnikof dışında "savaş silahları" olarak değerlendirilebilecek bir varlıkları yok. El yapımı, yangın söndürme tüpünden dönüştürülmüş bomba, havan ve doçkaları saymazsak..

Kaleden atılan silah ve bomba seslerine okunan ayet ve salavat sesleri eşlik ediyor. Mehmet Emin Aslan, bu durumu şöyle izah etti: "Muhalifler, ateş etmeden önce, "ne için ölüyor ve öldürüyorsunuz, bunun hesabını Allah'a nasıl vereceksiniz" mealindeki ayetleri okuyorlar önce. Sonrası malum".

Daracık sokaklarda, kaleden sıkılan kurşunların hedefi olmamak için profesyonel rehberlerin arkasında hizalanarak, kah koşarak kah duvara yapışık yürüyerek, dua etmeyi hatırdan uzak tutmadan Halep'in en kritik yerlerinde saatlerce dolaştık. Hasar tespit komisyonu gibi hissettik kendimizi. Ne yana dönsek yıkıntılar gördük, korkunun yüzlerinde donduğu çocuk çehrelerle sarsıldık ve namaz sonrası evine dönen babaların nasıl öldürüldüklerini dinleyip anlamaya çalıştık Halep'te yaşananları.

Terk edilmiş Kapalı Çarşıyı, her yanı yara bere içinde Hazreti Zekeriya Camisi'ne bakıp "Ah Halebim, ah çarşım" diyen Suriyeli Kürt Faruk kadar Halepli olduğumuzu içimiz acıyarak anımsadık. Antep Halep ile tamamdı, Urfa Rakka ile... Kitabelerinde Osmanlının mührünü taşıyan ve çığlığı, iniltileri duyulan bu dünya bizim de dünyamızdı.

Üçüncü yılına girmiş bir savaşta silah ve bomba sesleri ile yaşamaya alışmış bir ülke Suriye. Önce bir el silah sesi sonra kanas ve umulmadık anda peş peşe patlayan bombalar, sokakta, çarşıda, evine ekmek götürme telaşındaki adamı, kadını, çocuğu çok da etkilemiyor artık. Ölümün kol gezdiği, evinden çıkanın bir daha dönüp dönmeyeceğinin meçhul kaldığı bu yerde bütün olumsuzluklara rağmen hayat devam ediyor. Nişancılara hedef olmamak için anne-babaları tarafından eğitilen çocuklar, oyun alanlarını keskin nişancıların hedef sahasının berisi ile sınırlıyorlar.

Güneş, Suriye semalarından kayıp dağların ardına doğru sefer eylerken heyetten bir dost, "Ölürsem kanımı Suriyeli çocukların alnına sürün, bu sizin kurbanınız deyin" diye vasiyet etti. Osmanlı Camisinde (Rızaiye Medresesi), yankısı kulaklarımızı sağır eden patlamalar eşliğinde namazımızı eda edip yüreğimizin bir diğer yarısına doğru gitmeye koyulduk. İsmail Şahin arkadaşımız, beşinci kez baba olmanın heyecanını Halep'te, ölümün kanıksandığı bir diyarda yaşıyordu. Patlayan bir bomba, yere serilen onca insan bedeni ve dünyaya gelmesi beklenen ter u taze bir canın öğrettiği direnme arzusu...

şık Ömer’in “İşte geldim gidiyorum/Şen olasın Halep şehri” dizeleri ile güzelim Halep'e veda edebilmeyi ne çok isterdik. Ardımızda harabeden bir Halep bırakıp gitmek ne çok hüzün vericiydi. Halep'e dair söyleyeceklerimiz bitmedi. Tankların izlerini taşıyan çukurlu yollardan güç bela yol alırken Suriye'ye dair yazmaya devam edeceğiz.



"Milletvekillerinin peşinde ambulans dolansın, estetik operasyonların parasını meclis karşılasın, vekilden harç-maraç alınmasın, itibarı arttırılsın" gibi bir dizi saçmalığı millete fatura etme hevesinin, "bulmuş da bunuyor"dedirten şımarıklıkların yaydığı radyasyondan kaçıp savaş ülkesine girerken duruma vaziyet etmekte epey zorlandığımı itiraf edeyim.

İfrat ve tefrit hattında bocalamaktan başka çare yoktu. Bir süre boğuştuk. Narkozdan uyanmaya çalışan hastanın haline benzer bir yüz ekşitmesi ve sancılar eşliğinde...

Burun kaldırma, göğüs küçültme, kaş düzeltme, falanca resimdeki adama/kadına benzeme derdi tutarsa "parası benden" diyen bir bonkörlüğü (vekile mahsus olmak kaydı ile!) izlemek zorunda kalıp ekmek bulmakta güçlük çeken bir ülkeye tanıklık ettikten sonra "aynı dünyada mı yaşıyoruz?" diye sormam, sanırım yadırganmaz?

"Ekmek fabrikası vardı şu köşede, önceki gün bombaladılar" diye işaret edilen yere baktığımda o fabrikadan geriye bir enkaz yığınının kaldığını gördüm Halep'te.

Cici vekillerinin estetik kaygılarını karşılamak için didinen bir iklimden "ekmek dahi yok" diye kollarını iki yana açan bir savaş coğrafyasına intikal etmek, orası ile burası arasında bir denge bulmak imkan dahilinde midir? Nasıl bir şey söylemeliyiz ki bizi bu savrulmalardan çekip kurtarsın? İslam, kardeşlik, insanlık, demokrasi, hak ve dahi hukuk? Münasip bulduğunuzu alınız lütfen.

İsterseniz cici vekilleri ve estetik kaygılarını bir kenara alıp ilgilerimizi Halep'e verelim? Hem biz anlamayız bu işlerden. Vekilin burnu yüzü ile orantılı, dişleri düzgün, kılık kıyafeti yerinde olursa, gittiği yere ambulans da refakat ederse, uçak bileti ve lokanta masrafları da meclis bütçesinden karşılanırsa genel kurula gelmesine de gerek kalmaz sanırım? Böylelikle o mağaza senin bu mağaza benim deyip gezer, fazla kilolarından kurtulur, gönüllerince eğlenirler. Ne de olsa yasama faaliyetine iradeleri ile katılıp birikimleri ile katkı yapamıyorlar.

Neyse, bu kadar gevezelik ve haddini bilmezlik yeter. Biz sadede dönelim:
"Ah Halebim" başlıklı yazı dizisinin bu üçüncü ve son bölümünü notlarımdan derleyeceğim:

Sınır kapısında görev yapan muhafaza memurları Arapça bilmiyor! Tarzanca anlaşmaya çalışıyorlar Suriyelilerle. Çoğunlukla da bir netice çıkmıyor ve kırıcı oluyorlar. Bunlardan bir kaç tanesine tanıklık ettik maalesef ve erkek memur, Suriyeli bir kadına iğrenç küfürlerle o kadar hakaret etti ki, aklıma geldikçe yüzüm kızarıyor. İhtimaldir ki, bu memur kadrosunun (etkin kısmının) ideolojik şaşılıkları da var Suriyelilere bakışta. Sadece Suriye değil buraya insani yardım getiren kuruluşlara karşı da benzer bir yaklaşımlarının olduğunu gördük.

Esad gitmesine gidecek ya; silahların, gruplar arası bir kavgada daha büyük ölümler kusabileceğine dair endişelerim var. Çoğunluğu gençlerden oluşan tabanlarının elektriklenmesi, emperyalist ayak oyunlarıyla kanlı cinayet araçlarının bir diğerinin kapısına bırakılmasıyla Suriye beterin beterine sürüklenebilir.

Suriye'de kimyasal silah kullanıldığı, bir takım zehirli gazların zaman içinde kanser benzeri hastalıklar olarak toplu ölümlere yol açacağı kuşkusunu doğrulayan kimi emareler var. Sınırdan geçenlerde görülen bulgular bu kuşkuları doğruluyor.

Su kaynakları kıt olan Suriye'nin önemli bir bölümünde elektrik de yok. Çöpten dağların oluştuğunu gördük. Bulaşıcı hastalıklar savaştan daha büyük tahribatlara yol açabilir.
Azez ve Halep'te beklenen kötü senaryo şu: Esad, bu bölgede hava alanı ve hapishane gibi birkaç yeri elinde tutuyor ve gittikçe etrafındaki çember daralıyor. Bu yerlerin elinden çıkması halinde kimyasal silah kullanacağı, bunun için hazırlık yaptığı konuşuluyor.

Onlarca ülkenin, aktörün, çıkar çatışmasının karmakarışık hale getirdiği Suriye'de "nasıl bir yarın?" sorusunun karşılığı koca bir belirsizlik. Esad'ın gitmesi üzerine kurulan bu iç savaşta şimdi başka kaygılar yaşanıyor. Suriye'nin şafağı çok geç sökecek gibi.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara