"Bismillahirrahmanirrahim Hamd Allah'ındır, Salat ve Selam Muhammed Mustafa'ya, Pak Âline ve seçkin sahabelerine ve taa kıyamete dek onları güzellikle takip edenlerin üzerine olsun
Ali Hamaney: Ne Suriye Devleti Şiidir, Ne de Muhalifler Sünni
İslami Uyanış ve Ulema Konferansı’nda konuşan Hamaney: 'Batılı propagandalar ve onların bölgedeki uşak medyaları, Suriye'deki yıkıcı savaşı bir Şii ve Sünni çatışması olarak göstermekte ve Suriye ve Lübnan'daki direnişin düşmanları ile siyonistler için güvenli bir ortam oluşturmaktalar. Oysa Suriye'deki kavganın her iki tarafı da Sünni veya Şii olmayıp, anti-siyonist direnişin taraftarları ya da onların muhalifleridir. Ne Suriye devleti Şii bir devlettir ve ne de bu devletin laik ve İslam karşıtı muhalifleri Sünni bir gruptur.'
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-04-29 21:41:41
Hamaney'in o konuşması:
"Bismillahirrahmanirrahim Hamd Allah'ındır, Salat ve Selam Muhammed Mustafa'ya, Pak Âline ve seçkin sahabelerine ve taa kıyamete dek onları güzellikle takip edenlerin üzerine olsun
"Bismillahirrahmanirrahim Hamd Allah'ındır, Salat ve Selam Muhammed Mustafa'ya, Pak Âline ve seçkin sahabelerine ve taa kıyamete dek onları güzellikle takip edenlerin üzerine olsun
Siz değerli misafirlere ‘hoşgeldiniz' diyorum ve Aziz ve Rahim olan Allah'tan bu toplu çalışmaya bereket kazandırmasını ve onu müslümanların daha iyi yaşaması yolunda etkin bir adım kılmasını istiyorum.‘Muhakkak ki O, işitip icabet edendir.'
Sizlerin bu konferansta üzerinde çalışacağınız İslami uyanış konusu, günümüzde İslam dünyası ve İslam ümmetinin gündeminin başında yer almaktadır. İslami uyanış, Allah'ın izniyle sağlıklı olarak devam ettiği takdirde uzak olmayan bir gelecekte İslam uygarlığının İslam ümmeti ve ardından da beşeriyet dünyası için ihyasını sağlayacak şaşırtıcı bir fenomendir.
Bugün gözlerimizin önünde olan ve akıl ve bilinç sahibi hiç bir insanın inkar edemeyeceği gerçek şudur ki, İslam şu anda dünyanın sosyal ve siyasal denklemlerinin kenarından çıkarak dünya olaylarını belirleyen faktörlerin merkezinde seçkin ve gösterişli bir konuma yükselmiş olup hayat, siyaset, devlet ve sosyal gelişmeler alanında yepyeni bir bakış sunmaktadır. Bu durum, komünizm ve liberalizmin, çöküşlerinden sonra derin bir fikri ve teorik boşluğa yuvarlandığı günümüz dünyasında kendini gösteren önemli ve anlamlı bir fenomendir.
Kuzey Afrika ve Arap bölgesinde meydana gelen siyasal ve inkılapçı olaylar ilk kez dünya çapında böylesine büyük yankılar uyandırmıştır ve gelecekte kendini gösterecek olan daha büyük hakikatlerin müjdecisidir.
Emperyalistler ve bağnazların oluşturduğu cephenin sözcülerinin hatta ismini dile getirmekten bile kaçınıp korktukları İslami uyanış, artık yaklaşık olarak İslam dünyasının her yanında etkilerinin görüldüğü önemli bir hakikattir. Bunun en açık örneği, kamuoyu ve özellikle de genç kuşakların İslam'ın azameti ve yüceliğinin yeniden ihyasına olan ilgileri, uluslararası sulta düzeninin mahiyetini algılamaları, iki yüz yılı aşkın bir süredir İslami ve gayri İslami doğuyu kanlı pençeleri altında hırpalayan ve kültür ve uygarlık maskesi altında milletlerin varlığını acımasızca kudret ve tecavüz sevdalarına kurban eden odaklar ve devletlerin zalim, alçak ve müstekbir çehrelerini açığa çıkartma çabalarıdır.
Bu kutlu uyanışın boyutları çok geniş olup, esrarengiz bir biçimde yayılıp durmaktadır. Ancak, bir kaç Afrika ülkesinde bu hareketin sergilediği peşin kazanımlar, büyük ve engin sonuçları açısından gönüllere güven kazandırabilir. İlahi vaadlerin daima mucizevi bir biçimde gerçekleşmesi, daha büyük vaadlerin tahakkuku yolunda ümit verici simgeler içermektedir. Allah'ın Musa'nın annesine verdiği iki vaadi içeren Kur'ani kıssa, rububiyete dayalı bir taktikten izler sunar.
Çocuğun bir sandık içerisinde suya atılmasının buyrulduğu o çetin anda, ilahi hitabda şu vaadlerde bulunuldu: ‘Şüphe yok ki biz, onu sana tekrar veririz ve onu peygamberlere katar, peygamber yaparız.' Daha küçük olan ve anneyi sevindiren ilk vaadin tahakkuku, risalet vaadinin gerçekleşeceğine bir delil oluşturdu. Bu vaad daha büyük ve elbette uzun süreli sabır, çile ve mücahedeyi gerektiren bir vaaddi: ‘Derken, gözü aydın olsun, ışıklansın ve mahzun olmasın ve Allah'ın vaadettiği şeyin, şüphesiz gerçek ve hak olduğunu bilsin diye tekrar anasına verdik onu..' İşte bu gerçek ve hak olan vaad, bir kaç yıl sonra tahakkuk bulan ve tarihin çizgisini değiştiren büyük risalettir.
Bir başka örnek, üstün ilahi gücün Beyt-i Şerif'e saldıranların mahvedilişini hatırlatmasıdır ki Allah yüce peygamberi vasıtasıyla muhatablarını teşvik için ‘Artık kulluk edin bu evin Rabbine..' ifadesini kullanıyor ve ‘düzenlerini boşa çıkarmadı mı' diye buyuruyor. Ya da sevgili peygamberinin moralini yükseltmek için ‘Rabbin seni ne terketti, ne de darıldı sana' dedikten sonra, ‘Seni bir yetim olarak bulup da yer-yurt vermedi mi sana ? Ve seni, yol yitirmiş bulup da yol göstermedi mi sana ?'ifadesiyle mucizevi nimetini hatırlatmaktadır. İşte böyle örnekler Kur'an'da çoktur.
İslam'ın İran'da zafere erdiği ve çok hassas olan bu bölgenin yine en hassas ülkelerinden birinde Amerika ve siyonizmin kalesini fethettiği gün, ibret ve hikmet ehli olan insanlar, eğer sabır ve basiretle hareket edildiği takdirde yeni fetihlerin birbiri ardı sıra gelip çatacağını algıladılar.
Düşmanlarımızın itiraf ettiği gibi İslam Cumhuriyeti'nde kendini gösteren parlak gerçeklerin tümü ilahi vaadlere olan güven, sabır, direniş ve Allah'tan yardım umma sayesinde kazanılmıştır. Halkımız, ızdıraplı zaman kesitlerinde ‘mutlaka bize yetişecekler' diye söylenip duran zayıf insanların vesveseleri karşısında ‘hayır, şüphe yok ki Rabbim bana yol gösterecek' diye haykırmıştır.
Bugün bu değerli tecrübe, emperyalizm ve despotluklar karşısında başkaldırmış ve Amerika'ya bağımlı, kokuşmuş uşak rejimleri devirmiş ya da sarsmış olan milletlerin erişebileceği bir noktadadır. ‘Allah kendisine yardım edene mutlaka yardım eder; şüphe yok ki Allah, kuvvetlidir, üstündür'vaadine güvenerek sabırla dikiliş, bu onurlu yolu İslam uygarlığının zirvesine dek İslam ümmetinin önüne serecektir.
İşte şimdi çeşitli İslam ülkeleri ve mezheblerine mensup ümmet ulemasının bir kısmının yer aldığı bu önemli toplantıda İslami uyanışla ilgili meseleler hakkında bir kaç noktaya değinmenin yerinde olacağına inanmaktayım:
İlk konu şudur ki, sömürgecilerin öncülerinin bu ülkelere girişiyle birlikte yükselen ilk uyanış dalgaları, genellikle din ve dini müceddidler tarafından şekillendirilmiştir. İran, Mısır, Hind ve Irak gibi ülkelere mensup Seyyid Cemaleddin, Muhammed Abduh, Mirza Şirazi, Ahund Horasani, Mahmud El-Hasan, Muhammed Ali, Şeyh Fazlullah, Hac Aga Nurullah, Ebul Ala El-Mevdudi ve daha nice büyük, meşhur, seçkin ve mücahid alim, seçkin şahsiyetler ve liderlerin adları, tarih sayfalarında kaydolunmuştur. Çağdaş dönemlerde ise ulu İmam Humeyni'nin yaldızlı ismi, İslam İnkılabı tarihinin karanlıklarında nurani bir yıldız olarak parlamaktadır. Bu arada yüzlerce tanınmış alimlerin yanısıra binlerce fazla meşhur olmayan alimler de dün ve bugün çeşitli ülkelerde büyük ve küçük reform hareketlerinde rol oynamışlardır. Ulema dışında Hasan El-Benna ve İkbal Lahori gibi dini muslihlerin oluşturduğu fihrist de bir hayli uzun ve ilginçtir.
Hemen hemen her yerde âlimler ve din uzmanı kişiler, halkın fikri mercisi ve ruhi sabır taşları olagelmiş ve büyük gelişmeler sırasında öncü ve yönlendirici olarak halkın saflarının önünde tehlikeler karşısında yürümesini bilmişlerdir. Onlar ve halk arasındaki fikri bağlılık giderek yükselmiş ve parmaklarıyla halka doğru yolu göstermede etkili olmuşlardır. Bu durum, İslami uyanış hareketi için yararlı ve bereketli olduğu kadar, ümmet düşmanları ve İslam'a nefretle bakanlar ile İslami değerlerin hakimiyetine muhalif olanlar için istenmeyen, kaygı verici bir vaziyettir. Onlar bu yüzden bu fikri öncüleri dini merkezlerden koparmak ve onların yerine yeni kutuplar yerleştirmek istemektedirler. Bu tür şahıslarla prensipler ve milli değerleri rahatlıkla harcayabileceklerini daha önce tecrübe etmişlerdir. Oysa takvalı alimler ve sorumluluk duygusu taşıyan dini şahsiyetler hakkında asla böyle bir durum söz konusu değildir.
Bu, din alimlerinin görevini daha da ağırlaştırmaktadır. Onlar büyük bir dikkat içerisinde düşmanın aldatıcı yöntemlerini tanımalı, nüfuz kanallarını tıkamalı ve düşmanın tuzaklarını tersyüz etmelidirler. Dünya metaının rengarenk sofrasına oturmak, en büyük afetlerden biridir. Servet ve kudret sahiplerinin ihsan ve ayrıcalıklarına bulaşmak ve şehvet ve kudret tağutları karşısında borçlu duruma düşmek, halktan kopma ve onların güveni ve samimiyetini yitirme bağlamındaki en tehlikeli faktördür. Gevşek insanları güç kutuplarına yönelişe çağıran kudret düşkünlüğü ve egoizm, fesad ve sapıklığa bulanışa yataklık eder. ‘İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemiyenlere veririz ve sonuç, takva sahiplerinindir.'
Bugün ümit verici İslami uyanış hareketleri döneminde, bazen öylesine sahneler görülmektedir ki Amerika ve siyonizmin uşaklarının bir yandan güvenilmez fikri liderler oluşturma çabalarını gözler önüne sermekte ve diğer yandan da şehvet düşkünü Karun'ların din ve takva ehlini zehirli ve bulanık sofralarına sürükleme uğraşlarını yansıtmaktadır.
Din uleması ve dindar şahsiyetler, dikkatli davranmak zorundadırlar.
İkinci nokta, müslüman ülkelerdeki İslami uyanış için uzun erimli bir hedef belirlemektir. Milletlerin uyanışına yön veren ve onları o noktaya ulaştıran yüce bir çizgi... Bu noktayı tanıma durumunda bir yol haritasının belirlenmesi de mümkün olacak ve orta ve yakın hedefler somutlaştırılabilecektir. Bu son hedef, ‘parlak İslam uygarlığının oluşumu'ndan daha az olamaz. İslam ümmeti milletler ve ülkeler bazında tüm farklılıklarına rağmen, Kur'an'ın benimsediği uygarlık konumuna erişebilmelidir. Bu uygarlığın genel ve temel göstergesi, insanların, Allah tarafından beşerin saadet ve yücelişi için tabiat aleminde ve onların varlıklarında meydana getirdiği maddi ve manevi kapasitelerin tümünden yararlanmaktır. Bu uygarlığın dış görünümünü halka dayalı devlette, Kur'an'dan yükselen kanunlarda, içtihad ve beşerin yepyeni ihtiyaçlarına cevap yeteneğinde, bağnazlık, bid'at ve sentezcilikten kaçınmada, kamu refahı ve servetinin oluşumunda, adaletin ikame edilmesinde, ayrıcalık sahipleri, faiz yiyicileri ve mal üstüne mal ekleyen unsurlara dayalı ekonomiden kurtuluşta, insani ahlakın yayılmasında, dünya mazlumlarının savunulmasında, çaba, uğraş ve çalışmada görmek mümkündür ve görülmelidir de... Beşeri bilimlerden resmi eğitim ve öğretime, ekonomi ve bankacılıktan teknik üretim ve teknolojiye ve modern medyalardan sanat, sinema, uluslararası ilişkiler ve daha nice dallara kadar çeşitli alanlara ilim ve içtihada dayalı bir bakış bu yeni uygarlığın gereksinimlerindendir.
Tecrübe bütün bunların, olması mümkün ve toplumlarımızın becerebileceği işler olduğunu göstermiştir. Bu manzaraya alelacele ya da kötümserlikle bakmamak gerekir. Öz becerilerimize kötümserlikle yaklaşmak ilahi nimetin küfranı, ilahi yardımlar karşısında gaflete düşmek ve yaratılış sünnetlerini göz ardı etmek ve Allah'a sui zanla yaklaşmak vartasına yuvarlanmak demektir.
Bizler, sultacı güçlerin bilimsel, siyasal ve ekonomik tekellerini kırabilir ve İslam ümmetini, şu anda azınlıktaki emperyalistlerin kölesi durumundaki dünya halklarının çoğunluğunun haklarının geri alınması eylemine öncü kılabiliriz.
İslam uygarlığı iman, bilim, sürekli cihad, ileri düşünce ve yüce ahlak gibi unsurları İslam ümmetine ve tüm beşeriyete hediye edebilir ve günümüz Batı uygarlığının temellerini oluşturan materyalist ve zalim dünya görüşü ile çirkin ahlak anlayışından kurtuluş noktası olabilir.
Üçüncü konu ise İslami uyanış hareketlerinde Batılı siyaset, ahlak, davranış ve yaşama tarzına tabi olmak gibi acı ve dehşet verici bir tecrübeye sürekli olarak dikkat edilmesi gerektiğidir.
Müslüman ülkeler bir asrı aşkın bir süredir emperyalist devletlerin kültür ve siyasetlerine uyarak bağımlılık, siyasi alçalış, ekonomik felaket ve yoksulluk, erdem ve ahlakta düşüş ve utanç verici bilimsel geri kalmışlığa düçar oldular. Oysa, İslam ümmeti bir zamanlar bütün bu alanlarda onurlu bir geçmişe sahipti.
Bu sözleri, Batı'ya düşmanlık olarak algılamamak gerekir. Biz, insanlardan hiç bir grupla coğrafi farklılık nedeniyle düşmanlığa sahip değiliz. Biz, Ali aleyhisselam'dan insanlar hakkında şunu öğrendik: ‘İnsanlar iki gruptur: Ya senin din kardeşlerindir ya da yaratılışta sana eşit olan insanlardır.'
Bizim iddianamemiz, sömürücü ve müstekbir güçlerin halklarımıza dayattığı emperyalizm, tahakküm, tecavüz, ahlaki kokuşma ve düşüş ile bilimsel geri kalmışlık aleyhindedir. Şu anda Amerika ve bölgedeki bazı yardakçılarının tahakkümü, müdaheleleri ve zorbalıklarını uyanış rüzgarının başkaldırı tufanına ve inkılaba dönüştüğü ülkelerde gözlemlemekteyiz. Onların verdikleri vaadler ve sözler, siyasal elitlerin karar ve eylemleri ile büyük halk hareketlerinde etki uyandırmamalıdır. Burada da tecrübelerden ders almalıyız; yıllar boyunca Amerikanın verdiği sözlere kanıp, zalim önünde eğilmeyi politikalarının temeline oturtanlar, milletin sorunlarındaki hiç bir düğümü çözemedi ya da kendileri ve başkaları üzerindeki zulümleri ortadan kaldıramadılar. Onlar Amerika'ya teslimiyetle Filistinlilere ait olan topraklardaki hatta bir evin viran edilmesini bile önleyemediler. Emperyalist cephenin gösterdiği çıkarlara aldanan ya da onların tehditlerinden korkuya kapılarak İslami uyanışın getirdiği büyük fırsatı kaçıran elitler ve politikacılar, şu ilahi tehditten korku duymalıdırlar: ‘Görmedin mi Allah'ın nimetini küfre değişenleri ve kavimlerini de sürükleyip helak yurduna konduranları, cehenneme sokanları ? Hepsi de oraya gider ve orası, karar edilecek ne kötü yerdir.'
Dördüncü noktaya gelince... Bugün İslami uyanış hareketini tehdit etmekte olan en büyük tehlikelerden biri ihtilaflara yol açılması ve bu hareketlerin fırkalar, mezhepler, kavimler ve uluslararası kanlı çatışmalara dönüşmesidir.
Bu entrika şu anda Batılı casusluk servisleri ve siyonizm tarafından petro-dolarlar ve satılmış politikacılar vasıtasıyla Asya'nın doğusundan Afrika'nın kuzeyine kadar ve özellikle de Arap bölgesinde ciddi olarak izlenmektedir. Allah'ın yarattığı halkların hizmetinde olabilecek olan bunca para tehdit, tekfir, terör, patlamalar ve Müslümanların kanlarının dökülmesi ve uzun süreli kin ateşinin tutuşturulması yolunda harcanmaktadır. Bir bütün halindeki İslami gücü, çirkin hedefleri önünde bir engel olarak görenler, İslam ümmeti içerisindeki ihtilafları körüklemeyi şeytani amaçları için en kolay yol olarak görmüşler ve fıkıh, kelam, tarih ve hadisteki doğal ve kaçınılmaz teorik farklılıkları tekfir, kan dökümü, fitne ve fesadları için bir vasıta kılmışlardır.
İç çatışmalar sahnesine dikkatle bakıldığında, düşmanın bu facialar ardındaki eli görülecektir. Bu gaddar el, hiç kuşkusuz toplumlarımız arasındaki cehaletler, asabiyetler ve yüzeyselliklerden yararlanmakta ve mevcut ateş üzerine benzin dökmektedir. Dini ve siyasi elitler ve ıslahatçı şahsiyetlerin bu bağlamdaki görevi oldukça ağırdır.
Şu anda Libya, Mısır, Tunus, Suriye, Pakistan, Irak ve Lübnan çeşitli şekillerde bu tehlikeli alevlerle karşı karşıya bulunmaktadır. Özenle dikkat edilmesi ve gereken ilacın bulunması zorunludur. Bütün bunları ideolojik ya da kavmi amaçlar ve araçlara bağlamak safdillik olur. Batılı propagandalar ve onların bölgedeki uşak medyaları, Suriye'deki yıkıcı savaşı bir Şii ve Sünni çatışması olarak göstermekte ve Suriye ve Lübnan'daki direnişin düşmanları ile siyonistler için güvenli bir ortam oluşturmaktalar. Oysa Suriye'deki kavganın her iki tarafı da Sünni veya Şii olmayıp, anti-siyonist direnişin taraftarları ya da onların muhalifleridir. Ne Suriye devleti Şii bir devlettir ve ne de bu devletin laik ve İslam karşıtı muhalifleri Sünni bir gruptur. Bu faciaya yol açan senaryoyu yönetenlerin tek hüneri, mevcut yıkıcı savaşta kimi safdillerin mezhebi duygularından yararlanmalarıdır. Sahneye ve çeşitli düzeylerdeki icracılarına bakıldığında, mesele her insaflı insan tarafından anlaşılacaktır.
Sürmekte olan propaganda dalgası Bahreyn hakkında da bir başka şekilde yalan ve dolanlarla iç içedir. Bahreyn'de yıllar boyunca oy kullanma hakkı ve bir milletin sahip olması gereken diğer temel haklarından yoksun olan mazlum çoğunluk, haklarını talep için başkaldırmış bulunmaktadır.
Mazlum çoğunluk Şii ve laik devlet de Sünni görünümlü olduğu için, bu çatışmaya Şii ve Sünni kavgası denilebilir mi ?
Avrupa ve Amerikalı sömürücüler ile onların bölgedeki kadeh arkadaşları elbette durumu böyle yansıtmak istemekteler. Ancak, hakikat bu mudur ?
Din uleması ve insaflı muslih insanları düşünmeye, dikkate ve sorumluluk duymaya çağıran ve düşmanların mezhebler, kavimler ve partiler arasındaki ihtilafları büyütme hedeflerini algılamayı herkese farz kılan faktörler, işte bunlardır.
Beşinci nokta ise şudur ki, İslami uyanış hareketlerinin izlediği çizginin ne denli doğru olup olmadığını anlamak için onların Filistin sorunu karşısındaki tavırlarını değerlendirmek yerinde olur. 60 yıldan beri İslam ümmetinin gönlünü Filistin'in gaspı gibi böylesine yaralayan daha büyük bir başka problem yoktur.
Filistin sorunu ilk günden bu yana katliam, terör, yıkım, gasp ve İslami mukaddesata saldırı üzerinde yükselmiştir. Bu gasıp düşman karşısında dikilip mücadele etmenin gerekliliği tüm İslam mezheplerinin ittifak noktası ve sadakatli ve sağlıklı milli akımların da ortak paydasıdır. İslam ülkelerinde bu dini ve milli görevi Amerika'nın tahakkümü yüzünden ya da mantıksız bahanelerle unutulmuşluğa sevk eden her türlü akım, kendisine İslam'a vefalı kaldığına ya da yurtseverlik iddiasında sadakatli davrandığına inanılmasını beklememelidir.
Bu, bir kriterdir. Şerefli Kudüs'ün ve Filistin milleti ile topraklarının kurtarılması ilkesini kabullenmeyen, ya da bu davayı marjinalleştiren ve direniş cephesine sırt çeviren herkes, itham altındadır.
İslam ümmeti her zaman ve her yerde bu açık ve temel kriter ve göstergeyi dikkate almalıdır.
Değerli misafirler ! Kardeşler !
Düşmanın hile ve tuzağını asla unutmayınız. Gafletimiz, düşmanlarımız için fırsatlar oluşturmaktadır. Ali aleyhisselam'ın bize bu bağlamdaki dersi şöyledir: ‘Uyuyan herkes, düşmanın uyumadığını bilmelidir.' Bizim bu konuda İslam Cumhuriyeti'ndeki tecrübemiz de ibret vericidir.
Batılı emperyalist devletler ile Amerika uzun yıllardır İranlı tağutları avuçlarının içine almış olup, ülkemizin siyasal, kültürel ve ekonomik kaderini belirlemekteydiler. Bunlar, toplum içindeki İslami imanın taşıdığı dev gücü hafife alarak, İslam ve Kur'an'ın yönlendirici dinamikleri algılayamamış ve İslam İnkılabı'nın zafere ermesiyle birlikte ansızın gafil avlanmışlardı. Onların istihbarat servisleri, egemenlik mekanizmaları ve kumanda odaları bu yüzden büyük mağlubiyetlerini telafi etmek telaşına kapılmışlardı.
Şu son otuzu aşkın yıldır onların nice komplolarıyla karşılaştık. Onların hilelerini suya düşüren şey, aslında iki temel unsurdur: İslami ilkeleri ısrarla savunmak ve halkın daima sahnede olması.
Bu iki unsur her yerde fetih ve kurtuluşun anahtarıdır. İlk unsur, ilahi vaadlere sadakatle iman ve ikincisi ise ihlaslı çaba ve sadık beyanlarla garanti edilir. Öncülerinin sadakat ve samimiyetine inanan bir millet, sahneyi verimli bir katılımla doldurur. Milletin yılmaz azimle sahnede kalması durumunda hiç bir güç onları mağlup edemez. Bu, katılımlarıyla İslami uyanışı sürdüren tüm müslüman milletler için başarılı bir tecrübe olmuştur.
Allahu tealadan sizlere ve tüm milletlere hidayet, yardım ve rahmetini esirgememesini niyaz etmekteyim.
Allah'ın selam ve rahmeti üzerinize olsun...
Haber Ara