Kürt sorunu Habir bir us: Ulus Devlet
Bize tanıdık gelen bu tarihi komedi şimdilerde yine sahnede. Kürt ulusçuluğu Yunan medeniyetinin kaynağı olmak hatta mevcut ulusların en aydın ve örgütlü topluluğu olduğu teziyle çağın en yaratıcı milleti olduğu iddiasını gayet ciddi bir biçimde savunuyor ve hatta aydın tanımını da aşarak Kürt entelijansiyası bir pratik artık. Uzun örnekler vermek mümkün ama faydasızlığı da bariz
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-04-25 14:08:45
Güncel bilginin, tartışmalarda gündelik bilgi olmaktan öteye geçemediği, gündemin bir hakikat öğütücüsü gibi işlev gördüğü ülkemizde tarihi sorunlar her biri bir kısır döngü olan gündeme teslim olmaktan kurtulamıyor. Uzun vade kavramının sadece tahvil piyasasında anlam bulduğu ülkemizde ne bilimselliğe ne de nakle dayanan bir gündem inşa edemiyor oluşumuz hatta ömür biçemememiz ne trajiktir aslında.
Fehmi Koru anekdotlarından biri olarak hala zihnimde yer tutan İsviçreli diplomatın Türkiye algısı sanırım durumumuzu biraz nüktedan bir üslupla da olsa yeterince ifade eder. Neden Türkiye'de yaşıyorsun ve gündemi bu denli dikkatli takip ediyorsun sorusuna İsviçreli diplomat; ''50 yıl sonrasını dahi öngörebildiğin bir ülke artık bana heyecan vermiyor. Oysa sizin ülkenizde gelecek hafta ne olacak sorusu bir muammadan ibaret.''
Sanırım her vatandaşın usandığı ve kanıksamak zorunda kaldığı bir gerçek Türkiye gündemi. Kahvehaneler bu yüzden olsa gerek hala gündemin kalbinin attığı yerler olarak sosyal yaşamdaki yerini koruyor çünkü insanımız kendi bireysel rutinliğini ancak ülke gündeminde aşabiliyor.
Bu kez uzun bir süredir gündemden inmeyen bir konu var karşımızda. Adı kimilerince bir sorun, kimilerince dış güçlerin oyunu, kimilerince gündemi değiştirme çabasından ibaret görülen barış süreci, daha anlamlı bir isimle yeni bir toplumsal sözleşme olarak yeni anayasaya götürüyor. Süreç her yönüyle ilerlerken irdelenmesi gerekenleri çerçeve dışına alan medya neyi nasıl algılamamız gerektiğini bize dikte etmeye devam ederken medya gerçeğinden kendini soyutlayan toplumsal tabanlar da oluşmuyor değil.
Bu sorgulamaların başında gelen ise oluşturulacak yeni toplumsal sözleşmenin insanımızı nasıl bir kalıba koyacağı. Sözgelimi her birey kendi özbenliğiyle vatandaşlık hukukuna bağlanarak mı yaşayacak yoksa belli aidiyetlerin ve sorumlulukların temsilcisi olmaktan kurtulamayacak mı? Biraz açarsak yine devletin bize biçtiği kimliğe mi bürüneceğiz yoksa herkes kendi elbisesini dikebilecek kumaşa sahip olabilecek mi? Devlete karşı sorumluluklar, vatandaşlık sorumlulukları, ulus-devlet kimliğini benimseme gibi arkaik Türkiye'nin, bireyi sadece sorumlulukları olan vatandaş olarak tanımlamasıyla yetinecek miyiz?
Bu sorular çoğumuzun aklında olması gereken sorularken neden bu tartışmaları müthiş bir gayretle iki kelimeye indirgeyebiliyoruz: Türk ve Kürt kelimelerine. Burada gündemin hakikat öğütücülüğü işlevsel niteliğiyle karşımıza çıkıyor ve tarih, tarihi efsanelerle özdeşleşiveriyor.
Kürtler'i ele alalım öncelikle; süreç ilerledikçe Kürt kemalizmi de denilen bir çaba Kürt gündeminde kendini inşa ediyor. Kürt ulusunun önderi olarak ortaya çıkan ikonlaştırma, tabana indikçe kavramın köklerine inerek ilahileştirmeye dahi varıyor ve bu süreç şimdiye kadar oldukça başarılı yürütüldüğü için bugün hepsinin olmasa dahi Kürtler'in artık bir lideri var. Bu liderin kendi kavramsal bütünlüğünü ve ideolojisini oluşturamaya yetecek yeterli zaman ve mekansal şartları bulmasından olsa gerek artık Kürt kimliği ve tarihi de oluşturulmaya başlandı. Tarihi Kürt liderler ve şahsiyetlerinden başlanarak kimliğin kökleri olabildiğince derinde kök bulma çabasında. Haliyle bu çaba bize oldukça tanıdık geliyor. Mu Kıtası'ndan, ırkların kökeninde Türkler'in olduğu tezine kadar birçok tarihi filiz yeşertilmeye çalışıldı ve haliyle tarihin o bilimsel yönü efsanelerle gerçekler ayrımını ortaya koymaktan geri kalmadı.
Bize tanıdık gelen bu tarihi komedi şimdilerde yine sahnede. Kürt ulusçuluğu Yunan medeniyetinin kaynağı olmak hatta mevcut ulusların en aydın ve örgütlü topluluğu olduğu teziyle çağın en yaratıcı milleti olduğu iddiasını gayet ciddi bir biçimde savunuyor ve hatta aydın tanımını da aşarak Kürt entelijansiyası bir pratik artık. Uzun örnekler vermek mümkün ama faydasızlığı da bariz.
Bir milleti ancak medeniyet perspektifi varlık olarak ortaya koyar demek de kifayetsiz. Kürtler, Türkler'in yanlışını tekrar ederek tarihin tekerrürlüğü değil yanlışın tekerrür ettiğini ispatlamak mı istiyorlar bilinmez. Her şeyden öte bugün yürürlükte olan ve birçok kazanımı sunan politika ve icrada olan uygulamalara rağmen Türk ulus-devlet anlayışı devam ediyormuşcasına yargılamaya çalışmak baltaları gömmeye zorlanıldığının da kanıtı. Kan dursun diyen bir dil geçmişin acı hikayelerini anlatarak mı yüreklere su serpecek sorusu beliriyor aklımızda.
Ve Kürt toplumunun devletin yeni söylemi karşısında aldığı tutum. Bu da bize bazı işaretler veriyor. Devletin derin yüzünü de dahil ederek Ankara’da muktedir olmayı başaran iktidar; inkar ve asimilasyon politikalarını reddettiğini ilan ederek kardeşlik vurgusu yapıyor ve sürece destek istiyor. Peki bu çağrıya Türk ve Kürt halklarının anketlere yansıyan bariz desteği ortadayken Kürt ulusunu hatta Kürt ulus-devlet söylemini Bejan Matur'dan beri gelerek dillendirmeye çalışan, alttan alta bu söylemi halkın zihin kodlarına yerleştirmekten geri kalmayan Kürt ulusçuluğu, barışı Kürt halkına silahla kazanılmış bir zafer olarak sunmaktan vazgeçmeliyse bundan neden vazgeçmiyor? Bir taraftan ovada akil sesler yankılanırken dağ, bu bizim zaferimiz aks-i sadasıyla barışı getiren şartların müsebbibi olarak bilinmesi gerektiğini açıkça ifade etmekten geri durmuyor.
Kürt ulusçuluğu TC diyerek etiketlediği ölmekte olan hüyalanın gölgesine büründüğünün farkına vardığında barışın adı yeni bir sorun yumağına evrilmiş olabilir. Bugün Ortadoğu'da yaşanan sürecin rüzgarı oldukça sert eserek kan yağmuru da getirebiliyor. Oysa Arap Baharı'yla başlayan sürecin temel dinamiği devletin kimlikleri reddi değil vatandaşlık haklarının hiçe sayılmasıydı. Bu gerçek karşısında Türkiye Kürt bireyini vatandaşı olarak görmekten öte onu toplumsal sözleşmenin bir parçası olarak kaydetme sürecine girdi.
Burada Kürt ulusçuluğunun doğru noktada olduğunu düşündüğü bir olgu da kardeşlik. Bu kavram üzerine yapılan vurguları anlamsız bulan Kürt ulusalcıları kardeşlik değil eşit vatandaşlık talebi dile getirerek arkaik Türkiye'ye seslenmiş görüntüsü vermekten kendini alıkoyamıyor.
1921 Teşkilat-ı Esasiyesi hatta 1924 anayasası ulus-devletlerin ve karizmatik liderlerin halkı peşinde sürüklemek için her şeyi vaat edebildiği bir zamanda yazılmıştı ve dönemin politik manevraları olmaktan ibaretti. Tekrar bu manevralarının kaybedeni olmak istememeleri haklı bir gerekçe olarak savunulabilir ama değişen sadece sınırlar ve devletler değil zamanımızda. İnsanın devlet karşısındaki pozisyonu daha birey boyutundan itibaren gittikçe gelişiyor.
Türkiye bugün iletişim çağının gerçekleriyle yüzyüze ve çok partili, demokratik niteliğe gittikçe yaklaşan bir ülke iken kimsenin kimseyi kandırması söz konusu değil.Öte yandan yaşanan karşılıklı acıları kardeşlik vurgusu ve hatırlatmasıyla aşmak da mümkün değil. Kardeşlik sadece şifahi bir algı oluşturuyor olabilir Kürt ulusalcılığında ama onların unuttuğu Hz. Peygamber (s.a.v) 'in Medine'de teşkil ettiği kardeşlik akdini bizzat Kürt halkı hatırlatmalı. Din bir harç olmaktan öte bir hakikattir. İslam araç olarak iki milleti birbirine tutundurmanın değil bir kılmanın adıdır.
Kürtler, Türkiye coğrafyasının özellikle doğu kapısını Türkler'e açan yerleşikleri iken Türkler muhacirler olarak Asya'dan gelen gaza ordularıydılar. Tarihte İran'ın fetih siyasetinin bir hedefi olmaları ve Osmanlı fetih anlayışının Batı odaklı olması Yurtluk ve Ocaklık sistemi gibi fırsatlar doğurdu Kürt halkına. Bugün özellikle muhafazakar camia o özlem duyduğu Osmanlı kudretine giden yoldan Osmanlı yönetim tarzının geçtiğini bilmeli ve bugün bunun adı ulus-devletten yerel yönetime evrilen yapıdan geçiyor. İdris-i Bitlisi gibi Kürt diplomatlarına tarihi bir mikrofon tutmak zorunda değiliz. Bugün de bunu uygulayabilecek insanlar kendi sıradanlığını yaşıyor olabilir Kürt diyarında. Tarihimizin yeniden yazılması gerektiği aşikar ama onu medeniyet perspektifiyle yazmamız hem tarih karşısında hem vicdan karşısında elzem bir sorumluluğumuz.
Ve artık Türk sorunu olarak adlandırılan Türk'lerin Kürt sorununa bakış açısına gelelim. Daha en baştan Türkiye bir Latin yurduymuş gibi isimlendirdi kendini. Osmanlı bakiyesinden tamamen uzaklaşan ve onu öteleyen, kendini Avrupalı addeden bir anlayışla ulus-devletlerin dünya sahnesindeki galibiyetini ve müreffeh devletlerini ulus-devlet formülü ile gerçekleştirdikleri illüzyonuna kapıldı. Ulus-devlet kavramı zihinlerimize iki uzun asır boyunca öyle tortular bıraktı ki her yeni öğrendiğimiz siyasi kavramı o tortuya saplanmış bulduk. Tarihin dilemması olarak hala kayıt altında olan gerçek ise şuydu: Ulus-devlet uluslaşamayan diğer halkların kültür ve varlığını ilhak edebilmenin acımasız bir yolu.
En basitinden farz-ı misal olarak Kürt ulus-devleti kendi öngördüğü sınırlarda kalacak kaç milyon Türk'ün evrensel vatandaşlık haklarının ne kadarını verebilir sorusuyla baş başa kalmalı. Eğer bu soruya yanıt vermeye gerek yok barış gelsin diyorsak Türk halkı olarak bizim sormamız gereken soru şu: Daha önce bizi bir arada tutan tek şey din mi yoksa dinin emrettiği hakların milletlere iade edilmesi miydi ve bugün kabul ettiğimiz evrensel değerlerle bunu örtüştürmek mümkün değil mi?
Bu sorunun siyasilerce de düşünülmesi gerekli. Genç nüfusa salt bir ekonomik potansiyel olarak bakmaktan öte onlara daha güzel bir gelecek vizyonu ortaya koymaksa hedef gençliğe kulak da verilmeli.
Fatih Çınkı
[email protected]
SON VİDEO HABER
Haber Ara