Türk ve Kürt gençleri birbirleri hakkında ne düşünüyor?
'Türk ve Kürt gençler, birbirleri hakkında ne düşünüyor?' sorusu ile yola çıkan iki akademisyen, Muğla, Diyarbakır ve Berlin'de 200 gençle ile görüştü ve yakın tarihin yanlışlarla dolu resmi tarih ve resmi ideolojisini konuştu.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-05-07 09:28:07
"Mahalledeki Türk çocukları bizim Türkçemizle dalga geçerlerdi. İşte kıro, şu, bu..."
"Ya yanlış anlaşılmasın da ben Kürtleri sevmiyorum. Marmaris’te her adım attığımda önümden mutlaka üç tane Kürt geçiyor..."
"İlkokulda çoğunluk bizdik. Bir kaç Türk çocuğu dövüyorduk. Şimdi o ruh halimi anlamıyorum. Demek fırsat bulunca biz de eziyorduk..."
"Ülkemizde 'şehit' dediğimiz bir olay var. Kürtleri sevmiyorum. Yoldan geçse laf atarım. O dereceyim. Ama hani yanlış anlaşılmasın. Onları ayırdığımdan değil, sevmiyorum sadece..."
Bu sözler Leyla Neyzi ve Haydar Darıcı'nın, "Özgürüm Ama Mecburiyet Var" adlı kitabından...
"Türk ve Kürt gençler, birbirleri hakkında ne düşünüyor?" sorusu ile yola çıkan iki akademisyen, Muğla, Diyarbakır ve Berlin'de 200 gençle ile görüştü ve yakın tarihin yanlışlarla dolu resmi tarih ve resmi ideolojisini konuştu.
Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesinde Öğretim Üyesi, antropolog ve sözlü tarihçi Leyla Neyzi ve Michigan Üniversitesi Antropoloji ve Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi Haydar Darıcı, böyle bir konuyu tercih ederken, öncelikle hem antropolog ve sözlü tarihçi kimliklerinden, hem de birey olarak topluma yönelik dertlerinden ötürü yola çıktıklarını belirttiler.
Türkiye’de gençlerle ilgili ve gençlerle birlikte yapılmış araştırmaların yetersiz olduğunu, gençlere dair çoğu olumsuz söylemlerin ötesine geçmek ve onları yakından tanımak için böyle bir çalışma yapılmasının önemini vurgulayan Neyzi ve Darıcı, resmi tarihin sorgulandığı ve geçmişin günümüz ve gelecek için öneminin tartışıldığı bir ortamda, gençler için tarihin ne anlama geldiği, geçmişi nasıl kurguladıkları ve bunun özellikle Kürt ve Türk gençleri arasında nasıl farklılaştığını da ortaya koymuş.
Neyzi; "Kürt gençlerin hem geçmiş kuşakların deneyimleri hem de kendi tanıklıklarını sahipleniyorlar olmalarından ötürü önemli. Türk gençler için ise nedenler ekonomik" diye cevap veriyor. Darıcı'ya göre ise; Kürt gençlerin savaşa dair öyküleri şehirdeki tutunma mücadeleleri ile yakından ilişkili.
"Kürtlerin bir kimlik ve bir mücadele alanı var ve bir politik öznellikleri. Muğlalı gençler için bu savaş aynı önemi taşımıyor ne bireysel ne de kolektif açıdan. Muğlalı gençlerin anlatıları çok daha bireysel, parçalı ve kısa. Onlar için geçmiş fazla önemli değil. Geçmişten ve yaşam deneyimlerine dair anlatılardan çok bu ana ve geleceğe yönelik yaşıyorlar" diyen Leyla Neyzi, savaşın etkisinin onların bugününe daha çok göç ve karşılaşma yoluyla girdiğini söylüyor. Neyzi, "Çoğunluk için resmi tarihin ve ‘terör’ söyleminin altı epey boş; Kürtlerden farklı olarak günlük yaşamlarıyla geçmişe dair anlatıları arasında kopukluklar ve çelişkiler var. Yörede yaşanmış olan geçmiş ise pek bilmedikleri, unutturulmuş bir geçmiş" diye de ekliyor.
"Gençlerin zorunlu göç ve devlet şiddeti hikayeleri onların şehre tutunma mücadelelerinde çok nemli bir rol oynuyor. Şehre tutunma ancak siyasetle, ve siyasetle kent mekanını dönüştürmekle mümkün olduğu için, siyasetin temelini oluşturan, ona meşruiyet ve anlam yükleyen savaş anlatıları da şehre tutunma mücadelesinin bir parçası olarak düşünülmeli" diyen Darıcı'ya göre de; 'savaş ya da yakın geçmişle ilişki bu bağlamda gençlerin kimliklerini ve öznelliklerini koruyor.'
Kürt ve Türk gençlerin, duygularını, yani kaygılarını ve arzularını Neyzi ve Darıca, bu iki kimliğin de birbiri için ne ifade ettiğini şöyle açıklıyorlar:
"Diyarbakırlı gençlerin kaygıları, nasıl algılandıkları ve nasıl muamele gördükleri, arzuları ise kendilerini hem öznel hem de toplumsal olarak gerçekleştirmeye dairdi. Muğlalı gençlerin hem kaygıları hem de arzuları daha çok ekonomi alanı üzerinden ifade ediliyordu. Onlar bu bağlamda yörelerindeki Kürtleri hem ucuz işgücü kaynağı, hem de ekonomik rekabet ihtimalinden dolayı tehdit olarak algılıyorlardı."
Çözüm sürecinin barışa evrilebilmesi için "özür ve affetmek" gibi kavramlara karşı hislerin nasıl olduğunu da cevapladı, Neyzi ve Darıca:
"Görüştüğümüz Diyarbakırlı gençler sürece olan bütün çekincelerine ve güvensizliklerine rağmen affetmek ve barış içinde yaşamak istiyorlar. Muğlalı gençler ise anlama, barışma, özür dileme yolunun başında bile değiller henüz. Çünkü kendilerini savunma eğilimindeler. Bu durum, güçten çok zayıflıktan ve korkudan kaynaklandığı için güçten bile daha tehlikeli" diye yorumluyor Neyzi.
Türklerin Kürt algılarını anlatmaya devam eden Darıcı şu fikirde:
"Araştırma sırasında gördüğümüz şeylerden biri Türklerin Kürtleri genellikle tekil, homojen bir kategori olarak gördükleriydi. Kürtler bu tekil kategori ile kriminal ve 'terorist' olarak temsil ediliyor. Bunda ana akım medyanın ve resmi ideolojinin Kürtlere dair ürettiği söylemlerin önemli bir rolü var." diyor Darıcı. Göçle beraber Muğla gibi şehirlere göç eden Kürtlerin turizm gibi sektörlerde güç kazanmasının da Kürtlere yönelik olumsuz duyguları arttırdığının altını çiziyor."
Muğlalı gençler ile yapılan görüşmelerin bir sonucu olarak; kendilerinden farklı gördükleri Kürtlerin kendileri ile rekabet edecek bir konuma gelmelerini kabullenememe duygusunun var olduğunu söyleyen Darıcı, bunu "Fiziksel olarak aynı mekanı paylaşmak ya da tekil karşılaşmalar yaşamak Kürtlere yönelik genel temsilleri yıkmaya yetmiyor, hatta bu temsilleri güçlendirebiliyor" şeklinde yorumluyor.
Neyzen ve Darıcı'nın projede karşılarına çıkan bir başka olgu da; Türklerin, Kürtlerle 'gerçek' karşılaşma anlarının ancak Kürtlerin eşit olabildiği mekan ve ilişkilerde yaşanabilmesi. Kürt bölgesinde yaşamanın ya da Kürt ve Türk gençleri arasındaki aşk ve dostluk ilişkilerinin Türk gençlerini dönüştürdüğüne de şahit olduklarını dile getiren Darıcı, "Türklerin Kürtlerle ilişkilerinin dönüşmesi sadece anlama ve empati ile olabilecek bir şey değil. Kürtler ancak eşit bir duruma geldiğinde, kamusal alanda daha güçlü ve görünü olduğunda Türkler ile Kürtler arasında gerçek bir karşılaşma ve barış ihtimali olabilir. Kürt gençleri zaten böyle eşit bir düzen için mücadele ediyorlar; bu nedenle barış her zaman hazırlar. Mesele Türklerin buna nasıl hazır olacağı" diyor.
Leyla Neyzi, barışın gelmesi için genç çoğunluğun politik alana girmesi ve bu alanı tümüyle dönüştürmesi gerektiğini düşünüyor: "Toplumun çoğunluğu statükoyu kabul ettiği sürece barışın ve demokratik, insan haklarına saygılı, devlet için değil vatandaş için var olan bir toplumun inşa edilmesi zor. Diyarbakırlı gençlerin politik mücadeleye hazır ve birikimli olduklarını, Muğlalı gençlerin ise farklı anlatıları dinlemeye ve iktidarla sürekli ittifaka girmek yerine kendilerinin de barış sürecinden kazançlı çıkabileceklerini idrak etmeye gereksinimleri olduğunu düşünüyorum."
Özgürüm Ama Mecburiyet Var, İletişim Yayınları'ndan çıktı. Muğla, Diyarbakır ve Berlin'de, yaş aralığı 15-35 olan yaklaşık 200 kişiyle yapılan sözlü tarih çalışmasının sonucuyla oluşturuldu. Kitabın yanı sıra, Türkçe, Kürtçe, İngilizce bir websitesi, bir sergi ve filmi hazırlandı.
(Ajanslar)
SON VİDEO HABER
Haber Ara